• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
ÇOCUKLARIMIZA SAHİP OLMA DAVASI
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…

(Ayet-i Kerime, Tahrim 6)

“Her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Hadis-i Şerif)

Çocuklarımızın biyolojik, yani bedensel anne-babası olduğumuz kadar, manevi olarak da onların anne-babası olmak istiyoruz. Bu yönde birbirini tamamlayan iki dileğimiz vardır:

1. Çocuklarımızın üzerinde bulunduğumuz hak İslam yolu üzerinde bulunmaları 2. Çocuklarımızın üzerinde bulunduğumuz hak İslam yolunda bizden daha ileride olmaları.

*******************

Çocuğunu dilediği yönde yetiştirmek, en önemli insan haklarındandır. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz çağ, bize bu hakkı tanımamaktadır. Geçmişte anne-babanın çocuk üzerinde tam tasarruf hakkı vardı. Anne-baba dilerse onu kasabasında çift sürmeye verir veya sürünün çobanı yapar; dilerse ilme verir, ona âlimliğin yolunu açardı ya da sultanın adamlarına verir, onlardan onu asker yapmalarını isterdi.

Hâlbuki bugünün ulus devletleri, bizlere çocuklarımız üzerinde dilediğimiz şekilde tasarruf hakkı tanımıyor, çocuklarımızın üzerinde tasarruf ortağımız olma iddiasında bulunuyor.

Çocuk biyolojik olarak senin, ama fikir, yetenek ve ahlak olarak aynı zamanda bana aittir, diyor.

Bugünün devletlerinde eğitim isteğe bağlı değildir, zorunludur; devletler çocuğumuzu irademiz dışında bizden alıp kendi inancı doğrultusunda ve kendi ihtiyacına göre eğitiyor. Bize ait olan bir bedene kendi ideolojisini zorla yerleştiriyor. Bu eğitim; medya ile destekleniyor; çocuğumuzun ahlakına göz dikiliyor. Bu eğitim, sosyal etkinliklerle pekiştiriliyor. Farklı spor etkinlikleri özendirilerek çocuğumuzun yeteneği çalınıyor.  

Bu vaziyet karşısında her birimiz, evlerin önünden çocukları kaçırıp kendi çetelerinin hizmetine vermek isteyen ya da onları köle tüccarlarına satıp para kazanan haramilere karşı nöbet tutan bir asker olmak durumundayız. Vazifemiz, çocuklarımızı haramilerden korumaktır.

Geçmişte sadece ülkeler işgal edilirdi; bugün beyinler ve kalpler de işgal ediliyor. Geçmişte tam ve görünür işgal vardı. Bugün yarım ve görünmeyen işgaller de vardır. Çocuğun bedeni evimizde; beyni ve kalbi başkalarının hizmetinde olabilir. Bu durumda çocuğumuz, hür görünür ama aslında başkalarının kölesidir.

Bir anlık gafletimiz, çocuklarımızın kapımızdan alınıp haramilere hizmetkâr edilmesine ya da zalim zenginlerin köşklerine, meyhanelerine hizmetçi yapılmasına neden olabilir.

*********************

Geçmişte, çocuk yetiştirmek tabii bir etkinlikti: Doğunca kulağına ezan okumak, güzel bir isim koymak, imkân varsa akikasını vermek, ekonomik koşullar doğrultusunda geçimini sağlamak, bir hocanın yanına verip ona Kur’an-ı Kerim öğretmek, evlenme çağına gelince onu evlendirmek…

Hâlbuki bugün çocuk yetiştirmek, bir mücadeledir; bir didişme, çarpışma alanıdır. Olağan durumda değiliz ve ancak şuursuzluk içinde, esir olmayı, köleleşmeyi göze alanlar olağanüstü durumlarda, olağan durumlarda olduğu gibi davranır.

Çocuklarını elde tutmak için bugün mücadeleyi göze alamayan, didişme ve çarpışmada tembel davranan yarın onları başkalarının dünyasında kendisine karşı savaştırılan bir düşman askeri olarak bulacak. Ayrı ümmetlerin insanı olarak baba evlat, anne-evlat karşı karşıya gelecek. Birbirleriyle boğaz boğaza kavgaya tutuşacaklar; kendisinin hak dediğine çocuğu batıl; batıl dediğine çocuğu hak diyecek. İnançlar değişecek, değerler değişecek, hayat şekli değişecek. Çocuk, anne babanın Kitabına küfredecek, ibadetiyle, ahlakıyla alay edecektir.

***************

Pek çok zorlukla yüz yüzeyiz:

Bazı anne-babaların çocuklarını eğitimden uzak tutmaları bir haktır ama bir topluluğun tümünün çocuklarını eğitimsiz bırakması felakettir. Ayrı bir kapıdan esarettir. Koşullara teslim olmaktır. Çarpışma alanından topluca firar etmektir.  

Çocuklarımız okuyacak, öğretmen olacak, doktor olacak, mühendis olacak. Ümmetin ve insanlığın ehl-i iman öğretmene, doktora, mühendise ihtiyacı var. Bu ihtiyaçların karşılanmasını hep kendimizden başkasına bırakamayız. Dünyanın terakkisini (ilerlemesini) geçmişte ta el sanatlarından başlayarak hep gayr-i müslimlere bıraktığımız için gün geldi, tankı topu kapımızda, uçağı göğümüzde gördüğümüzde “Bu da ney?” diye panikledik.

Hedef, çocuğu hem okutmak hem de o okuma sürecinde İslam davasının bir mücadele ferdi olarak yetiştirmektir.  

Çocuklarımız, sokağa inecek; çocuğu eve hapsetmek onu sakat bırakmaktır. Hedef, çocuğumuzu sokakta “mim olduğunun şuuru içinde” tutmaktır.    

Çocuklarımız, helal-haram sınırlarını dikkate alarak toplumun içine açılacak. Topluma açılmayan, toplumun kararına peşin teslim olmuş sayılır. Karar mekanizması içinde yer almayan bir toplumun yanlış kararlarının da peşinde sürüklenir. Hedef, çocuğu toplumdan soyutlamadan onu toplumun kötülüklerine ortak olmaktan alıkoymaktır.   

Hedef, eğitim kurumlarının, sokağın, toplumun bizden alan değil, bize veren olmasını sağlayacak, kendi ayakları üzerinde durmakla yetinmeyip çevresini de kendisine benzetme mücadelesi veren bir evlat sahibi olmaktır. Hedef, hamdle, şükürle mü’mince bir keyifle izlenecek bir halef sahibi olmaktır.

İnşaallah bu yazı dizisiyle sizlere bu yönde yardımcı olmaya çalışacağız. İşimiz kolay, çünkü elhamdülillah, önümüzde Asr-ı Saadet’in insan yetiştirme projesi var. Her noktada o proje üzerinde duracağız ve o projeye daha iyi uyabilmek için insanlığın engin eğitim birikiminden yararlanacağız.

Konuyla ilgili ne kadar kavram varsa imkânlar el verdikçe hepsi üzerinde duracağız ve bunları elimizden geldiğince örneklendireceğiz. Örneğin, inşaallah, bu dizinin satırları arasında aşağıdaki cümleleri bulabileceksiniz:

-Seferberlik günlerinde doğal hukuk uygulanmaz. “Anne çocuğunu emzirmekle bile görevli değildir” gibi hukuki kuralların gündemde olacağı dönemlerden çok farklı bir dönemdeyiz. Bugün anne-baba bir yana, büyük kardeş de küçük kardeşi İslam üzerine yetiştirmekle görevlidir.

- Oyun, Rabbimizin çocukların uzuvlarının ne işe yaradığını anlamaları ve kendilerini keşfetmeleri için onların bünyesine yerleştirdiği bir programdır. Çocuğumuza oyun imkânı tanımak bir görevdir.

-Taklit, çocuğumuzun hayatı sorgulama ve uygulama yöntemidir. Çocuğumuza taklidi yasaklamak yerine onun taklit isteğini doğru yönlendirmemiz gerekir.

-Çocuk hafızası, ezber bilgiden yetişkinlerden güçlü ama muhakeme gerektiren konularda yetişkinlerin hafızasından daha zayıftır. Çocuğumuza öğrettiğimiz her şeyi hemen ondan istemek, bazen zulümdür…

Dua, öneri ve eleştirilerinizi eksik etmemeniz dileğiyle Allah’a emanet olunuz…

Rehberi Kur’an-ı Kerim olmayan doğruyu öğretmeye çalışırken yanlışı öğretir, kurtarmaya çalışırken batırır:

Batılı bir çocuk eğitimcisinin küçük yaştaki kızı, günün birinde, bir türlü yemek yemez olmuş. Annesi, çocuğa önce yemesi için yalvarmış, sonra zorlamışsa da fayda vermeyince acıkması için beklemiş. Ancak aradan iki gün geçtiği halde çocuk, yemek isteğine tekrar kavuşmamış. Annesi çok ısrar edince, çocuk ağlamaya başlamış ve şöyle demiş:

–Ne olur anneciğim sen de yeme, çünkü seni çok seviyorum.

Annesi, neden yememesi gerektiğini sorduğunda küçük kız sebebini söyler; anne hayretler içinde kalır. Meğer küçük kız ile babası arsında birkaç gün evvel şöyle bir konuşma geçmiş:

–Baba, niçin yemek yiyoruz?

–Büyümek için.

–Büyüyünce ne olacağız?

–İhtiyarlayacağız.

–Peki, ihtiyarladıktan sonra ne olacağız?

–Ne olacak, herkes gibi biz de öleceğiz…

O günden sonra çocuk yemek yememeye karar vermiştir. Çünkü o, herkesin yemek yediği için öldüğünü zannedip; öyleyse yemek yemem; yemezsem büyümem, büyümeyince de ihtiyarlamam ve dolayısıyla ölmem diye düşünmektedir. Kendisi ölmek istemediği gibi, çok sevdiği annesinin de ölmesini istemiyor. Bu sebeple onun da yememesi için, yalvarıp yakarıyor. Eğitimci bu hâdiseyi naklederek okuyucularına ‘Demek çocuklara anlaşılması zor olan ölüm ve âhiret gibi mevzuları anlatmamalıyız.’ diyor.”

Emin olun, yanlış yolda olan çocuk değil, Batılı eğitimcidir, çünkü o ölümü Kur’an-ı Kerim’in insanlığa öğrettiği şekilde öğretmemiş. Biz, çocuklarımıza hem ölümü ve ahireti anlatıp hem de onları saplantılardan koruyabiliriz. İslamî eğitimin farkı budur işte.  

Abdulkadir TURAN / İnzardergisi Haziran - 2011

Bu haberler de ilginizi çekebilir