• DOLAR 32.561
  • EURO 34.931
  • ALTIN 2426.415
  • ...
Haram, Hezimetin Habercisi
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Ayet-i kerime, Uhud günü, Müslümanlar dağılmaya yüz tuttuklarında, müşriklerle savaşma konusunda sebat göstermeyip savaş alanını terk edenler ve Medine’ye kaçanlar hakkında nazil olmuştur. (Kurtubi Tefsiri)

Burada zikri geçen kimseler, Allah Resulüne ve Müminlere ihanet etmek suretiyle savaş alanını terk edenler değildir. Çünkü ayetin son bölümünde “Allah tarafından bağışlandıkları” müjdesi verilmektedir. Oysa ihanet edenler için bağışlanma söz konusu olamaz!

İhanetlerinden vazgeçip durumlarını ıslah edenler ve gönülden tevbe edenler için, kuşkusuz Allah (cc)’ın tevbe kapısı açıktır.

Uhud savaşında yaşanan büyük musibetten sonra dağa çekilip Resulullah (salallahu aleyhi ve sellem) etrafında siper olanlar da olmuştur. Burada kast edilenler dağa çekilenler de değildir.

“Sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (onları yerlerinden) kaydırmıştı.”

İfadesi, konumuzun manivellasanı oluşturmaktadır. Bizim de asıl üzerinde durmak istediğimiz konu budur. İşlenen hata ve günahların, insanların gönüllerinin kayması ve ayaklarının birbirine dolanması noktasında, şeytanın işini nasıl kolaylaştırdığı ve elini güçlendirdiği konusunda ibret verici bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır. En kritik zamanda ve insanın en zayıf düştüğü bir anda, şeytan, işlenen hataları ve günahları eline alıp ayaklar altındaki zemini kaygan hale getirir ve o kaygan zemin üzerinde sırt üstü düşürüverir. Şeytanın ve onun taifesinin, en küçük bir hata kırıntısını dahi ihmal etmediği ve insanın aleyhinde en güçlü bir şekilde kullandığını unutmamak gerekir.

İşlemiş oldukları birtakım hatalar ve yanlışlar sebebiyle, Muhacir ve Ensar’ın en seçkinlerden bir kısmının bile, savaş alanını terk ettiklerini ve Hz. Resulullah aleyhi’s-salatu ve’s-selam’ı müşriklerin hamleleriyle baş başa bıraktıklarına şahid olmaktayız. Gerek tefsir gerekse de siyer kitaplarında bu duruma düşen ashabın isimleri tek tek zikredilmektedir. Bu isim tablosu karşısında hayrete düşmemek gerçekten mümkün değildir. Şeytan eline fırsatı geçirdiğinde, bu Ashaptır, Ensar’dır,

Muhacirdir demez, acımadan devirir. Savaş meydanını terk etmek büyük bir cürümdür, canını kurtarma telaşına düşüp Allah’ın Resulü(salallahu aleyhi ve sellem)nü düşman ordusunun pençesine terk etmek ise, bu işlenen cürmü daha bir katmerleştirmektedir.

İslam’ın sınırlarını koruma noktasında Ashab(radiyallahu anh)’ın büyük hassasiyet gösterdiği muhakkaktır. Ashab neslinin yaşamış olduğu dönemin, en hayırlı dönem olduğunu da bizzat Hz. Resulullah aleyhi’s-salatu ve’s-selam haber vermektedir. Bedir ve Uhud ashabının,

Muhacir ve Ensar içinde sabikun / en önde olanlar olduğu konusu da şüphe götürmez bir gerçektir. Bütün bu gerçeklerle beraber karşımıza çıkan bu manzara bizleri derinden düşünmeye ve ciddi ders almaya sevk etmelidir. Sa’d b. Ebu Vakkas (radiyallahu anh); “Hz. Resulullah aleyhi’s-salatu ve’s-selam’ın etrafında sadece on kişi kalmıştık” buyurmaktadır. Bunlardan bir tanesinin de Nesibe (radiyallahu anha) olduğunu da burada not etmek gerekiyor. O da diğer mücahidler gibi, kendisini Hz. Resulullah aleyhi’s-salatu ve’s-selam’a siper etmiş, elindeki kılıçla Resulünü ölümüne koruma mücadelesini vermiştir. “Şêr şêre, çi jin u çi mêre” deyişi, o bir avuç mücahidin şahsında tecessüm etmişti.

İlah-i sorumluluğu omzuna alıp bu zorlu yolda yürürken, sağa-sola savrulmadan sebatla ilerlemek için, hata ve günahlardan, ateşten kaçar gibi kaçmanın lüzumu bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır. Günahlarla ve hatalarla kirlenen kimseler, hatalarından ve günahlarından arınmadan bu zahmetli yolda bir tek adım ilerlemeleri mümkün değildir. Babayiğit gibi görünen kimselerin içi boş bir kütük gibi devrilmelerinin sebebini de, işin bu tarafından aramak gerekir.

İslami sorumlulukla mükellef olanlar olarak, işimizin hiç de kolay olmadığını hatırlatmak isterim. Dünyamızın ve özellikle de toplumumuzun her türlü münkeratla kirlenmişliğini de göz önünde bulundurursak, yükümüzün ne kadar ağır olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Ümmet bütünlüğünün ve İslam cemaatinin fertleri olarak, birbirimizden de sorumlu olduğumuz gerçeği perspektifiyle meseleye yaklaştığımızda, sırtımızda dağlar ağırlığında bir yükün olduğunu fark ederiz. İnsanın, şahsını ve ailesini muhafaza etmekten aciz kaldığı bir ortamda, diğer Müslüman kardeşlerinin ve ailelerinin de muhafazasını omuzlamak, hiç de kolay bir iş olmasa gerek. Bu işin kolay olduğunu kim iddia edebilir ki? Bu ağır yüke, dağların bile tahammül göstermediğini söyleyen Rabbimiz değil midir? Bu halimizle, bu azıcık cehd, gayret ve fedakârlığımızla, bu işin üstesinden gelmemiz gerçekten çok zordur. Ne yazık ki gerçeğimiz budur…

Allah (cc)’a kulluk uğruna imani saflar oluşturan Müminler olarak, birbirimizi gözetmemiz, hatalardan, yanlışlardan ve günahlardan muhafaza etmemiz gerekir. Hz. Resulullah aleyhi’s-salatu ve’s-selam komutasındaki bir İslam ordusunun, birkaç zayıf insan yüzünden nasıl bir akıbetle karşılaştığını Rabbimiz canlı bir tablo olarak dikkatlerimize sunmaktadır. Bazen bir tek şahıs bile bir İslami yapının düzenini bozabilir ve tahmin edilmedik darbeler indirebilir. Bu aziz davayı muhafaza etmek ve daha güçlü hale getirmek için yirmi dört saat mirsad / gözetleyiciler olmamız gerekmektedir. Bir anlık gaflet, şeytanın tahribatı için yeterli bir zamandır. Özellikle haram konusunda, çok daha hassas ve müsamahasız olmak gerekmektedir. Haramın, öldürücü bir virüs gibi bütün bir yapıyı tahrip ettiğini hatırdan çıkarmamak gerekir. Bu işi başarmanın zor olduğu ve avuçta kor tutmak gibi olduğunu biliyoruz. Bütün bu zorlukları bilerek ve göğüsleyerek bu işe koyulduk. İslam’ın sınırlarını korumada hassasiyet göstermemiz durumunda, Allah (cc)’ın mukadder olan yardımıyla çok büyük zorlukları aşacağımız muhakkaktır. Bu konuda ürkek olmamak ve gevşek davranmamak gerekir.

Haramlardan korumak için, İslam’ın helal sınırlarını daraltmamak ve insanlarımızı o geniş alan içinde muhafaza etmemiz gerekir.

İnsanlarımızı tehdit eden en büyük belalardan birinin, fuhuş pisliği olduğu muhakkaktır. Bundan korunmanın en önemli sigortası, kuşkusuz evliliktir. Bu konuda teşvik edici olmak ve özellikle buluğ çağına eren bacı ve kardeşlerimizi evlendirmeye gayret göstermemiz gerekir. Bu konuda azami derecede kolaylaştırıcı olmak gerekir. Fuhuş da tıpkı uyuşturucu gibidir. Allah (cc) korusun bu konuda şeytanın tuzağına düşen kimselerin, bu işten arınmalarının çok zor olduğu muhakkaktır. Onun için insanlarımızı ve özellikle de neslimizi bu felaketten korumak zorundayız. Gerek caddeler, gerekse araç ve gereçler, bir bütün olarak insanları baştan çıkarmanın panayırı haline gelmiştir. Bu durum, en hassas olması gereken Müslümanlar üzerinde de öyle tahribatlara sebebiyet vermiştir ki, muhakkak kaçınılması gereken şeyler konusunda ciddi gevşekliklerin oluştuğu görülmektedir.

Mürted sistemlerin ifsatçı güruhları, köşe bucak cennet çiçeği yavrularımızı kovaladıkları ve tuzaklarına düşürmek için bin bir türlü entrikalara başvurduklarını da dikkatten ırak tutmamak gerekir.

Tuzaklarına düşürdükleri yavrularımızı ne hale düşüreceklerini tasavvur etmek hiç de zor olmasa gerek. Eğer neslimizi her türlü şeytani tuzaklardan korumaz, vahiy ikliminde yetiştirmez, mücadele ortamında tutmazsak, umutlarımızı bu sefer torunlarımıza çevirmemiz gerekecektir. Haramla ve münkeratla murdarlaşmış kimselerle bu yolda yürünmez. Bu tür insanlara umut bağlayanların umudu hep boşa çıkmıştır. Bu tür umutlar, seraba bağlanan umutlar gibidir. İşlenen cürümler ne kadar büyük ve çok da olsa tevbe ile arınma imkânı her zaman mevcuttur.

Ciddi arınma olmadan bu zorlu ve meşakkatli yolculuğu selametle neticelendirmek mümkün görünmemektedir. Özellikle haram konusunda birbirimizi muhafaza etmede, çok daha hassas olmamız ve birbirimize merhamet etmemiz gerekir. Özellikle aziz İslam davasını omuzlayanlar olarak, en küçük bir haram işlemekte Allah (cc)’tan utanmamız gerekir.

Faruk Hamza / İnzar Dergisi Mayıs 2011

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir