• DOLAR 32.384
  • EURO 35.005
  • ALTIN 2326.163
  • ...
Ez Onu!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Yeni İslam`a girmiş, tertemiz İslam akidesiyle karşılaşmış bir Müslüman, Allah`ın lutfuyla yepyeni duygularla tanış olur. Bu dönemlerde yerinde durması veya durdurulması mümkün değildir… Bu Müslüman bir şeyler yapmak, mutlaka ve mutlaka bir şeyler öğrenmek, hayatının her alanına geçirmek ister yeni düşünce ve öğrendiklerini…

Çünkü yaşadığı bu yepyeni duygular, onu böylesi eylemlere teşvik eder…

İşte böylesi bir zamanda, bu Müslüman`a yol gösterecek yetkin bir kimse yoksa veya gayri yetkin kimseler tarafından zamansız ve mekansız eylemler önerilmişse; yerinde duramayan bu Müslüman`ın zamanla durulduğunu, çırpınmaktan yorulup, büküldüğünü ve bir kenara çöktüğünü görürsünüz!

Ve artık, gereğini yapmadığı duygular, veya gereği gibi yaşayamadığı duygular ondan uzaklaşmıştır artık…
Yorgundur, bitkindir…

Daha önceleri onu heyecanlandıran, onun duygularını ayağa kaldıran İnancı artık ‘`bağışıklık`` kazanmıştı… Etki etmiyordu artık. Ya da, ‘`etkili yetkin kişiler yapıyor zaten.`` diyerek kabuğuna çekilmişti…

Evet, bizlerde değişime uğradık! Dünden bugüne ne çok şeyin değiştiğine kah üzülerek, kah sevinerek bazen de umud taşıyarak yüreğimizde şahitlik ediyoruz… Uyuşmuş ve teslim olmuş bireyler olduk vicdanlarmızla beraber… Evet değiştik hemde bir hayli değerlerimizi kaybettik, hassasiyetlerimizi yitirdik. İnancımızın gereği olan örtünme şekillerimizi değiştirdik. Allah`ın bir farzı olan, kadının özgürleşmesinin, kimliğinin, kişiliğinin sembolu olan örtümüzü modanın bir tarzı olarak benimseyip dişiliğimizle ön plana çıkararak köleleştik. Değişti komşuluklarımız, dostluklarımız, aile ilişkilerimiz, kardeşliğimiz! Zalimin tepesine inmesi gereken ellerimiz vardı, etten örülmüş, birbirlerine kenetlenmiş ellerimiz, uzaklaştı birbirinden… Ölçümüz Allah adına, Allah için sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız düstürüydü dün… Yürekten kurulan yer sofralarında muhabbet eşliğinde kardeşlerimizi ağırlarken, şimdilerde ilişkilerimizi avrupanın ölçüleriyle ölçülendirdik…
İçimizde saklı tuttuğumuz gösteriş merakımızın açığa çıkmasına izin verdik, riyakarlaştık. Anneler, babalar, evlatlar, kadınlar kocalar ve roller değişti. Elbette değişim kaçınılmazdı ama bizi ilerleme noktasına taşımak suretinde olmalıydı bu.
Peygamberde bulunduğu toplumu değiştirdi ama onları kemalat noktasına doğru taşımak suretiyle değiştirdi…
Buna rağmen umutlumuyuz bu günümüzden, yarınımızdan, geleceğimizden?

Genelimiz umutlu olduğunu belirtiyordur… Madem öyle, kardeş kardeşe başlayalım karşılıklı konuşmaya… Merak ya! Neden umutlandıklarını öğrenmek istiyorum! Bazıları bu tavrımı ferasetsizlik olarak değerlendireceklerdir. Çünkü bu kardeşlere göre umutlanacak o kadar çok şey var ki. Onlar benimde bunları görmemi, bu durumlardan umutlanmamı isterler samimi kardeşlerim olarak…

Hiç şüpesiz nankörlükten Rabbimize sığınırım. Yaşadığımız zaman diliminde hiç şüpesiz umut verici kıpırdamalar, umud verici uyanışlar elbette ki var…

Ben yinede ilkin kendime yöneliyor, kendime bakıyor ve kendimi dikkate alıyorum. Kendimden, kendi yarınımdan umutlu olup, olmadığımı anlamak istiyorum. Şayet kendimden, kendi cehdimden umudum yoksa, başkalarıyla umutlanmaya hakkım olmadığını düşünüyorum.

Bilmem haksızmıyım?

Kendi halim, kendi dururmum, kendi yönelişim, kendi eylemlerim umutsuz ise, başkalarıyla umutlanamıyorum… Başkalarından umut duyarak yarınlara bağlanmaya hakkımız yok çünkü!

Elbette bu ifadenin doğruluğu tartışılabilir!

Ancak bazı önemli hususlarda doğru olduğuna inanıyorum… Çünkü sağolsun bazı çok çok iyimser kardeşlerimiz var. Yapılması gerekirken henüz yapılamayan bir çok çalışmadan sadece bir veya birkaç tanesini yapan bir Müslüman gördükleri zaman, sanki mehdi görmüş bekleyici gibi seviniyorlar!

Umut bu ya! Kendileri bir şey yapamasalar da, yapacak olanları umutla izlemeye başlıyorlar… Kurtuluş meşalesi tutuşuveriyor gönüllerinde…

Bu sevinç ve umutla başlıyorlar hep bir ağızdan haykırmaya;

‘` Sen başaracaksın, ben yanında olmasam da, ez onu!``

Bu durum, karınca fil hikayesine ne çok benziyor değilmi?

Hani ormanda yaşayan karıncalar, yuvalarını altüst eden ve onları ezip geçen bir filden çok şikayet ediyorlarmış. Aralarında en bilge karınca ‘` Ona haddini bildirin, hepiniz bir yerini ısırsa, ısırılmadık yeri kalmaz ve bizden uzaklaşır`` demişsede buna cesaret edememişler, korkmuşlar… Günlerden bir gün bakmışlar ki, bir arkadaşları fil`in kafasına çıkmış ve orada, fil`in tam tepesinde geziniyor! Hepsi şaşkın şaşkın arkadaşlarının bu cesaretine hayran kalmışlar…

Sevinmişler, umutlanmışlar ve fil`in tepesinde gezinen arkadaşına bu umutla seslenmeye, haykırmaya başlamışlar…
 
-Ez onu, ez!..
 
Acıyla karışık bir tebessüm yayılmıştır yüzümüze…

Bizdeki karınca mantığı!
 
Zulme karşı direnen kardeşim! Sen diren, dik tut başını, eğme sakın!

Zindan zindan dolaşan kardeşim! Sen zindan Yusuf`usun, sen sabret!

Yahudi`nin zulmü altında inleyen kardeşim! Gece-gündüz silahlı baskın yapılan

Kurd`un kuzu kapışı gibi kapılan, başı-kolu bedeninden koparılan, sen bakmaya devam et Yahudi`ye Hayberce !.. Sen dayan, izzetinle ölmesini bil!

Organları kesilerek parçalanan, üzerinde türlü zulüm uygulanan kardeşim! Sana emanet olarak verilen bedenini ak, pak bir şekilde Allah`a sun!

Başörtüsü mücadelesi veren bacım! Sakın cayma davandan, Allah`ın Nur`unu başında onurla, şerefle, vakar ve edeple taşı!
 
Peki ya ben?

Çok mu değişime uğradım?

Artık sözü uzatmaya gerek yok!

Meryem Koca / doğruhaber
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir