• DOLAR 32.521
  • EURO 34.802
  • ALTIN 2419.857
  • ...
Gündemi Sarsacak iddia! Bu muydu?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Oysa bu söylenenler yeni şeyler değildi. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve Aralık 2009’ da sonuçlanan Hizbullah Ana Davası’ndaki karar aşamasında sanıklardan Cemal Tutar, Bülent Orakoğlu’nun iddialarına savunmalarında geniş yer vermişti. Bu savunmalar daha sonra Dua Yayıncılık tarafından kitaplaştırılarak piyasaya sürüldü.

İşte Dua Yayıncılık tarafından basılan Hizbullah Ana Davası Savunmalar kitabının 318-324. sayfalarından geçen iddialar ve verilen cevaplar…

 

Bülent Orakoğlu Kaynaklı iftiralar

Ergenekon soruşturması çerçevesinde ifadelerine başvurulan Emniyet İstihbarat eski başkan vekili Bülent Orakoğlu, sanki Hizbullah Cemaatini karalamak ve Hizbullah Cemaatini Ergenekon’a bağlamak için özel bir görevle görevlendirilmiş gibi ayağı yere basmayan iddia, itham ve iftiralarda bulunmuştur. Bülent Orakoğlu’nun attığı her iftira, Fesat Medyası tarafından şişirilmekte ve soğudukça bıkıp usanmadan ısıtılarak mideleri bulandıracak bir kirlilikte servis edilmektedir.

Ne zırvalamış Bülent Orakoğlu? Ergenekon iddianamesinde geçen, iddianamenin açıklanmasından sonra da gazetelere yansıyan ifadelerine göre demiş ki Bay Orakoğlu;

“İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden önce de il Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele veistihbarat Müdürlüğü yaptım. Hatay il Emniyet Müdürlüğü görevini sürdürdüğüm dönemde, tahminen 1991 yılı içerisinde Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral TEMEL CİNGÖZ ve İl Jandarma Alay Komutanı VİCDAN BAŞARAN olduğu halde şehir Kulübünde bir yemek yedik. Bu yemekte, Bölge Komutanının yanında bulunan ve önceleri emir eri olduğunu zannettiğim sivil giyimli şahsın, daha sonra İstanbul’da Hizbullah Operasyonunda ölü ele geçirilen Hizbullah lideri HÜSEYİN VELİOĞLU olduğunu öğrendim…”

Bu sözlerin iftira olduğunu ispatlamadan önce, bir başka gazetenin, beyanlarını teyit etmek için kendisiyle yaptığı röportaja ilişkin haberi de vermekte yarar vardır. Çünkü bu röportajda önceki iddialarını tekzip eden ifadeler var.

Yani önceki iddialarını işkembeden salladığı için, hiç kimsenin bunu kurcalamayacağından emin olacak ki tam ezberleyememiş, ama bir acar muhabire rastlayınca bocalamaya başlamıştır. Böylece takke düşüp irinlerle dolu iğrenç keli görünmüştür. Söz konusu haber aynen şöyle:

“Albay Vicdan Başaran ve Temel Cingöz’le beraber yemeğe oturduk. Korumalar ve şoförler de başka masalarda yemeğe oturmuşlardı. Ancak kapıda bekleyen bir kişi dikkatimi çekti. Ben de ‘Vicdan Bey, bu arkadaş niye bekliyor, o da yemek yesin’ dedim. Bunun üzerine Vicdan Başaran da ‘Gel otur Hüseyin!’ dedi. Hüseyin yanımıza gelip yemeğe oturdu” diyor.

Muhabirin, “Peki, bu şahsın Hüseyin Velioğlu olduğunu nereden biliyorsunuz?” sorusuna karşılık da Orakoğlu ilk kez “Kartı vardı, bana kartını verdi, oradan biliyorum” demiş. Ancak ne hikmetse Orakoğlu “O kartı uzun süre muhafaza etmeme rağmen kaybettim” demeyi de ihmal etmemiş.

Bu arada muhabirin “Madem öyle, Hizbullah’a yönelik bu kadar operasyon gerçekleştirilmesine, sansasyonel sayılabilecek gelişmeler yaşanmasına rağmen bu bilgiyi neden bugüne kadar sakladınız?” sorusu ise Orakoğlu’nun sinirini bozmaya yetmiş ve “Böyle soru olur mu? Fatih Altaylı da aynı şeyi sordu bana, soru mu soruyorsunuz, yoksa mahkeme gibi sorguya mı çekmeye çalışıyorsunuz?” diyerek bugüne kadar esirgediği ‘engin bilgilerini’ nedense Ergenekon süreciyle beraber dile getirme gereğini duyuyor.

İşte böyle!... Bülent Orakoğlu adlı yalancı, Hizbullah Cemaati’ne ve onun Aziz Rehberine bu rezilce iftirayı atarken hiç utanmamış, hiç sıkılmamış, yalanlarının ortaya çıkıp rezil suratına çarpacağından hiç endişe etmemiştir. Bu iftira ve yalanları atarken ortaya küçük de olsa bir delil koyma ihtiyacı hissetmemiş, bir istihbaratçıdan çok, kahvehane köşelerinde ahkâm kesen boşboğaz biri ya da tandır başında dedikodu yapan yaşlı kadınlar gibi bol keseden atmıştır. Ne yazı k ki bir istihbaratçının delilsiz konuşmaması gerektiği hiç kimse tarafından sorgulanmamış, koca bir davanın savcılığını yürüten özel yetkili savcılar dahi delil getirmesi yönünde bir talepte bulunmayarak sadece sözlü yalanlarını delil olarak kabul etme yanlışlığına düşmüşlerdir. Bülent’in, savcılar tarafından itibar görülen yalanları, özellikle fesat medyasında altın niteliğindeki haberler gibi değerli görülmüştür.

Her iki gazete haberini karşılaştırdığımızda, Bülent’in kendi kendisini tekzip ettiğini görürüz. Ancak biz yine de, başka bir zaman tekrar işkembeden atmaması, atarken daha tutarlı olması ve yalanlarının kara suratına çarpılması için sözlerini irdeleyelim:

1– Bir gazetede kirli diline doladığı aziz Rehberimizi Temel Cingöz’ün, bir gazetede ise Vicdan Başaran’ın emir eri yaparak çelişkili konuşmuştur. Çelişki; iki şey arasındaki zıtlıktır. İki şeyden birisi doğruysa, diğeri yalan demektir. Bir insanın herhangi bir konuda çelişkili konuşması, o kişinin ya yalan konuştuğunun, ya o konu hakkında bilgisi olmadığının veya o konuyu çarpıtmak istediğinin delilidir. Bülent Orakoğlu’nun durumu, her üç ihtimale de uymaktadır. Yani hem yalancıdır, hem Cemaat ve Aziz Rehberi hakkında bilgisizdir, hem de gerçekleri çarpıtarak Cemaati halkın gözünden düşürmek istemektedir.

2– Yemekte ayakta duran kişinin genç birisi olduğunu söylemiştir. Oysa söylediği tarih olan 1991’de, Rehberimizin yaşı kırk civarındadır ve o tarih itibariyle Bülent Orakoğlu’ndan daha yaşlıdır.

3– Ayakta duran genç şahsın emir eri olduğunu zannettiğini söylediğine göre, bu kişinin sakalsız da olması gerekir. Öyle ya, şu ana kadar değil bir emir erinin, hiçbir subayın sakallı olduğunu gören birileri olmadığına göre, bu şahsın sakalsız olması lazımdır. Oysa herkes bilir ki Rehberimiz 1982’den itibaren sakal bırakmıştır ve bu tarihten sonra hiç kimse onu sakalsız görmemiştir. Bu durumu A. Aziz Tunç da çok iyi bilmektedir. A. Aziz Tunç’un çok iyi bildiği bir durum daha var ki, o da Rehberimizin 1990’dan sonra tek başına hiçbir yere gitmediğidir. Bülent’in emir eri olduğunu zannettiği bu genç, eğer 40 yaşlarındaki Rehberimiz olsaydı, o dönem itibariyle sakallı ve muhakkak yanında başka birinin daha olması gerekecekti.

4– Askerliğini yapmış olan herkes bilir ki, emir erleri maiyetinde bulunduğu kişiyle birlikte nereye giderlerse gitsinler, eğer özel bir izin almamışlarsa, askeri üniformalarını giymek zorundadırlar. Bu açıdan Bülent’in “Bölge Komutanının yanında bulunan ve önceleri emir eri olduğunu zannettiği sivil giyimli şahıs” ifadesi, kendisini yalanlamaktadır. Ayrıca şimdiye kadar hiçbir komutanın, özel görüşmelerinde ve özel yemeklerinde emir erini masasına oturttuğu, birlikte görüşüp yemek yediği görülmemiş ve duyulmamıştır. Askerlik yapan herkes bunu çok iyi bilmektedir.

5– Ya Rehberimizin kartını vermesi yalanına ne demeli? Tek kelimeyle “Çüşşş!” demek, olayın inandırıcılık boyutunun olmadığını bir nebze de olsa ifade etmemize olanak verecektir sanırım. Dünyanın neresinde bir örgüt liderinin kartvizit basıp en çok arananlar listesinde baş sırada iken, hem de bir emniyet müdürüne verdiği görülmüştür? Be adam sen emniyet müdürü değil miydin? O güne kadar Hizbullah Cemaati’nin lideri ve Rehberinin Hüseyin Velioğlu olduğunu hiç duymamış mıydın? Duymuşsan, niçin hemen oracıkta tevkif etmedin ya da bu bilgiyi ilgili mercilere göndermedin? Yok, o zaman duymamışsan sonraki süreçte ve istihbarat dairesi başkan vekilliği görevi esnasında da mı hiç duymadın? Sen emniyet müdürü müsün, istihbaratçı mısın, yoksa adi bir dansöz müsün?

6– Bay Orakoğlu, Rehberimizin kendisine verdiğini iddia ettiği kartvizit için; “O kartı uzun süre muhafaza etmeme rağmen kaybettim” demiş. Bir istihbaratçının böylesine nadide bir kartı kaybetmesi, belki de düşünülebilecek en son şeydir. İstihbaratçı da olsa, bir insan olduğunu aklımızın bir köşesine kaydedip kaybetmiş olabileceği ihtimalini kabul etsek bile, bu kayıp olayı dahi tek başına önceki sözlerini tekzip ediyor. Mesela bu kartı niçin uzun süre saklamış? Yoksa kartvizit koleksiyonu yapmak gibi özel bir hobisi mi var? Eğer bu kartı aldığı kişiyi o zaman tanımıyorduysa, sadece bir kez gördüğü ve hiçbir maddi–manevi çıkar beklemediğ birisinin kartını niçin muhafaza etsin? Eğer kartı aldığı kişiyi o dönemde tanıyorduysa, o zaman niçin bu konuda görevinin gereklerini yerine getirmedi? Mesela kartın üzerinde herhangi bir adres, telefon numarası vs. yok muydu, eğer vardıysa bunlar üzerinden neden bir takip ve araştırma yapılmadı?

7– Adam; 17 Ocak’ta Beykoz operasyonundan sonra fotoğrafını görünce onun yemekteki şahıs olduğunu anladığını söylüyor. Maşallah ne muhteşem bir hafıza ve zekâ!

Rehberimizin, Beykoz operasyonu öncesi ve sonrasında sürekli gazetelerde çıkan bir fotoğrafı vardı ve bunun dışında gazetelere yansıyan başka fotoğrafı yoktu. Bu fotoğraf, Rehberimizin çektiği ve Bülent Orakoğlu’nun yemek yediği tarihe en yakın fotoğraftır. Yıllarca bu fotoğrafı gazetelerde gördüğü halde tanımayan bir adamın, tek bir kez gördüğü sakalsız birisini aradan geçen 9–10 yıldan sonra gazetelere yansıyan şehadet halindeki sakallı resminden tanımış olması, hiçbir mantığın kabul etmeyeceği bir iddiadır. Hele de bu resim, otuzun üzerindeki kurşun yarasıyla şehid edilmiş birisinin resmiyse, bu hiç mümkün değildir.

8– Bülent; “Bu şahsın Hizbullah örgütünün lideri olarak İstanbul’da polisle girdiği çatışmada polise ve Devlete silah çekmesinden dolayı örgüt liderliğinin arkasında başka arka perdeler olduğu kanaatinde” imiş Yani bir insan polis ile çatışmaya girdiği zaman mı devlet yanlısı oluyor, yoksa baskına gelen polislerle hiçbir çatışmaya girmeyen, mukavemet göstermeden teslim olup gözaltına alınan ve oradan serbest bırakılan bir şahıs mı? devlet yanlısı ya da başka yapılanmaların içinde oluyor? Bunu izah etseydi de bizler de anlayabilseydik. Rehberimizin böyle bir durumu olsaydı, ne diye polisle çatışmaya girip hayatını kaybetme riskine girsin ki? Gözaltında nasıl olsa serbest bıraktırılacak olan bir insanın yapacağı en doğal şey, gelen polislere kapıyı açıp teslim olmak değil midir? Rehberimiz böyle yapmayıp teslim olmaktansa, izzetlice şehid olmayı tercih ettiğine göre, onu böylesi iğrenç iftiralarla karalamak isteyenlerin çabası beyhudedir.

9– Bülent’in Emniyet İstihbarat Başkan Vekilliği görevine getirildiği dönem ve görevde kaldığı süre, bu kurumun Hizbullah Cemaatine karşı en kirli, en adi yöntemlerle mücadele ettiği dönemdir. Bu dönem, Cemaat mensuplarının kaçırılması, Emniyete bağlı çeteler eliyle saldırılara uğraması, muhbirleştirme furyasının tavan yapması ve bu uğurda en adi şantaj yöntemlerinden geri durulmaması ile meşhur bir dönemdir. Böyle bir dönemde Cemaate karşı en alçakça politikalar güden bir kurumun başındaki karanlık adamın; elinde kartviziti olan ve kendisiyle bizzat tanışmış olduğu Cemaat’in lideri ve Rehberini bırakıp takip etmemesi, yakalamak için elinden geleni yapmaması aklın kabul edeceği bir durum değildir. Buna rağmen eğer Cemaati Ergenekon’un kurduğu naylon örgütlerden sayma şerefsizliğine devam ediyorsa, o halde kendisi Ergenekon yapılanmasının etkin elemanlarından birisidir. Eğer öyle olmasaydı, iddia ettiği şeyin aksine hareket eder ve Cemaat liderini ortadan kaldırmak için elinden geleni yapardı. Cemaati yok etmek için her yolun mubah olduğunu gördüğüne emin olduğumuz Bülent Orakoğlu, eğer Rehberimize yönelik bir yok etme girişiminde bulunamamışsa, elinde hiçbir bilginin olmaması sebebiyledir. Şimdi söylediği şeyler ve attığı iftiralar ise, o dönemlerde yapamadığı şeylerin içinde bırakmış olduğu marazdan ve beceriksizliğini örtbas etme çabasından başka bir şey değildir. Zaten biz de böylesi rezil bir adamın, bize yönelik iltifatlarda bulunmasını beklemiyorduk. Doğrusu bu iftiraları fazla garibimize de gitmedi. Eğer Orakoğlu’yla ilgili bir gariplik görülecekse, o da sipariş usulüyle iftiralarda bulunmasını sağlayıp bunu sayfalarına taşıyan, hatta kutsayan Fesad gruplarının tavırlarında görmek lazımdır.1

1“Savcının iddiaları arasında tanık Bülent Orakoğlu’nun ifadesinde “Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat Dairesi Başkanlığı görevinden önce Hatay il Emniyet Müdürü iken Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz ve il Jandarma Alay Komutanı Vicdan Başaran ile şehir kulübünde bir yemek yediklerini, bu yemekte bölge komutanının yanında bulunan ve önceleri emir eri olduğunu zannettiği sivil giyimli şahsın daha sonra İstanbul’da Hizbullah operasyonunda ölü ele geçirilen Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendiğini...” söylediği belirtiliyor.

Orakoğlu’nun böyle bir şeyi söylediğini bugüne kadar hiç duymadık. Ayrıca Orakoğlu’nun Hatay Emniyet Müdürlüğü yaptığı 1989-1994 yılları arasında Hüseyin Velioğlu’nun nerelerde bulunduğu, bu tarihlerin bir kısmında arandığı, daha sonra yapılan operasyonlarda nerelerde kaldığı belirlenmiştir. İstanbul’da Velioğlu’nun ölü ele geçirildiği evde bulunan kendisine ait konuşma ve kişileri sorgulama filmleri ve yazılı belgeler arasında ya da Hizbullah’a ait 20 bin sayfalık dokümanlar içinde Velioğlu’na ait olanları okuyanlar onun söylendiğ gibi biri olamayacağını çok iyi bilir. Savcı, Orakoğlu’nun sadece “Eskiden bir defa gördüm, ona benziyordu, “ cümlesinden hareket ederek Velioğlu ile askeri görevlilerin irtibatlı olduğunu iddia ediyordu. Fakat bu kişinin konuşma bantları elle yazılı notları ile resmi görevlilerin yaptığı çalışmalar, devlet arşivinde bulunan birden çok ilin birbirinden bağımsız olarak elde ettikleri bilgileri dikkate almamak ne kadar akıllıca bir yaklaşımdır. Bununla birlikte ben Bülent Orakoğlu ile birlikte çalıştım, bana hiç böyle bir şey anlatmadı.” (H. Avcı, A.g.e, 5. Baskı, Ankara 2010, Sf. 538)

DOĞRUHABER/ Ahmet Kaya

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir