• DOLAR 32.35
  • EURO 35.141
  • ALTIN 2310.236
  • ...
Marifet Bağından Hakikat Demetleri
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Bir kuşun tek kanatla uçması düşünülemez. İslam’ı bir bütünlük olarak değerlendirdiğimiz zaman “şeriat, tarikat, hakikat ve marifet” dörtlüsünden gayrı düşünemeyiz. Aslında bu konuyu Allah Resulü Hz. Muhammed (Aleyhissalatu vesselam)’in Cibril Hadisi olarak bilinen meşhur Hadis-i Şerif’te buyurduğu “ İslam, İman, İhsan” tanımlamasında daha beliğ bir şekilde görmekteyiz.

Şeriat (İslam), Yüce Allah (c.c)’ın va’z ettiği İlahi kanunların tamamıdır.

Tarikat (İman), bu kanunlara varmanın istikamet yoludur.

Hakikat (İhsan), o yolun güzelliğine iman nurunun aydınlığında Allah (c.c)’ın yüceliğini, kudretini ve O’na kulluğun gereklerini marifet hoşluğuyla görmenin adıdır. Allah (c.c)’ın bizlerin her haline muttali olduğunu bilerek kulluk görevini yerine getirmektir.

Tasavvufun saf ikliminde Allah (cc) aşkıyla cezbe olmuş sofular, selamete götüren güzergâhta tarikatı, hakikatin özüne ulaşma noktasında bir kabuk misali görmüş. Meyvenin tadının kabuğuyla kemale ereceği gerçeğini anlamışlar. Dolayısıyla her biri hal ve kal diliyle müminin Allah (cc)’a karşı kulluk duruşunu, bireysel olgunlaşmanın ipuçlarını, toplumsal dayanışma ve selametin kodlarını sözün özüyle ifade etmişlerdir. Biz de tasavvufun bu marifet bahçesinden birkaç hakikat meyvesi devşireceğiz, yüreğimize mana tadında:

“ Gel, gel, ne olursan ol yine gel! İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel! Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir! Yüzbin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!...” ( Mevlana)

İslam, insanların dünya ve ahiret huzurunu temin etmeyi amaçlayan İlahi emirler manzumesidir. İlahi irade, bu mutluluğun ortaya çıkmasını diledi ve bu imtihan dünyasını var etti. Kendisine cüzi irade verilmiş insanoğlu da kâh şeytan ve nefsin aldatmasıyla batıla saplandı, kâh iradesini kontrol ederek Allah (cc)’ın dilemesiyle hidayete erişti. İman fikrini kendine dava yapan ve Allah (cc)’ı razı etmeyi amaç bilen müminin önüne, sağına, soluna şeytan ve aveneleri birer aldatıcı olarak çıktı. Bu iman davasını yok etmek amacıyla tüm mesailerini, imkânlarını, güçlerini harcayıp zorbalıkla düzenlerini kurdular. Derken insanların birçoğu hak yoldan koptu. Şu yerkürede insanoğlu Allah (cc)’a karşı şımarıp inkâra yöneldi, nankörlük edip asileşti, gücüne kapılıp fitne ateşini tutuşturdu. Bazen de hınçla, kinle İslam’a düşman kesildi, bazen de küllenen vicdanına kulak verdi; ama günahkârlığından nasıl kurtulacağını bilemedi. İşte bu noktada peygamberler, veliler ve davetçiler birer yardım eli oldular, şu çaresiz insanlığa. Onu, karanlığı içinde terk etmediler, yalnızlığıyla çıldırtıcı bunalımın kollarına atıvermediler, ümitsizlik darboğazında daraltmadılar. Allah (cc)’ın engin merhametine, kuşatıcı mağfiretine, affedici bağışlayıcılığına, tükenmeyen razılığına çağırdılar. Dil, din, ırk, cinsiyet, makam ayrımı gözetmeksizin insanları iman, İslam, adalet, kardeşlik dergâhına buyur ettiler.

“ Yaradılanı severiz, Yaradandan ötürü!”

( Yunus Emre)

 Kâinat, ihtişamı içinde bir düzen ister. Düzen dahi bir ölçüyle olur. Ölçüsüz, bir düzenden bahsedilemez. Ölçü dahi dengeyi adaletle tartan bir terazi ister. Hamurun kıvamlı bir ekmeğe dönmesi maya tutmakla olur. Maya tutmamış hamur kıvamlı olmaz. Kâinat da İlahi teknede yoğrulmuş bir varlık hamurudur. Bu hamurun mayası sevgidir, muhabbetullahtır. Habbe, bir şeyin özü, çekirdeğidir. Muhabbetin habbesi sevgidir. Sevgi, Allah (cc) içindir. İnsanlar sevilirse isimleri, yakınlıkları, endamları, makamları veya icraatları nedeniyle değil; faziletli yönleri, güzel huyları ve temiz ahlakları sebebiyle sevilmelidir. Onları Allah (cc), en mükemmel şekilde yaratığı için sevilmelidir. Amel eksenli sevgi, dostluk ve kardeşlik de bir sıcaklık oluşturur. Arada iman akidesine bir düşmanlık varsa, fitne ve fesat odakları insanlığı fikri, ameli ve ruhi noktada ifsat etmeye çalışıyorsa, mazlumların her türlü haklarını zalimane gasbeden zalimler mevcutsa o zaman Allah (cc) için buğz devreye girer.

İnsafsız bir şekilde bu sözü anlamsal olarak daraltmak, ters çevirmek veya Bektaşi fıkrası misali önünden/arkasından kırpmak yanlıştır. Yaratılanı Allah (cc) için sevmeyi bir ölçü olarak sunan bu sözün aynı zamanda ters döndürmesi de şudur: Yaratılana duyulan kin de şahsi ve menfaat odaklı değil, Allah (cc) için olmalıdır. “ Ey iman edenler! Kendi (din kardeş)lerinizden başkasını (dost ve) sırdaş edinmeyin (Çünkü) onlar, size şer ve fesat yapmakta hiç kusur etmezler; size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Muhakkak ki, onların (kin ve) buğzları ağızlarından (taşıp) meydana vurmuştur. Göğüslerinde gizlemekte oldukları (düşmanlık) ise, daha büyüktür” (Al-i İmran, 118)

“Sevdiğin kimseyi ifrata kaçmadan bir ölçü dairesinde, kararınca sev; çünkü günün birinde, sevmediğin biri olabilir. Sevmediğin bir kimseye de, buğzetmek ve onun aleyhinde bulunmakta itidali elden bırakma. Zira bu kimse, bir gün senin (canciğer) dostun olabilir” (Tirmizi, Muhtarul-Ehadis, 45)

İşte dengelenmiş sevgi ve buğz, Allah(cc)ın rızası olursa, dünyada huzur getirdiği gibi, ahiret yönüyle de insanın ebedi kurtuluşuna vesile olabilir. Zira “Kişi, sevdiği ile beraberdir” (Hadis-i Şerif, Tirmizi)

“ Eline, diline, beline sahip ol!” ( Hac-ı Bektaşi Veli)

Toplumsal ve bireysel denge bu sözde özlü olarak okunabilir. Sırtını güce ve haksızlığa dayamış olanlar, sosyal ve ferdi sorunları çözmede samimi olmadıkları gibi bazen sözüm ona açılım adına pansuman çözümler üretirler. Oysa özlü sözlere serpiştirilmiş beyanlar, huzuru sağlayacak kalıcı tedbirlerdir. Sırtını şehvetlere dayayan arzu, istek ve harama tevessül bireysel ve toplumsal dengeyi zedelediğinden şehvetler, helal daireyi geçmemeli otokontrol olmalıdır

El gücün, otoritenin remzidir. Devletin eli iktidardır. İktidarın eline sahip olması, adaletle yönetmek ve sosyal/siyasal/ekonomik açıdan kapsayıcı bir idare oluşturmaktır. Ailenin eli, evin reisidir. Ona düşen ailenin mutluluğunu sağlayacak çizgide olmak ve evlatlarını İslami terbiyeyle yetiştirmektir. Eğitimin eli öğretmendir, onun misyonu topluma ışık tutacak bilge, ahlaklı ve gayretli talebeler mezun vermektir. Her kurumun amiri, memurlarına babacan davranma; her birey kendi şahsına düşen görevi doğrulukla yerine getirme yönüyle eldir.

Dil,  kalbi huzurun ve toplumsal kaynaşmanın en etkili yönü olduğu gibi kalbi afetlerin ve ikili/çoklu ilişkilerde kopmanın da birincil unsurudur. Sözün birçok faciayı önlediği de birçok faciaya yol açtığı da malumdur. Gıybet, dedikodu, tecessüs, yalancılık, sözünde durmama, iftira… gibi yerilen, kişilik açısından insanı seviyesizleştiren birçok kalbi hastalığın ortaya çıkışı dile sahip çıkmamakla olur. Şeref makama seçilen, doğrulukla davrandığı zaman İlahi razılığa ulaşan insanın dilini muhafaza etmesi bu açıdan önemlidir.

“Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Tirmizî, Îmân, 12)

Bel, insanın hem bedeni hem şehevi dengesidir. Çok yemenin hem sıhhat, hem de ibadete iştiyakı açısından olumsuz etkileri ortadadır. Şehevi arzuların elinde zebun olmuşların ahlaki açıdan getirdiği yıkım, aynı zamanda sağlıklı nesillerin yetişmesinde ve iradeli gençlerin önünde ciddi bir tehlikedir. Bu noktadaki hassasiyet, ahlaki güzelliği ve iffetli bir nesli ortaya çıkaracaktır.

“Tasavvuf, Hakk’ın, seni senden öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir.”  (Cüneyd-i Bağdadi)

Kuran’ın kulluğumuza ışık tutan ayetlerine baktığımızda Allah (cc)’a selim bir kalble yönelmenin, Muhammedi aşkla coşan yüreğin temelinde nefsi arzulardan beri olmayı görürüz. Ayetin diliyle “ nefsin kötülüğü emredici” olduğu bize söylenmektedir. İnsan, kendi özünde iki benlik taşır. Birinci benlik, bizi “ben” duygusunun egoistliğiyle dalalete sürükler. Aldatıcı bir gurur, kalbi karartan bir kibirle şeytana taraf eyler. Hüsrana uğramışlar zümresine dâhil eder. Bu noktada iman, bir ışık olarak birinci benliğimizin karanlığını ışıtır. İkinci benlik, salih amelle hakkı ve sabrı yaşamamızı ve bunu tavsiye etmemizi salık verir. O zaman Hakk’ın inayetiyle hidayet bulmuş bahtiyarlardan olarak Hakk’la dirilmiş olacağız.

“Ey mutmain (tatmin olmuş) nefis! Razı olmuş ve rızaya ermiş olarak dön Rabbine! Haydi, katıl kullarıma! Gir Cennetime!” (Fecr, 27- 30)

Bu minval üzere söylenebilecek çok söz var. Biz ise hakikatin zihne yaklaşılması noktasında Kur’an üslubu üzere misallerle, güzel/veciz sözlerle bilgilenmenin kâfi olacağına kaniyiz.

 

İbrahim Dağılma / idagilma@inzardergisi.com

Bu haberler de ilginizi çekebilir