Daru`l-Acaib (!)
Firavunun sarayından kurtulup arada bir de mescide gittiğinde hutbelerde dahi takımların zaferi için dualar eden Belam`ların çektiği cila ile yaptığın işin meşruluğu hissiyle şevk içerisinde uyumaya devam edersin.
Dünyada nice garip ve ilginç memleketler vardır. Ama şu bizim memlekette gariplikler sıralamasında azımsanmayacak kadar yukarılarda olsa gerek. En küçük hak aramaya ya da eleştiriye dahi tahammül edemeyip hemen adres gösterilse de kimsenin bir yerlere gitmeye niyeti yok gözüküyor. Sol cenahtan hak ararsanız adres Moskova`dır. İslam cenahından hak ararsanız adres ya İran`dır ya da Arabistan`dır. Peki neden Yahudi uşaklığından hazz alan ensesi kalınlar İsrail`e taşınmıyor. Veyahut Amerikan uşaklığından onur duyanlar, niçin Amerika`ya defolup gitmiyor? Her halde bunlar hak ve özgürlükleri fizyolojik ihtiyaçlarla karıştırıyorlar. Acıkan mutfağa, sıkışan tuvalete, kirlenen banyoya gitsin demek ile, hak arayan hakkın verildiği yere gitsin demenin aynı şeyler olduğunu zannediyorlar.
Hayır! Hakk her yerde haktır ve her yerde var olmalıdır. "Ya sev ya terk et" terennümleri ile hakların savuşturulamayacağını bir türlü anlamak istemeyenler Mekke cahiliyesinde de vardı. "Ya sev ya terk et" dediler. Hakk taraftarları vatan eğer hakk hakim ise vatandır dercesine hicreti tercih ettiler. Sonra Mekke`nin fethinde hakk ehli, ister sev ister sevme hakkını koruruz dediler.
İşte bu bizim memleket daha nice garipliklerle doludur. Halk kitleleri öyle içi boş şeylerle avutulur ki ne uyuyan uyuduğunun farkındadır ne de çoğu uyutan uyuttuğunun farkındadır. En kavi toplumsal uyku ilaçları ustalıkla şırınga edilir. İrili ufaklı binlerce çeşit uyku ilacı mevcuttur şu bizim memlekette. Misal;
Evet! Ne gariptir ki milyonlarca insanın gözü kapalı, daldığı bir uykunun kuvvetli etkisindedir. Taraftarlar tuttukları takımın galibiyeti ile sanki cennetle müjdelenmişçesine sevinirler. Mağlubiyette de sanki cehennem biletinin kesilmesi gibi üzücüdür onlar için. Futbol deyince akan sular durur. Maç anında gözler başka şeyi görmez, kulaklar duymaz olur. Maç sonrası sahte bir başarının kutlamalarında gerçek mermiler havada uçuşur ve masum çocuklar dahi pencere ve balkonlarda sözde kaza kurşunuyla heder olur. Hele milli takımla ilgilenmeyen düpedüz "vatan hainidir"
Sevinç ya da üzüntüyü futbol oyuncuları, takım yöneticileri, havlucu gibi "meslek" erbabının hissetmesi bir açıdan anlaşılır bir şeydir. Trilyonların döndüğü pazarda menfaat elde edebilenler, menfaat kaybedenler tabiidir ki sevinecek veya üzülecektir. Ama bu taraftara ne oluyor anlamak zor, ya hu! Senin takım yendiğinde kapına erzak mı bırakıyorlar? Maaşına zam mı geliyor? Çocuğunu özel okula mı kaydediyorlar? Adına ikramiye mi çıkıyor? Sen niye bağırıyorsun ki? Bağırıp çağırıyorsun, etrafı yakıp yıkıyorsun, küfür edip insanlara saldırıyorsun. Sen gooool diye bağırırken birileri senin sevincinden kazanç elde ediyor. Dünya kupasında Milli takımın maçları ile benzin zamları aynı saatte yapılıyordu. Vatandaş gool diye bağırırken hükümetin vatandaşa attığı gol hiç de hafif değildir. Takım kadrosu sevinir, ensesi kalın patronlar futbol ile ilgilenir.
Ama ey sen garip halkım sana ne oluyor? Asgari ücretinle ay sonunu getiremiyorsun, çoluk çocuğun ayağında ayakkabı yok. Geçinmek için karını kızını çalıştırmak zorunda kalmışın. Acaba senin dünyada yaşadığından birilerinin haberi var mıdır? Senin dirhem ağırlığın var mıdır tapınırcasına sevdiğin takımının gözünde? Zerre kıymetin var mıdır? Çektiğin yoksulluğun ve acıların, ızdırabından etkilenen var mıdır? Sömürülen emeğinle birlikte sömürülen duygularını üst üste koyduğunda Hakk katında dağlar ettiğini ne zaman bileceksin. Ve bu emek ve duygularının peşinden koştuğun camiada sinek kadar kıymeti olmadığını ne zaman anlayacaksın? Doğru ya anlayamazsın. Zaten sen sorgulayamayasın diye, anlayamayasın diye bu tezgahlar kuruluyor ya! Koştur bakalım içi boş yuvarlağın peşinde! Emeğini, sevgini, tüm duygularını karşılıksız hibe et(!) Hiçbir şey umurunda olmasın, annenin evladını sevdiği gibi sev bakalım. Nişanlısını bekleyen köylü kızının safiyetinde bekle takımının "şampiyon" olacağı günleri.
Esmaül Hüsna`dan beş tane sayamazken on tane sahabenin adını bilmezken say bakalım takımın yedekleriyle beraber isimlerini hatta evvelki seneyle beraber. Oysa bir düşünsen şu garipliği. Azıcık sorgulasan tezatlar zincirini. Her sene yenilenen kadronun aynı takım olmadığını dahi çözebilsen. Sana takım diye yutturulan markanın arkasındaki yediğin gollerden inşa edilmiş, duygu ve emek tuğlalarından yükseltilmiş çağdaş piramitleri bir görebilsen. Göremezsin halkım göremezsin tabii ki. Firavunun sarayından kurtulup arada bir de mescide gittiğinde hutbelerde dahi takımların zaferi için dualar eden Belam`ların çektiği cila ile yaptığın işin meşruluğu hissiyle şevk içerisinde uyumaya devam edersin. Haklısın halkım Dinin tebliği yerine sana falan takımın taraftarı olmanın gerekliliği tebliğ edilirken sen ne yapacaksın ki?
Tarikat`ül Futbolliyye
Memleket yıkılsa da o gün iki büyük takımın maçı varsa kimsenin umurunda değildir. Hafta ortasına kadar yapılmış maçların kritiği hafta ortasından yine hafta sonuna kadar yapılacak maçların kritiği ile günler geçer. Yenenler en şerefli yenilenler en şeref
Kur`an`dan bir öğreti ile malumdur ki iktidarı ele almanın üç yolu vardır: Birincisi; kan dökmek. İkincisi; entrika çıkararak iktidarı ele geçirmek. Üçüncüsü; ilimden elde edilen çıkarım ile adil ve ıslah edici bir yönetim tarzı uygulayarak halkın sevgisini kazanmak. Bunlardan üçüncüsü zor olanıdır. Zor olmakla birlikte Nebevi bir metot gerektirdiğinden taliplisi de azdır. İlk ikisinin ise taliplisi ve uygulayıcısı çoktur. Usta idareciler ilk ikisini olduğu gibi üçüncüsünü de sahtekârlıkla kullanırlar.
Bu ustaların pirlerinden biri de hiç şüphesiz Firavun`dur. Firavun kan dökmeyi ve entrikayı çokça kullanmakla birlikte ilim kanadının nübüvvet ayağını da Belam vasıtasıyla oturtur ki güçlü bir iktidar elde eder. Firavunun ve idare sisteminin Kur`an`da uzun uzadıya bahsedilmesinin hikmetlerinden birisi de; Firavuni sistemlerin müminler tarafından iyice anlaşılmasının elzem olması gerekliliği olsa gerek. Malum, Firavun iktisadi dengeyi Karun`la, askeri ve teknik sorunları Haman`la olağan üstü görsellik sevdalısı ahmak kitlelerin kontrolünü büyücü ve sihirbazlarla, kitap ve sünnet eksenli tevhidi direnişi de satılmış saray uleması Belam ile halletmeye çalışır. Ve bütün bu kurumları da ustalıkla kurduğu entrikalarla ayakta tutmaya gayret eder. Bunun içindir ki zulüm ve küfür iktidarları entrikasız ayakta kalamaz. Entrikanın tıkandığı yerde kan dökülerek bastırılan muhalefet ruhu yeniden yeşerene kadar bu süreç devam eder gider.
Firavuni metot da ortaya konan en belirgin entrika halkı hiziblere ayırarak ileride olması muhtemel muhalefet ittifakının önünü kesmektir. Usta entrikacı Firavun`un kullandığı bu metot Kuran-ı Kerim`de Kasas suresinin. 4. Ayeti kerimesinde mealen: " Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır`da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı." şeklinde buyrulmaktadır.
Halkın gücünü kırmak, zayıf tutmak için halkı çeşitli şekillerde fırkalara bölen, Milat öncesi Firavun, İsrailoğullarını sınıflara ayırarak her sınıfa farklı vazifeler vererek kullanıyordu. Kimi sınıfı kendisine daha yakın tutarak onları diğerlerine oranla daha refah içerisinde yaşatıyor böylelikle. Ve aralarında rekabet hissi dikiyor ve bu toplumsal çekişmeden Firavun`un sistemi nemalanıyor ömrü uzuyordu.
Milad öncesi ilkel Firavuni siyaset metodu, otuz yıllık hilafet döneminden sonra Emeviler dönemi ile birlikte daha da gelişti. Fıkhi mezheplerin de toplumsal çekişme esnasında kullandığı bu dönemden sonra işin içerisine tarikatlar da karışınca zaman zaman Osmanlı döneminde saltanatın bekası için her şey bir malzeme olarak kullanıldı. Maktuller devletin bekasına kurban edilirken vahye dayalı bilgiden eser yoktu. Ama vahye dayandırılmış fetvalar saray uleması eliyle mühürleniyordu. Osmanlıdan sonra hiper gelişmişlik gösteren Firavuni entrika metodu genellikle Türkiye ve diğer İslam coğrafyalarında ustalıkla işletilmektedir. Ustalıkla işleyebilmesinin ilk şartı ise; halkı mümkün olduğunca bilgisiz bırakmak ya da bilgi kirliliğine boğmaktır. İkinci şartı ise; kişiliksiz ve kompleks sahibi bireylerden oluşan bir kitle meydana getirmektir. Böylelikle bilgisiz ve kişiliksiz bireyleri hiziplere ayırmak daha kolay olacaktır. Sayısal çokluğu bir kıymet zannederek kendisinin de adam yerine konduğunun hissine kapılan kişiliksiz bireyler olmadık sembol ve renkler vasıtasıyla kolayca taraf olma psikolojisine girecek ve "ben de büyük bir oluşumun bir parçasıyım" hissi ile her türlü kullanılmaya müsait bir birey olacaktır. Kullanıma müsait bireylerin oluşturduğu hizipler diğer hiziplerle rekabet ede dururken idari çarpıklıkları sorgulayabilecek tefekkür zamanı elde edemeyecek, böylelikle güçlü bir muhalefet oluşamayacaktır. Bir de bunlara geçim sıkıntısı, hayat şartları, kişisel sorunlar da eklendiği zaman Firavuni siyaset metodu işliyor demektir.
Hiper gelişmiş Firavuni idare metotlarında sadece rejim ve kurucusu ilahlaştırılmaz. İlkel Firavun melik`lik ve rab`lik iddiasında bulunurken aynı zamanda ilahlık mertebesini de istiyordu. Toplumsal gelişmişliğin doğması ile birlikte Firavuni metot da gelişti. İma yolları ile rejim ve kurucusu ilahlık ve peygamberlik makamına oturtulmak istenirken alternatif din sunumunda yeni mezheblere ve tarikatlara gereksinim duyuldu. Bu yeni hizipler ve tarikatların amacı; içi boşaltılmış vahy dinini de kullanarak amaçsız ve sorgulama yeteneğini yitirmiş, sorgulasa da ancak rejimin istediği kadar sorgulayabilen halk kitlelerini meydana getirmekti. Buna binaen yeni bir din evrimi ile kaim olan Firavuni sistem resmi mezhepleri olarak siyasi partileri kurar. Bununla birlikte batı tarzı kültürel, sanatsal ve sporsal faaliyetlerin çoğu amaçsız kitleler oluşturmak için kurulmuş birer tarikat niteliğindedir. Rejim kendi akaidine uymayan mezhebi(partiyi) aforoz ettiği gibi kendi amaçlı amaçsızlıklarına da hizmet etmeyen faaliyetleri desteklemez. İşte bu noktada futbol tarikatının önemi ortaya çıkacaktır.
Kişiliksiz ve kompleks sahibi bireylerin aidiyet hissinden yola çıkılarak kurulan bu mezheb ve tarikatlar, "ben de önemli bir adamım ki böyle bir camiada kendime yer buluyorum" psikolojisiyle hareket eden kitleleri kendine bağlar. Taraf ve ait olmanın verdiği hazz ile müritler ya da halk çoğunluğun tarafında olma halinin verdiği mutluluk ile artık kolayca güdülme aşamasına gelir. Memleket yıkılsa da o gün iki büyük takımın maçı varsa kimsenin umurunda değildir. Hafta ortasına kadar yapılmış maçların kritiği hafta ortasından yine hafta sonuna kadar yapılacak maçların kritiği ile günler geçer. Yenenler en şerefli yenilenler en şerefsizdir(!) Tabi taraftarlar açısından da böyle zikirleri "top"ludur. Kişiliğini, onurunu sadece takımın başarısına endeksleyen bireyler her maçı kişilik sendromu ile beklerler. Küfür ettiği takımın oyuncusu milli takım kadrosuna geçince veya bir dahaki sezon kendi takımına geçince birden gözdesi oluverir. Futbol aşkı en büyük platonik aşktır. Karşılığı olmayacağı en belirgin olduğu halde hiçbir maşuk kendisine bu kadar ahmak âşık bulamamıştır. Rejimin olmazsa olmaz farz ve vaciplerini partiler eliyle sağlayanlar müstehaplarını da en çok futbol tarikatı vasıtasıyla yerine getirirler.
İslam coğrafyasında özellikle Türkiye coğrafyasında çevrilen entrikalar bitmek bilmez. Önce Arap Türk diye bölersin. Sonra kontrollü bir şekilde Türk Kürd diye bölersin. Kürd`ün ırkçılıktan bunalıp İslam kardeşliğine kaçmasını engellemek için örgütler kurarsın. Sonra Kürd bütün müslümanları ırkçı rejimin taraftarı zanneder. Vakti geldiğinde örgüt çökertilir. Bütün müslümanlar töhmet altında bırakılır. Bir taşla on kuş avlarsın. Alevi sunni diye ayırırsın. Sunnileri temsilen bir teşkilat kurarsın. Alevilerin nezdinde Sunniler yezidi olur. Ateistleri aleviler içerisinde beslersin sunniler gözünde aleviler ateist olur. Halbuki ne alevilerin sözü geçer ne sunninin. Daha yetmez sağcı, solcu, merkezci, "İslamcı" partiler kurarsın. Daha da yetmez taraftarlar kitlesi oluşturursun.
Böylece halk ırk, mezheb, particilik, taraftarlık gibi tüm bölünmüşlüklerle boğuşurken istediğin gibi at koşturur istediğin tahakkümü kurarsın. Güneydoğu, ortadoğu gibi bölgelerde haritalar şekillendirmeye çalışırsın. Rahat rahat işgal edersin. Kimine askeri işgal, kimine ekonomik işgal, kimine de kültürel işgal yaparsın, Yerli işbirlikçilerin vatanperver, ülkesini ve halkının hakkını savunanlar terörist olur.
Sular tamamen tersine akar. Şeyh Edebali(r.a)`nin Osman Bey`e nasihati tersine döner. İlahlık taslayanları kutsamak, ilahların iktisadi yönünü hafifletmek, askerliğini yapmak, sabırla sıkıntılara katlanmak hep halkın vazifesidir. Aşağılanmak, horlanmak, sömürülmek halkın, zalimlik, sömürmek, had bildirmek Firavunların.
Bu tehlikeli durum içerisinde müminler, entrikaların tuzağına düşmeden, ahmakça bölünmüşlüklere tevessül etmeden ittifak edilen konular üzerinde konuşarak hep birlikte "ALLAH`ın ipine sarılarak" kurtuluş yoluna doğru koşmalıdırlar. Musa(a.s)`nın peşine düşen Firavun nasıl sularda boğuldu ise mazlum mümin halkın peşine düşen Firavunlar da mutlak kendi tuzaklarında boğulacaklardır. Ama biz boğulacağımız tarafa değil de küfrü boğacak taraf olan Kur`an deryasına doğru koştuğumuzda böyle olacaktır. Entrikacı rejimlerin istediği yöne koşanlar boğulacağı yere doğru koşanlardır. ALLAH-u Teala`nın işaret ettiği tarafa koşanlar, zalimlerin boğulup mazlumların kurtulacağı tarafa koşanlardır.
Gerçekten ALLAH, kâfirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır.
Tevhidhaber