• DOLAR 32.5
  • EURO 34.615
  • ALTIN 2478.86
  • ...
HÜDA PAR: ABD daha teslimiyetçi bir Türkiye istemektedir
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yapılan haftalık dış gündem değerlendirmesinde; ABD’nin Türkiye’ye yönelik S-400 tehditleri, gerginliği azaltma bölgesi olan İdlib’e yapılan saldırılar, BAE’de petrol gemilerine yapılan sabotajlar ile Avusturya’da artan İslam düşmanlığı ve başörtüsü yasağı gibi konulara değinildi.

ABD’nin Türkiye’ye S-400 tehditleri

Türkiye’nin S-400 alımına ilişkin ABD’nin tehditkâr diline işaret edilen değerlendirmede, "Türkiye'nin S-400 alımına ilişkin ABD Dış İlişkiler Komitesi‘ne bir karar tasarısı sunuldu. Tasarıda; Türkiye'nin almayı planladığı S-400'lerin ABD ve NATO ortaklarının güvenliğinin altını oyduğu, Türkiye’nin İran ve Rusya ile işbirliği yaptığı belirtiliyor. Ayrıca tasarıda, S-400’lerin alımı durumunda Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması çağrısı yapılarak ya Putin ya da NATO’nun tercih edilmesi dayatılmaktadır." denildi.

"Düşmanlık ve bağnazlığa rağmen Türkiye’nin ABD ve AB ile yakın ilişkiler içinde olması yanlış"

Tüm tehditlerine rağmen Türkiye’nin, ABD ve AB’ye yakın ilişkiler içinde olmasının yanlış olduğu belirtilen değerlendirmede, "S-400 gerilimi teknik boyutta ele alınsa da ABD’nin savunma dâhil birçok alanda dünya ülkeleri üzerinde kurduğu hegemonyayı ortaya koyması açısından önemlidir. ABD, NATO ülkelerinin güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle Türkiye’nin savunma politikalarına karşı çıkmaktadır. Aslında ABD, daha teslimiyetçi bir Türkiye istemektedir. Yoksa Türkiye’nin S–400 alımının NATO ülkelerinin güvenliğini tehdit etmekle bir alakası yoktur. ABD bu kadar NATO ülkelerini düşünseydi, Suriye’de Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden gruplara silah sevkiyatı yaparak destek vermezdi, çünkü Türkiye de NATO üyesidir. Sadece bu da değil, ABD’nin yanı sıra ortak güvenliği esas alan NATO’nun diğer bileşenleri de, Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini tehdit eden oluşumları müttefik olarak kabul etmiş, teçhizat ve finans desteği sağlamıştır. Ancak bu kadar açık düşmanlık ve bağnazlığa rağmen Türkiye’nin halen ABD ve AB ile yakın ilişkiler içinde olmasını ve kendini onların yanında konumlandırmasını yanlış buluyoruz." ifadelerine yer verildi.

Türkiye’nin kendi konseptine uygun bağımsız bir savunma politikasının olması gerektiğine temas edilen değerlendirmede şöyle devam edildi:

"Ortak çalışma grubu, NATO sistemlerine entegre edilmeyeceğine dair garantiye rağmen mesele ‘güvenlik’ üzerinden değerlendirilip, ağır yaptırımlar gündeme getirilmektedir. 2017 yılı incelendiğinde Türkiye’nin, hava savunma ihtiyacını önce NATO içerisinde gidermeye çalıştığı ancak mali açıdan beklentinin karşılanmamış olduğu görülmektedir. NATO üyesi kimi ülkelerin Rus füze savunma sistemi S-200, S-300’leri kullandıkları ortadayken özellikle Türkiye’nin ağır tehditlerle karşı karşıya kalması, siyasi bir sürecin işlendiğini göstermektedir.

"Ülke üzerindeki ABD etkisi sonlandırılmalıdır"

Suriye iç savaşıyla birlikte sınır güvenliği tehdit edilen Türkiye’nin NATO üyeliği sorgulanır duruma gelmiş, oluşumun ‘ortak güvenlik’ politikası çökmüştür. Her bağımsız devlet gibi, Türkiye’nin de kendi konseptine uygun bağımsız bir savunma politikası olmalıdır. Bu nedenle; Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi ve Suriye politikalarında sözde müttefik ülke ABD’nin ve üyesi olduğu NATO’nun rolünü analiz edip yeni bir politika ortaya koymalıdır. Savunma, ekonomik ve siyasal politikalar ülke ve bölgesel menfaat açısından yeniden dizayn edilerek ülke üzerindeki ABD etkisi sonlandırılmalıdır."

İdlib saldırıları

Gerginliği azaltma bölgesi olan İdlib’de yapılan saldırılara değinilen değerlendirmede, "Mayıs 2017’de Astana toplantısında İdlib ve çevresi, gerginliği azaltma bölgesi ilan edilmişti. Ancak o tarihten bu yana bölgeye yönelik Suriye rejimi ve Rusya’nın saldırıları sürüyor. Düzenlenen hava saldırılarında okul, hastane gibi sivil yapılar ve siviller bilinçli olarak hedef alınıyor. Saldırılar sebebiyle Nisan ayında en az 142 sivil yaşamını yitirdi." hatırlatmasında bulunuldu.

Rusya ve ABD’nin, Suriye’deki iç savaşı kontrollü olarak devam ettirdiğine dikkat çekilen değerlendirmede, "Yaklaşık 1 milyonunu çocukların oluşturduğu 3 milyon sivilin yaşadığı bölgede saldırılar sebebiyle göç başladı ve binlerce kişi kamplara sığınmak zorunda kaldı. Düzenlenen hava saldırıları sebebiyle insanî yardım kuruluşları yardımlarını askıya aldığı için kamplara yardım ulaştırılamıyor. Birleşmiş Milletler, kamplarda gıda malzemelerinin bittiğine dair açıklama yaptı. Saldırılardan kaçabilen sivil halk bu kez de kamplarda açlıkla mücadele ediyor. Suriye halkı, bu İdlib operasyonlarıyla yeni bir sivil kıyımı ve göç dalgasıyla karşı karşıya bırakıldı. Siyasi çözüm noktasında önemli adımların atıldığı sanılan Suriye’de menfaatleri doğrultusunda ortak bir noktaya varan Rusya ve ABD’nin rejim ve muhalifler üzerinden Suriye iç savaşını kontrollü olarak devam ettirdikleri görülmektedir." ifadelerine yer verildi.

"Bu iki ülkenin Suriye projelerine karşın İran ve Türkiye’nin Suriye’de tarihi bir rol üstlenip sorunu siyasi müzakere yoluyla çözüme kavuşturması artık zaruri bir hal almıştır." denilen değerlendirmede, "Müslümanların Mübarek Ramazan ayında ölüm ve açlıkla baş başa bırakılması asla kabul edilebilir bir durum değildir. Suriye’de süresiz ateşkes ilanı ve sivil yaşamların korunması hususları tüm İslam dünyasının önceliği olmalıdır." ifadeleri kullanıldı.

Petrol gemilerine yapılan sabotajlar

12 Mayıs’ta Birleşik Arap Emirlikleri’nin doğu sahilinde yer alan El-Fuceyra Limanı yakınlarında Suudi Arabistan, BAE ve Norveç bandıralı petrol tankerlerine kaynağı belirsiz saldırılar gerçekleştirildiği hatırlatılan değerlendirmede, 14 Mayıs’ta ise Suudi Arabistan Enerji Bakanı, ülkenin doğu bölgesindeki rezervlerden batı sahilindeki limana petrol taşıyan boru hattı üzerinde bulunan 2 pompa istasyonuna drone saldırısı düzenlendiğini duyurduğu aktarıldı.

Ekonomik ambargolarla zayıflatılan İran’a askeri bir müdahalenin hedeflendiğine dikkat çekilen değerlendirmede, "Suudi Arabistan ve BAE’nin, İran’ın bölgede yalnızlaştırılması ve askeri bir müdahaleyle tasfiye edilmesine dair planının varlığı bilinmektedir. Bu kapsamda ABD, siyonist işgal rejimi ile ortak güvenlik zirveleri düzenlenmiş, İran en büyük tehdit unsuru olarak lanse edilmiştir. Ekonomik ambargolarla zayıflatılan İran’da toplumsal kargaşa, marjinal stratejiler ve akabinde ise bizzat Körfez ülkeleri kontrolünde rejim değişimiyle sonuçlanacak askeri bir müdahale temel hedeflerdendir. Saldırıların İran bağlantısı sorgulanmakla birlikte temel olarak hedeflenenin bu tür provokasyonlar olduğu açıktır." denildi.

Olası bir çatışmanın kimseye fayda sağlamayacağı ifade edilen değerlendirmede,  İran-Irak savaşı ve Suriye’nin durumu gibi somut örneklerin ortada olduğunu kaydedildi. Değerlendirmede, bu nedenle diğer bölge ülkelerinin, söz konusu gerilimin fiili bir çatışmaya dönüşmemesi için etkin rol üstlenmesi çağrısında bulunuldu.

Avusturya’da başörtüsü yasağı

Avusturya’da aşırı sağcı hükümetin ilkokullarda başörtüsünü yasaklayan yasa tasarısı meclisten geçtiğine değinilen değerlendirmede, şu görüşlere yer verildi:

"Çocukların sözde gelişimi ve uyum sürecine hizmet etmesi amacıyla söz konusu yasağın hayata geçirilmek istendiğinin açıklanması İslam düşmanlığına bir kılıf olmakla birlikte ayrışmaya zemin hazırlamaktadır. Dini sembollere yönelik olan bu yasanın sadece Müslümanları kapsaması amacın entegrasyon değil Müslüman karşıtlığı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zira Hıristiyanların haç, Yahudilerin Kipa takması yasanın dışında tutulmuştur.

Daha önce de ülkede öğrenci karnelerindeki din hanesine yazılan ‘İslam’ ifadesi çıkarılarak İslam karşıtlığı bir eyleme imza atılmıştı. Ülkedeki aşırı sağcı hükümetin ‘siyasal İslam ile mücadele’ adı altında yürüttüğü ayrıştırıcı politikalar sebebiyle Müslümanlara ve mültecilere yönelik saldırılar artış göstermiştir." (Ramazan Casuk-İLKHA)

Bu haberler de ilginizi çekebilir