• DOLAR 32.324
  • EURO 35.097
  • ALTIN 2308.233
  • ...
Adem Özköse Esaret Sürecini Anlattı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
2 ay Suriye rejiminin elinde esir olan ve 6 gün önce özgürlüğüne kavuşan Adem Özköse, Ülke TV`de Ersoy Dede`nin sunduğu Bıçak Sırtı programındaydı.
 
Ersoy Dede, `Adem Özköse bugüne kadar birilerinin tekelinde olan medyadaki dayanışmanın sembolü haline geldi. O, devletin, vatandaşların ve STK`ların nasıl kol kanat gerdiğinin de göstergesi oldu.` diyerek programı açtı. Arkadaşlarının bizim adımıza programda Adem`e sarıl dediklerini belirten Dede, canlı yayında Özköse`ye sarılarak `Hoşgeldin` dedi.
1 senedir Suriye`de hem direniş hem de Esed zulmü devam ediyor. Fakat Türkiye`de ki bazı çevreler tarafından farklı yansıtılıyor. Buna rağmen gazeteci olarak gidip yazdıklarını kafi gelmedi artık yaşadıklarınızı anlatacaksınız, neler yaşadınız?

- `Niçin Suriye`ye gittim’den başlamak istiyorum. 4 sene Suriye`de yaşadım. Ayaklanmalar başladığında da oradaydım ve 2 ay sonra Türkiye`ye geldim. Gece gündüz demeden yakından takip ediyordum. Türkiye`deki bilgi kirliliği ve bazı çevreler dezenformasyonu nedeniyle Suriye konusunda doğru bilgilerin ulaşmadığını düşündük ve Hamit`le Suriye`ye gittik.
 
Savaşı en çıplak haliyle çocuklar anlatır. Çünkü onların herhangi bir propaganda amaçları yoktur. Cenin`de bir kız çocuğunun belgeselini seyretmiştim, yaşananları anlatıyordu. Bu belgeselde de o kız çocuğu beni çok etkilemişti. 2 projemiz vardı. Birincisi Suriye`li bir çocuk bulup onun gözünden yaşananları çekmek. İkincisi ise, Türkiye`den gazeteciler Suriye`ye gidiyor fakat muhaliflerle görüşmüyorlar, sadece Baas yönetiminin izin verdiği kadarını görüntüleyebiliyorlar. Biz de karşı tarafa hiç mikrofon uzatılmadığını düşünerek muhaliflerle görüşmek istedik.
 
Ersoy Dede,`Ben buna tam komedi demek istiyorum` diyerek Adem Özköse`ye katıldığını belirtti. Türkiye`den bazı partiler bile organizasyon yaparak Şam`a gittiler ve hükümetin izin verdiği bölgelerde çekim yaptıkları için Suriye`de bi rşey yok dediler. Alışveriş yapmışlar, kahve içmişler, gezmişler. Son olarak SANA haber ajansının temsilcisi olan bir gazeteci gitti ve geri döndüğünde `Abartıyorsunuz` dedi.

Zaten Suriye`de bir basın özgürlüğü yok. Muhaliflerle görüşüp, isyanlarının sebebini ve ne istediklerini, bu noktaya nasıl gelindiğini öğrenelim dedik. Hatay sınırından Suriye`ye girmemizle beraber hikayemiz de başlamış oldu.
 
Hatay`dan nereye kadar gidebildiniz, ne ile gittiniz?
 
Sınırdan kaçak olarak girdik. Atların üzerine bilgisayar gibi eşyalarımızı yerleştirdik, biz yürüdük. O bölge zaten Batılı gazetecilerin bile Suriye`ye giriş yaptıkları bir bölge.
Kanadalı bir gazeteci ile karşılaştık mesela. Dağı tırmandıktan sonra muhaliflerin medya sorumlusu bizi karşıladı. O gece Hazzane diye bir bölgede konakladık. Ertesi gün ise çekim yapmaya çıktık.
 
Ersoy Dede; `Yani şimdi siz hükümetin bir ajanı olarak gitmediniz` deyince Adem Özköse güldü. Özköse`nin gülmesi üzerine, `Abi niye gülüyorsun, hiç komik değil. Siz yokken bu konunun üzerinde çok ciddi analizler kuruldu.` diyerek Adem Özköse`yi ajanlıkla suçlayanlara gönderme yaptı.
 
Beni tanıyanlar bunun olmayacağını sadece gazetecilik için gittiğimizi mutlaka bilirler. Afganistan`da ve Irak`ta savaş zamanlarında hangi amaçla gazetecilik yaptıysam Suriye`ye de aynı amaçla gittim.
 
Dünyanın büyük güçlerinin haber tekeli olduğunu istedikleri bölgeden istedikleri gibi haber çıkarttıklarını vurgulayan Özköse bununla ilgili Afganistan`da şahit olduğu bir olayı örnek verdi. Afganistan`da bir köyü bombalamışlardı, 40 kadar ölü vardı. Bunlar kadın ve çocuklardı. Türkiye`ye geldiğimde gazetelere baktığımda ise haber şöyleydi: `Taliban`dan 40 kişi öldürüldü`

Ben gazeteciliğimi, insanlara hakikati göstermek, büyük haber ajanslarının dezenformasyonunu kırmak üzere kurmuş biriyim. Amacım insanları gerçekle yüzleştirmek. Suriye`ye gidiş amacının insanlara doğruyu göstermek olduğunu sık sık belirten Özköse devam etti.

Çekime başladık, Hamit çekim yapıyor ben de soruları soruyordum. 7-8 dakika sonra 60-70 kişilik bir silahlı grup gördük. Arabayı kullanan muhaliflerin medya sorumlusuna `kim bunlar` dedim, tanımadığını söyledi. Silah seslerini duyunca bir şeyler olduğunu anladık. Silahlı grup geçen arabalara ateş açıyordu. Biz de olay yerinden kaçmaya çalışırken siperlerden çıkan bir kaç silahlı buna engel oldu. Ateş açmamalarını, gazeteci olduğumuzu söyledim. Bir yandan diğer arabalara ateş açtıkları için bir çatışmanın ortasında kaldık. İçlerinden bir kişi şoförümüzü arkaya attı ve arabayı kullanmaya başladı. Grubun bir kısmı bizimle gelirken bir kısmı da köyde kaldı. Çapulcu görünüyorlardı. Şoförümüzü bagaja bindirmeye çalışırken aralarında bir itişme oldu.

6 Şİİ İLE TAKAS EDİLDİK

Adem Özköse `Biz 6 Şii ile takas edildik. İran bunun duyulmasını istemiyor fakat hamd olsun kimseden korkumuz yok.` dedi.

Ersoy Dede söze girerek, `Bu arkadaşınız bizim medyada tercüman olarak haberi çıkan arkadaş değil mi? Güvenilir olduğunu biliyor muydunuz` diye sordu.

Evet, kurduğumuz bağlantılar sebebiyle güvenilir biriydi. O kişiyle 10 gün geçirdik.
 
Ersoy Dede: `Ben rehberin serbest bırakıldığını fakat sizin tutulduğunuzu duyduğumda beynimden vurulmuşa döndüm. Şebbiha ve Esed rejiminin tezgahlarını biliyoruz acaba bir de rehberin tezgahına mı düştüler diye düşündüm.`
 
Özköse: `Bunu ben de düşündüm ve irdelemeye başladım. Fua köyünde kaldığımız 11 gün boyunca konuştum sürekli onunla. Rehberin kardeşi bağlantı kurup, Şebbiha`lardan rehberimizi almak için anlaşma yapmış. Rehber kapıya kadar gelen kardeşine, `ben müslüman bir Arab`ım. Eğer beni bırakıp onları bırakmazsalar gitmem, onlara ihanet edemem` dedi ve kardeşini gönderdi. Bunlar ben de bir güven duygusu oluşturdu.
 
İlk gittiğimiz evde çok kısa süre kaldık ve gözlerimiz açıktı. 55 yaşlarında biri diğerlerine talimatı verince gözlerimizi ve ellerimizi bağlayıp arabaya bindirdiler. Toprağın altında mahzen gibi bir yere götürdüler. Gözlerimiz kapalı fakat kumaş hareket ettikçe az da olsa götürüldüğümüz yeri gördüm.
 
İçeriye girdikten sonra bir yandan bize, başbakana hakaret ederken bir yandan da bize ne yapacaklarını konuşuyorlar. Birçok kirli işlerden de Şebbiha milisleri sorumlu. Onlar `öldürelim mi` gibi konuşunca, içimden madem öldürecekler hiç değilse namaz kılayım diye düşündüm. Namaz kılmak istiyorum deyince ellerimi açtılar sadece. 4 rekat namaz kıldım. Hamit`e de dedim sen de kıl diye. 
Çünkü hem öldürelim mi diye konuşurlarken bir yandan da silahlarla oynuyorlar, silah sesleri geliyor sürekli. Bizimle hakaret etmek için konuşuyorlardı. `Siz bizi sattınız, bizim Türkiye`yle aramız iyiydi, Türkiye ABD ile anlaşma yaptı` vs.
 
İkinci eve götürürlerken biri bana yaklaştı ve kulağıma; `Sakin ol, sizi pazarlık için kullanacağız` dedi.
 
Ersoy Dede, sizi Esed`in yasal askerleri yakalamış olsaydı daha mı farklı olurdu? şeklinde soru yöneltti.

BİZİ NUSAYRİLER DEĞİL, ŞİİLER KAÇIRDI

Nusayriler tarafından kaçırılmadığını belirten Adem Özköse, bizi Şiiler kaçırdı. Suriye`deki Şiiler Esed`i destekliyor. `Bizi köyde kaçıran milisler herhangi bir işkence yapmadılar. Türkiye`de bu kamuoyu oluşmasaydı, bizim için ettikleri dualar olmasaydı, hükümet ve STK`lar sahip çıkmasaydı ve biz direk rejim askerlerinin elinde olsaydık eminim kamuoyu oluşuna kadar biz çok ciddi işkencelere maruz kalırdık. Tam zamanında olay farkedilmiş oldu. Kamuoyu oluşturulduğu günleri biz milislerin elinde köyde geçirdik. `

Kaçırılmadan bir gün önce eşim, kızım ve bir kaç akrabamla görüştüm. Bir kaç gün telefon gelmeyince ortaya çıktı.
 
Milislere konuşalım deyince gözlerimi açtılar. Hamit`in gözleri hala kapalıydı. Eğer birimizin gözleri kapalı kalması gerekiyorsa benim gözlerimi kapatın ben sizinle gözleri kapalı konuşurum ama Hamit`in gözlerini açın. Hamit`i karşımda gözleri kapalı şekilde görmek çok dokundu. Bunun üzerine Hamit`in de gözlerini açtılar ama silahlar hep üzerimize doğrultulmuş vaziyette.
 
Gazeteci olduğumuzu amacımızın belgesel çekmek olduğunu anlattım. 1 saat kadar sonra ellerimizi çözüp kaldırdılar. Bizi başka yere götüreceklerini söylediler. Diğer odaya geçtik bir baktık ki duvarda Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah`ın fotoğrafı. Biraz rahatladım. En azından Lübnan Hizbullah`ı ile bağlantılı olan kişilerin elindeysek başımıza bir iş gelmeden çıkarız diye düşündüm. Posterin altında Nasr suresi yazıyordu.
 
Biz Fua köyü olarak Hizbullah`ı severiz dediler. Lakin bizi Hizbullah adına kaçırdıkları filan yok. Yakınlardaki başka bir köy Sistani`yi severmiş.
 
Sizi fidye için mi kaçırmışlar?
 
Hayır. Liderleri Cihad İmad adında meşhur bir Şebbiha. 36 kişinin öldürülmesinden sorumlu. Cihad İmad`ın büyük bir grubu var, bildiğin mafya. Kardeşi muhaliflerin elinde ve alabilmek için sürekli adam kaçırıyor.. Sırf bir kişiyi alabilmek için ellerinde 32 kişi daha var. Sizi de o yüzden kaçırdık dediler. Bizim hiçbir alakamız yok, karşı taraftaki adamları bile tanımayız
deyince aynen şöyle dedi: `Ben şuna bakarım, %5 o olur, %6 başkası olur, %1 siz olursunuz. Ama ben %100`ü tamamlamanın peşindeyim. Ellerinde ordudan ayrılıp muhaliflere katılmış 2 tane doktor varmış. Bu şekilde %100`ü tamamlayıp ve bununla karşı tarafa baskı yaparak ben kardeşimi alacağım dedi.
 
`Peki kardeşin öldürülürse ne olacak` dedim, `belki sizi öldürürüz, belki de sizi öldürmem ama diğerlerini öldürürüm` dedi. `Bizi niye öldürmezsiniz` diye sorunca `siz Türk`sünüz, diğerleri
karşı taraftan` dedi. Verdiği çelişkili cevapları ben Hamit`e söylemedim.

Farklı mezheplere sahip olan insanların aşırı önyargılarına değinen ve bu ön yargıyla Şebbiha’ların elinde kaldıkları sürede de karşılaştığını söyleyen Özköse, devam etti. ‘Şunu da fark ettim 4 gün boyunca kaldığımız evde. Bizi kaçıranlar Caferi-Şii. Rehberimiz Sünni. İki tarafta genç. Tartışıyorlar sürekli, müthiş bir ön yargı var birbirlerine karşı. Sünni olan diyor ki; `Siz 5 tane Sünni öldürürsek cennete gideriz diye düşünüyorsunuz.` Şiiler şaşırıyor yok öyle bir şey diye. Şii`ler de diyor ki; `15 tane Şii öldürürseniz cennete gideceğinize inanıyorsunuz` gibi...
 
Suriye`de Medde diye çok meşhur bir içecek var. Şii olan bir genç dedi ki; `Sırf biz içtiğimiz için siz Medde içmiyorsunuz.` Sünni olan da; `Ben Medde`siz yapamam ki, her gün içerim` diyor. Ve gerçekten de sürekli Medde istiyordu. Dünyada yaşanan çatışmaların ön yargıdan kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü insanlar önyargılarla aralarına duvar örüyor ve
birbirlerini çok iyi anlamadıkları için savaşlara dönüşüyor. 4 gece sonra liderleri olan Cihad geldi ve bulunduğumuz evin güvenli olmadığını, başka bir yere gideceğimizi söyledi.
 
Ersoy Dede, `Demek ki sizin önemli insanlar olduğunuzu anlayınca daha güvenli bir yere götürmek istediler ki, başlarına bir iş gelmesin lazım olur yüzdelik kısmı daha çabuk tamamlarız diye düşündüler` dedi.
 
Yeni gittiğimiz televizyon vardı. Açmak istedim özellikle El Cezire`ye bakmak istedim neler oluyor diye ama sadece Suriye devletinin televizyonuna bakabilirsin dediler. Bahsettikleri televizyon Dünya adında sadece Suriye devletinin politikalarına göre hareket eden bir kanal.
O kanalı seyretmek zorundasın, ben de biraz baktım. Sadece Baas rejiminin propagandası yapılıyor. 3 gün de o evde kaldık. Yemek yeme ve namaz kılmamızda herhangi bir sorun yoktu. Bizi kaçıran insanlarla konuşabiliyorduk. Bir gece kitap istedim. Bana Tabtabai`nin tam ismini hatırlayamadığım bir kitabını verdiler. Kitap Şialık nasıl oluşmuştur, Şia nasıl olunur gibi konulardan bahsediyor. Daha ziyade kafamı dağıtmak istiyordum. Kendim için endişelenmek ayrı, Hamit için daha da endişeleniyordum.
 
Yine gecenin bir yarısı uykudan seslere uyandık. Yeni bir grup geldi silahlarıyla. Silahları bize dayayarak kalkın diye bağırıyorlardı. Gözlerimizi ve ellerimizi bağladılar. Yanımızdaki
Suriyelinin de tişörtünü kafasına geçirdiler, onun görmemesine daha çok önem veriyorlardı.
Yeni gelen grubun yanında Cihad`da vardı, bizi arabaya bindirdiler. Toprak kokusu, ağaç gibi şeyler hissediyordum. İçimden bunlar bizi bir tarlaya götürüp kafamıza sıkacaklar diye geçirdim. Çünkü gecenin bir yarısı uykudan silahlarla uyandırıyorlar ve nereye götürdüklerini, neler olduğunu bilmiyorsunuz.
 
Ben bu düşünceler içindeyken bir eve geldik. Yeni grup daha sertti diğerlerine göre. Kaldığımız odanın kapısını bile kilitlemiyorlardı. Bu yeni grup hızlıca bizi odaya attı ve kapıyı üstümüze kilitledi. Lavaboya mı gideceğiz silahlı 3 Şebbiha milisi ile birlikte gidiyorduk. 2 gün sonra, `Yeter artık, 20 yaşında genç var burada, bana yapıyorsunuz ona yapmayın` dedim. Elhamdulillah o muameleyi bir daha yapmadılar konuştuktan sonra.
Bizi teslim alan son grup ağzımızın içine bile fenerle baktılar. Hiçbir şey yok üstümüzde zaten, silahlar eşliğinde lavaboya gitmenin anlamı ne?
3-4 gün de o evde geçirmemizle birlikte 11 gün Şebbiha`ların elinde kalmış olduk.
Hamit`le beni çağırdılar, Suriye`linin üzerine de kapıyı kapattılar. Bir kişi bizimle fotoğraf çekildi, muhtemelen ben yakaladım diye hava atmak içindi.
Nereye gidiyoruz diye sorduğumda, `Türkiye`den bir heyet geldi, sizi onlara teslim edeceğiz` dediler. Orada o psikolojiyle inanmak istiyorsunuz ben de inandım. Devletten alındığı belli olan bir zırhlı araca bindirdiler. Böylelikle Baas rejimine teslim edilmiş olduk.

Arapça bildiğimi Şebbiha lideri Cihad`dan başka fazla bilen yok. Aralarında konuşuyorlar. Binnış muhaliflerin elinde olan bir bölge. Eğer ordu buraya girerse biz size 500-600 silahlı genç veririz. 15`e yakın isim listesi verdiler ve dediler ki; `Ordu saldırırsa bu isimleri muhakkak öldürsün.`

Şebbiha milislerinin Baas rejimine açık şekilde destek verdiğini belirten Özköse, ordunun Şebbiha`ya silah gönderdiğini ve bulundukları köyde silahları dağıttıklarını söyledi.
Karakolda bize bir kaç gün kaldıktan sonra Halep`e gideceğimizi söylediler. Karakoldakiler Türkiye`den heyet gelmedi dediler. Gerçek Hayat Dergisinde çalışıp çalışmadığım sorulunca çok şaşırdım. Adem Özköse`misin sen dedi. Adımı da bilince ben Türkiye`de hakkımızda haberlerin çıktığını düşündüm.

Sabah olunca ellerimizi ve gözlerimizi bağladılar ama ben gözlerimizi bağladıkları kumaşı kullana kullana profesyonel olmuşum diye espri yapan Adem Özköse, gözlerini bağladıkları kumaşı nasıl kullandığını anlattı. `Başımı kaşıyormuş gibi kolumdan yardım alarak kumaşı yerinden oynatıp alttan etrafı izliyordum. Erbil`in bir meydanındaydık, 30-35 tane tank gördüm. Şehri ele geçirdiklerini anladım o şekilde. Sokaklar bomboş bir tek sivil bile yok. İçinde bulunduğumuz arabaya 3 tank 3 zırhlı araçla götürdüler karakoldan askeri birliğe. Muhaliflerden de çekiniyorlar saldırı olur diye.
 
Askeri karargaha girdik hemen hakaret etmeye başladılar. Hamit soruyordu ne diyorlar diye ama ben ona söylemiyordum. Arap dünyasında Polat Alemdar çok fazla takip ediliyor.`Polat`ınız gelsin sizi kurtarsın, sizin Polat`ınız bir taneyse biz de 1000 tane` diyorlardı. Daha sonra askeri helikopter geldi ama bizi indirmediler resmen attılar. O muamele ile canımızı bayağı acıttılar. Askeri helikopterle nereye gittiğimizi bilmeden 1 saat yolculuk yaptık.
 
Guantanamo resimlerinde görmüşsünüzdür, askerler mahkumları yere yatırır, boyunlarını kırarlar, mahkumun elleri arkasından bağlıdır. Helikopterden indikten sonra bu şekilde bizi arabaya bindirdiler üzerimize çıkmış bir askerle birlikte 15 dakika arabayla gideceğimiz yere vardık. Sık sık gazeteci olduğumuzu belirtsek de bunun askerler üzerinde bir etki oluşturmadığını söyleyen Özköse, gazeteci olmanın bir avantajı olmadığını söyledi.
 
 
Yine yerin altında bir yere girdik. Yarım saat sonra da bizi sorgulamak için üst kata çıkardılar. İlk soruları `Ahmet Davutoğlu size neden bu kadar önem veriyor` oldu. Özköse, Bir askerin alaycı bir şekilde `Mübarek olsun Ahmet Davutoğlu sizi istiyor ama Davutoğlu sizin bizim elimizde olduğunuzu bilmeyecek, çünkü siz sınırdan geçerken kayboldunuz` dediğini belirtti.
 
O zaman düşündüm, bunlar bizi kaybedecekler diye. Zaten kamuoyu oluşmasaydı, edilen bu kadar dualar olmasaydı öyle de olacaktı. Çünkü 43.gün Türkiye`ye `Gazetecileriniz bizim elimizde değil` demişler.
 
Eğer bizim elimizde deseler diplomatik süreç başlayacağını belirten Ersoy Dede, bunu göze almadıkları için elimizde değil diyorlar değil mi şeklinde soru sordu.
 
Özköse: Evet. Ayrıca şu da çok komik. 43. gün bizim elimizde yok diyorsunuz, 15 gün sonra serbest bırakıp teslim ediyorsunuz. Türkiye sadece bizim için değil başka vatandaşları için de aynı şeyi yapar. Bunu anlayamıyorlar çünkü onlarda böyle bir durum yok. Vatandaşa verilen bir değer olmadığı için de Türkiye`nin bizi ısrarla istemesi mantıklı gelmiyor. Tam tersi adam kendi vatandaşını öldürüyor, kaldı ki dışarıda esir olmuş bir vatandaşını istesin. O yüzden de Türkiye tarafından istenmemiz `çok önemli` adamlar haline getirdi gözlerinde. Sorguda ellerimiz kelepçeli, gözlerimiz kapalı. Kamerada kısa bir kayıt ve not defterim vardı. Notlarımı Arapça`ya çevirttirip doğru söyleyip söylemediğimi incelediler. Ve hücre günleri başladı... Ama Hamit yok. Hücrenin uzunluğu 2 metre, eni ise 1 metre. Siyah bir kapı ve çok küçük bir pencere var. O pencere de duvara bakıyor. İsrail`i sevmeyiz, her koşulda mücadele edilmesi gerektiğini savunan insanlarız, İsrail`in canı cehenneme yani. Ama bir kıyaslama yaptığınızda İsrail`in zindanları Suriye`nin zindanlarının yanında 5 yıldızlı otel gibi kalır.
 
O hücrede kendinizi mezarda gibi hissediyorsunuz. öyle bir yer. Hamit`i sordum ama cevap vermiyorlar. Hücredeki ilk gece hiçbir şey vermediler. Ayakkabılarımı yastık yaparak betonun üzerinde yattım. Ertesi gün sorgu yine başladı, bu sefer soru değişti. `Türkiye`de senin MİT ajanı olduğuna dair şeyler yazılıyor, sen istihbarat ajanı mısın?`
 
 
Ersoy Dede: Bizim Türkiye`de kavgasını verdiğim o çevrelerin attıkları iftiralar sorguda karşına çıktı.
 
Aynen öyle. Gazeteci olduğumuza ikna ettiğimi anladım. Binlerce insan sorgulamışlardır kimin gazeteci olup kimin ajan olduğunu hemen anlayabilirler. Bir gazetecinin haberin kokusunu aldığı gibi bunlar da çok rahat bir şekilde kimin ajan kimin gazeteci olduğunu anlayabilecek kadar tecrübe sahibi insanlar.
 
Belli çevreler tarafından kendilerine atılan iftira yüzünden zor durumda kaldıklarını söyleyen Adem Özköse; `Türkiye`de hakkımızda yazılan bu iftiralar bizi resmen ölüme itmiş gibi oldu. Hamit`le ben sırf bu yazılanlardan dolayı öldürülmüş olsak, sorumluları bize bu iftiraları atanlar olacaktı.` diyerek kızgınlığını ifade etti.
 
Ersoy Dede`nin `Bu iftiraları atanları tanıyor musun` sorusu üzerine, `Bunlar kamuoyunun da tanıdığı insanlar. Rastgele çamur atmaktan çekinmeyen hayatlarını da böyle devam ettiren kişiler. Eğer bu insanların başına böyle bir esaret gelseydi, hakkımızda kötü şeyler dahi yazmışlarsa da bu insanların kurtulmaları için en fazla uğraşı gösterirdim. Ailesi ve çocukları olan, amacı gerçekleri göstermek olan insanlara nasıl böyle sözler söyleyebilirler? 20 yaşında üniversite öğrencisi Hamit var yanımda. Bu şekilde iftiralar atarak bizi ölümün kıyısına ittiler`
diyerek iftiralarının nelere mal olabileceğini tekrar yineledi. Kolay kolay hakkımı helal etmem demem ama bu insanlarla bunun hesabını ahirette mutlaka soracağım.
 
`Ajan` iftirasını Suriye rejiminin askerlerinin sonuna kadar kullandığını ifade eden Ersoy Dede; `Siz yokken inanılmaz bir atmosfer vardı. Birileri bir takım grup ve devletlerle bağlantılarını kullanarak güç savaşı veriyorlar. Ve o devletlerin burada propagandasını yapabilmek adına yakından tanıdığı insanları bile bozuk para gibi harcayabiliyorlar, sence neden?`diye sordu.
 
Adem Özköse ise tek kelimeyle `Kalpsizlik ve ahlak sorunu` diye cevap verdi.
 
Biz burada saçmalama ne ajanı, adam aslan gibi gazeteci diyorduk diye sunucu Ersoy Dede, Selahattin Yusuf`un `bu tip iddialar üzerine çokça konuşmak zor durumda bırakır` dediğini hatırlattı.

Özköse: ‘Ajan iftirası yüzünden günümüz sıkıntıyla geçti. Gerek Facebook`ta gerek Twitter`da takip ediyorlar, bizim hakkımızda neler yazıldığını...’
 
Adem Özköse`nin bu sözü üzerine Ersoy Dede araya girerek, `Takip ettiklerini düşünmüyorum, birileri direk rapor veriyordur. Bazı insanların aleni şekilde sizi kim kaçırdaysa, sizinle kim pazarlık yaptıysa onlara Türkiye`den rapor gittiğine inanmaya başladım` dedi.
 
Onlara, eğer beni öldürürseniz bir ajan değil gazeteci öldürdüğünüzü bilin dedim. Son konuşmamız da bu olmuştu. Ben yurtdışı ağırlıklı olmak üzere mesleğimi yapmaya çalışan bir gazeteciyim. Yolum istihbaratla bir kere kesişmemiş bile.
 
Ersoy Dede, `İlla MİT`in istihbaratçısı olman gerekmiyor, belki başka bir devletin adamısındır yok mu Türkiye`de başka ülkeler için gizli eleman olan gazeteci kılıklı adamlar. Var ki bunlar başınıza geldi` diyerek hem Adem`e iftira atanlara hem de ülke içindeki asıl ajanlara göndermek yaparak tepki gösterdi.
 
Sunucu, `Esed`in zindanlarında neler yaşadın, neler vardı anlatır mısın?` diye Özköse`den zindanları anlatmasını istedi.

Ne olacağımız belli değil ve sürekli tehdit ediliyordum, yukarıdan haber bekliyoruz şeklinde. Adı Celal olan bir asker vardı. `Seni bahçeye çıkarıp ölene kadar döveceğiz` diyordu. Yüksek mevkiilerden bunlara benim için haber geliyor ve askerleri kışkırtıyorlar. Ama bu durum bir şey tarafından engelleniyordu. şartlar kötüydü ve ben de kendi kendime, ayakta ve dik duracağım, hareket halinde olacağım diye telkin ederek kendime program hazırladım. İlkokuldan sonra hafızlık yapmıştım, hafızlığımı daha da ilerletmeye karar verdim. Her gün sabah 10:00`da 3 adımlıkta olsa volta atarak Kur`an okumaya başladım. Oturduğun zaman duvarların üzerinize geldiğini hissediyorsunuz. Bir mezar gibi düşünün...

SABIR AYETLERİ BANA İNİYORDU

Kur`an-ı Kerim`deki sabır ayetleri sanki bana iniyormuş gibi geliyordu okudukça. Daha iyi anlamama vesile oldu ve müthiş bir motivasyondu benim için. Benimle sadece hakaret etmek için iletişime geçtiklerinden dolayı Kur`an ayetlerini kalkan yaptım, Allah`la konuşayım istiyordum. 2 saat volta atarak Kur`an okuduktan sonra yatıyordum ve daha iyi anlamaya çalışıyordum. 53 gün boyunca (Hamit yanıma gelene kadar), elimde Kur`an ile uyumuşum.

Guantanamo`da ve Ebu Gureyb`ten esir düşenlerle konuşmuştum. Ama bizim kaldığımız yer Guantanamo`dan da Ebu Gureyb`ten de yaşadıklarıma göre daha beterdi. Şahit olduğu olaylar yüzünden özgürlüğüne kavuşmasına rağmen uykularının düzene girmediğini ve uyuyamadığını belirten Adem Özköse, yarım saatte bir muhakkak uyandığını ve uyuyamadığını söyledi. Bunun sebebi ise, orada uykuya dalıyordum ama yarım saat sonra işkence gören insanların çığlık sesleriyle uyanıyordum. `Allah için artık vurma` diye yalvarıyorlardı işkencecilerine.
Orası daha çok muhalifleri getirip işkence yaptıkları bir yer idi. 12-13 yaşında çocuklar vardı. O çocukları esir etmelerinin sebebi babalarını ele geçirmek içindi. Çocukların korkmuş gözlerini gördüm. Şu an sokakta yürürken bile o çocukların korku dolu gözleri geliyor aklıma, unutamıyorum.

SU VE TUVALET İŞKENCESİ
 
Enterasan işkence çeşitleri vardı. Bunlardan biri tuvalete çıkmama cezasıydı. Bir kere bana da verdiler o cezayı. Yan hücremdekileri 1 hafta tuvalete çıkarmadılar. Ve mecburen altlarını kirlettikleri için de `sen nasıl altını kirletirsin` diyerek dövüyorlardı. İmkanı yok, nasıl tutacaksın bir hafta? Başka bir hücreden `Allah için bize su verin` diye yalvarışlar duyuyordum. 1 hafta su cezasına maruz kalmış esirlerdi. O çocuk su istediği için onu da dövdüler. Anlattığım zaman insanlara `abarttığımı` düşünürler mi diye düşünüyorum. Ne eksik ne fazla bu anlattıklarım. O çığlıkları unutamıyorum.
 
Esir ettikleri muhaliflere mutlaka şu eziyeti yapıyorlardı. Benim de Hamit`in de elbiseleri vardı. Bizim dışımızda bütün esirlerin üstlerinde alt iç çamaşırından başka hiçbir şeyleri yoktu. Bütün cezaevi çıplaktı. Tek kişilik hücrede 6 kişi 1 hafta boyunca, uyumak yasak, oturmak yasak, duvara yaslanmak yasak... Mümkün değil nasıl dayanacaksınız, gözleriniz de bağlı. Esir duvara yaslanır yaslanmaz çığlıklar başlıyordu. Anlıyordum ki duvara yaslandığı için tuvalete götürüp dövüyorlardı. Tuvalet sürekli tıkanıyordu ve lağım suyu yayılıyordu. Tuvaletin üst kısmında muşamba vardı, oradan da damlıyordu sürekli. O şekilde 5-6 kişi dövüyorlardı.
 
Yaralı bir muhalif ellerine düşmüştü. Hamit tuvalete daha yakındı o daha iyi görmüş. Adamın ayağı çürümüştü. Orada şunu düşündüm; `İnsan ölsün ama buraya düşmesin.` Biz diğerlerine göre iyiydik belki o şartlarda ne kadar iyi olabilirsek ama ne olacağınızı, nerede olduğunuzu bilmiyorsunuz, Hamit`in derdi bir yandan...
 
İlk 2 günden sonra ben kalem kağıt istedim dilekçe yazmak için. Her hafta dilekçe yazmama rağmen hiç cevap gelmedi. 5 dakika konuşalım hiç değilse desem de muhatap olmuyorlar. Amacım ailelerimizin yaşayıp yaşamadığımızı bilmeleri. Hücrede bir süre sonra kendinizden vazgeçiyorsunuz, sürekli o çığlıkları düşünüyorsunuz. Fazla rüya görmeyen biri olmamama
rağmen bilinçaltı patlama yaptı ve günde en az on tane rüya görmeye başladım. Çocuklarımla Hamit`i çok görüyordum.
 
Bir kaç kez de cezaevinden kaçıyordum rüyamda. Çok mutlu oluyorum buradan kurtuldum diye ama Hamit yanımda olmadığını görünce askerlere beni tekrar tutuklayın diyorum yanımda Hamit yok. İnsan olan nasıl, bir insanın en temel ihtiyaçları üzerinden işkence yapar, 1 hafta su cezası, 1 hafta tuvalet cezası.
 
 
Ersoy Dede, `öldürülmemiş olman zindandan kurtuluruz ümidini arttıyor muydu?` diye sordu.
 
İşkence görmüyoruz ya da öldürülmedik ama her an o ağır işkencelere alınma riskiniz var. Bilmiyorsunuz ki ne yapacaklar?

Savaş esnasında Afganistan`a gittiği zaman da Adem Özköse`den 2 ay haber alamadıklarını hatırlatan Dede, o dönemlerde `Beyaz Medya`nın gazetecilerinin tanındığını söyledi. Hal böyle olunca da Adem`in savaş muhabirliğini kabul eden yoktu diye devam eden Ersoy Dede, `Senden 2 ay haber alamayışımızın insanları tek yürek bir araya getiren bir değeri yoktu. Adem Patani`ye de gitti, Afganistan`da bombardıman altında da kaldı hakeza Bağdat`a girerken sınırda başına silah dayadılar. Özellikle bazı gazetecilik faaliyetleri yapanların çok fazla görünmediğini hatırlıyorum. Gerek önemli insanlarla yaptığın röportajlar, gizli çekimler yapmanı gören yoktu. Ama sizin esir olduğunuz dönemde CNN`de sizinle ilgili haberi gördüğümde çok şaşırdığımı söylemeliyim. Hem gazeteci olarak hem de kaçırılmış biri olarak bu medya Adem`i önemsiyor dedim. Malum medyada sizin haber yapılmanız benim için devrim niteliğinde. Bundan 4-5 sene önce başına gelseydi bu durum, bu kamuoyu ve kampanyalar yapılmazdı. Kendi içimizde ağlar dururduk. (gülerek söylüyor) dedi.
 
 
Babamla konuştum, tanımadığımız bir sürü insanın aradığını söyledi. Daha sonra adımıza adaklar adandığını öğrendim. Almanya`dan tanımadığım biri aradı, telefonda hüngür hüngür ağlıyordu. Bana dedi ki; `Sen gelene kadar çocukların aklımdaydı, kendi çocuklarımı bile sevemedim.’ Duaları ve kalbinizi harekete geçirdiğinizde neler başarabileceğinizi görürsünüz.
Suriyeliler 2 ay içinde nasıl çıktığımıza şaşırıyorlar. Gerçekten oradan çıkmak çok zor. Suriye`ye girmeden önce biriyle görüştüm. Adam 23 sene cezaevinde kalmış, 20 sene boyunca da yaşadığından ailesinin haberi yokmuş. 20 senenin sonunda eşini ve annesini görebilmiş. Hamit`e de dinlettim anlattıklarını, `Bak dedim bizi nelerin beklediğini bilmiyoruz`
 
 
Ersoy Dede, Esed zulmüne dikkat çekerek, işkence sırasında ölenlerde oluyordur hatta dışarı çıkarmadan oraya gömüyorlardır deyince Adem Özköse; `Esed yönetimi devrilirse bir çok toplu mezarlar ortaya çıkacak, göreceğiz. Binlerce genç Baas zindanlarında kayboldu.` dedi.
 
HAMİT’İN YAŞADIĞINI BİLMİYORDUM

Hamit`in yaşadığını bilmiyordum 11 gün yemek yemedim, sesini duyana kadar. Hamit`te aynı sebeple 6 gün yemek yememiş. Bir gün Kur`an okurken sesimi duymuş. Yemek geliyordu ama öyle bir psikoloji oluşuyor ki orada, geçmiyor boğazınızdan.
 
Askerler biraz ileri gitmişti, konuşmak yasak olduğu için konuştuğunuz zaman dövüyorlar. Ne olursa olsun diye göze alarak
Hamit`e nasılsın, sabret cenneti kazanacağız diye bağırdım. O da bana cevap verdi. İlk diyaloğumuz böyle olmuştu. Hamit zindanda girdi 21 yaşına. Doğum gününde yine dayağı göze alarak, `Doğum günün kutlu olsun Hamit` demiştim. `20 yaşında girdim, 21 yaşında çıktım` diye espri yapıyor.
 
Bütün yasakları biraz anlayabiliyordum ama bir yasak vardı da onu hala anlayabilmiş değilim. İmam Hatip`ten beri hiç kesmediğim sakallarımı zorla kestiler. Alışkın olmadığımdan farklı geldi ben de `ayna verirseniz yüzüme bakmak istiyorum` dedim. Hayır dediler `ayna yasak!` Mesela kaşıkta yasak, yemeği elinizle yemek zorundasınız.
 
Twitter`dan sorulan `Zindanda ailenden önce Hamit`i nasıl düşünebildin` sorusuna Adem Özköse, `Sorumluluk duygusu. Bu duygu beni orada 11 kilo zayıflatmış` diye cevap verdi.
 
Ersoy Dede gülerek; `Sen yalnız giderdin ne oldu da Hamit`i yanına aldın` demesi üzerine Adem Özköse, `Sürekli beni de götür, beni de götür diyordu. Nereden bilebilirdim başımıza esaret geleceğini.`
 
İHH`nın genel merkezi nerede diye sordular, bu kadar basit bir sorunun sorulması şaşırttı. Daha sonra anladım, İHH bizimle ilgili diplomasi yürütüyormuş. Bir de sorgudan sonra kendi aralarında konuşurken duymuştum, İHH ve Özgür-Der eylem yapmış. Bana  Özgür-Der ne dediler.
 
Özel olarak gelip İHH merkezini sorunca, bizim üzerimizden İHH ile ilgili bir şey kurduklarını düşündüm. İHH`yı severim, takdir ederim ama resmi çalışanı değilim. Ben gazeteciyim. Olsam da şeref duyarım, bu gazeteciliğimi engelleyen bir durum değil. Hücrede vakit bol, sürekli senaryo kuruyorsunuz, ne oldu nasıl oldu şeklinde. Bize işkence yaparak İHH hakkında kötü şeyler söyletebileceklerini aklıma geldi.
 
 
53.gün biri geldi hücreden beni çıkartıp parfüm sıktı. İç çamaşırı bile 20 günde bir veriyorlar. Banyoda aynı şekilde 15 günde bir. Lavaboya gittim, çıktım bir daha parfüm kısa bir süre sonra bir daha. Neler oluyor acaba diye düşünüyorum. Cezaevi sorumlusunun odasına çıktık o da parfüm sıktı. İç çamaşırı bile 20 günde bir veren adamlar parfümde cömert davrandılar. Odaya girince ilk defa Hamit`i gördüm.  Sarıldık, ağladık.

Aklımda İHH`yı neden sordukları kaldığı için Hamit`e, bu konuda bir şey sorarlarsa biz sadece gazeteciyiz, İHH ile de bir bağlantımız olmadığını söylemesini tembihledim. Ben diğer odada sorgulanacağımızı düşünürken o odadan Bülent Yıldırım çıktı.
 
Hamit ilk görüntülerde diyordu ya, `Hayatımın en mutlu anı` diye. Aynen öyle, çünkü yaşamla aranızda tutunacak bir dal kalmamış. Onları görmemiz o dalı tekrar tutmamızı sağladı.
Bülent abi kameraların olma ihtimaline karşı belli etmeden sormaya çalıştı `İşkence yapıyorlar mı` diye. Bülent abinin görevlilere aileleriyle görüşsünler ricası üzerine
izin verdiler. Ben evden Suriye`ye gitmek için ayrılırken eşim bana, `Allah`ın yazdığından başkası isabet etmez` ayetini hatırlatmıştı. Telefon izni alınca eşimi aradım çocukları sordum ve ben de ona `Giderken bana hatırlattığın ayeti unutma dedim.` O şartlar altında aileden birilerinin sesini duymak tarifi imkansız bir mutluluk.
 
Görevlilerden biri Bülent abiye, `Bunlar sınır ihlali yaparak kaçak girmişler` dedi. Ben de `Burada müslümanlar var, biz sınır tanımıyoruz` dedim.

Güneşi görememenin, özgürce yürüyememenin insanı psikolojik olarak yıprattığını söyleyen Özköse, dışarıya çıkınca saatlerce yürümeyi düşündüğünü dile getirdi. ‘Sevdiklerimizin ve dostlarımızın kıymetini çok iyi bilmeliyiz, insan kaybetmeden kıymetini idrak edemiyor’ diyerek önemli bir konuya değindi.
Askerler bana istihbarat binasının tarihinde bir tane mahkum yakınının bile binaya giremediğini söyledi. Bülent abi ilk olmuş. Bülent abi güneşe çıkarılmamızı söyledi, ona tamam dediler ama yapmadılar tabi. Sadece Hamit`le birlikte kalmamızı kabul edildi. 2 metrelik hücre kocaman gelmeye başladı. Tek kişilik hücre olduğundan dolayı sığamıyorduk ama bu bile sorun değildi gözümüzde. Ben kendimce çözümü bulmuştum sığamazsak Hamit uyurken ben de oturarak uyurum diyordum.
 
 
Telefonla canlı yayına bağlanan Hamit Coşkun`a Ersoy Dede, `Çok istekle Suriye`ye gittiğini öğrendik, senin için iyi bir deneyim miydi` diye sordu. 
 
Hamit Coşkun: `Ben orada asıl dostluğun nasıl olduğunu, savaşın kötü yüzünü gördüm. Adem abi bana program başladığından beri `çocuk çocuk` diyor sürekli ama ben orada baya büyüdüm`
 
Ersoy Dede: `Gazetecilik yapıp yapmak istemediğini bilmiyorum ama eğer yapacak olursan bu senin için çok iyi bir mesleki tecrübe oldu.`
 
Adem Özköse: `1 hafta beraber kalsakta Hamit benim için dünyanın en iyi hücre arkadaşı`
 
Ersoy Dede, `evden çıkış yasağın varmış Hamit doğru mu` şeklinde latife yapınca Hamit Coşkun, `Doğru abi, yasak var, Ankara`ya giderken bile vize alacakmışım babamdan.` dedi.
 
Sunucu Ersoy Dede Hamit Coşkun`a, `Adem sana oradayken konuşmaların çoğunu tercüme etmiyormuş üzülmeyesin diye. Türkiye`ye dönüş yolunda tercüme etmediği kısımları öğrenince neler hissettin?` şeklinde soru yöneltti.
 
Coşkun buna cevaben; `Bu sorunuza canlı yayında cevap veremeyeceğim, Allah`a şükürler olsun` diyerek duygularının dile getirilemeyecek kadar yoğun olduğunu ifade etti.
 
Ersoy Dede`nin `Neler yaşadığını biraz anlatır mısın?` sorusu üzerine `Orada yaşananlar insanlık dışı, insanların insanlığının ellerinden alındığı bir yer` diyerek Suriye`de zulmün devam ettiğini vurguladı.
 
O kişilerin ismini anarak mutluluğumuzu gölgelesin istemem ama her ne kadar bize iftira atanlarla hesabımız ahirette olacak desen de bu soruyu sormam gerektiğini düşünüyorum. İftiraları atanlara karşı hukuki bir süreç başlatacak mısın? şeklinde soru sorun Ersoy Dede bu konu hakkında hukuksal yollara başvurup vurmayacağını sordu.
 
Fazla inceleme imkanım olmadı sadece bizi sorguda sıkıntıya düşüren suçlamaları okudum. Fakat hukuki bir yola başvurmayı düşünmüyorum. Doğu Konferasına Kenan Çamurcu ile Şam`a gitmiştik ama tek kelime konuşmuşluğumuz yok. `Ben O`na dedim ki kirli işlere girme` diye başlayan beni ikaz ettiğini söylediği yazıların hepsi yalan. Ben o zaman İletişim Fakültesine yeni girmiştim ve 6 aylık gazeteciydim. Bahsettiğim konferansa giderken Nuray Mert ile arkadaştı ve Nuray ablasının yanından ayrılmıyordu. Sınır eylemi yaptığımız zamanlarda da karalayıcı yazılar yazmıştı ve o zaman yüz yüze konuşalım yanlış anlıyorsun diye aramıştım. Sen gelirsen bana saldırır döversin dedi ve telefonu kapattı. Herşeyi Twitter`a anında yazıyor zaten, bu adamların hiç mi aileleri ev hayatları yok, Twitter`da yaşıyorlar sanki. Bilgisayar başına oturduğum zaman eşim `bilgisayar insanı kendinden ayırmıyor deyip kalkmamı istiyor. Tedaviye ihtiyaçları var.

Ersoy Dede `Kötü yollara sapma diye uyarmış ya, abi sözü dinlememişsin` diyerek yine güldürdü.
 
Ürdün`den bir amca aradı, her gece namaza kalkıp bizim için dua etmiş diyerek, kendileri için dua eden, maddi manevi çabalayan herkese teşekkür ederek onları özgürlüğe duaların kavuşturduğunu söyledi. Bize çocuklar bile dua etmiş. O çocukların duaları bizi kurtardı, inşaAllah Suriyeli çocukları da kurtarır. Zindanı gördükten sonra esirler için çok az dua ettiğimi düşündüm. Mazlumlar için hiçbir şey yapmıyormuşuz aslında.
 
Çıkmadan bir gün önce aldıkları yeni kıyafetleri giymek için müdürün odasına çıktım. Müdür bize sarıldı, önümüzde çaylar, fotoğraf çekildik. Çok güzel günler geçirmişiz gibi... Bütün cezaevini gösteren kameralar var. Açık unuttular, fark edince kapattılar ama ben göreceğimi gördüm. Kameranın biri bir hücreyi gösteriyordu, 60-70 kadar erkek esir var ve üzerlerinde hiçbir şekilde iç çamaşırı yoktu. Çok sıcak bir ortam ve ellerinde bir havluyla birbirlerini serinletmeye çalışıyorlar. Başka bir kadın koğuşu. İzlendiklerini bilmediklerinden dolayı hanımlar sıcaktan dolayı örtülerini açmışlar. Tek tip yeşil bir elbise giydirmişler. 24 saat izliyorlar o şekilde.Normalde çıkıyoruz diye sevinçten uçmamız gerekirken görüntüleri görünce çok üzüldük. Hamit durgunlaştı, ne olduğunu sordum. Biz çıkacağız ama bu insanları arkamızda bırakacağız dedi. Hamit bunları söylerken ben de aynı şeyleri düşünüyordum. Sevincimiz buruktu. Suriye halkı tamamen özgürleştiği zaman özgürlüğümüzü doya doya yaşayacağız.

Son gece uyuyamadık. Askerler kızgın, o kadar haber bekliyoruz dediler ama haber gelmedi bir kere bile dövemeden bırakıyorlar ya...
 
İstihbarat binasına yakın bir bölgedeki patlama konuşulurken Ersoy Dede, patlama olduğu zaman neler düşündüğünü söyledi. `O patlamanın Esed tarafından yaptırılmış ama kendilerinin kabul etmediği bir patlama olduğunu ve sizin ortadan kaldırılmanız için
tezgahlanmış bir oyun olduğuna inanmıştım. Sonra diyecek ki İstihabarat binasına yapılan saldırıda gazeteciler öldü`
 
Gönlünde Şam`ın çok ayrı olduğunu ifade eden Özköse, Şam`dan geçerken Hamit Coşkun`a `Bir gün bu şehre geri döneceğiz` dediğini belirtti. Esed`siz, Baas`sız bir Şam`a gitmek nasip olur da biz de Suriye`nin özgürlüğünü kutlamaya gideriz inşaAllah` diye dua etti.
 
Ersoy Dede`nin `Bu şartlar altında bir daha gitmeyeceksin yani` sorusuna Adem Özköse, `Bunu burada konuşmayalım, annem seyrediyordur belki` diye cevap verince stüdyoya gülüşmeler hakim oldu.
 
Uçağa bindikten sonra Hamit`te tekrar hücreye konulma endişesi vardı. Bitti artık dedim ama içten içe bir an önce şu uçak kalksın istiyorum. Tahran`da bizi karşılamaya gelen dost ve akrabalarımızı görünce şükrettik böyle dostlarımız olduğuna.
 
Bülent Yıldırım`ın uçağa neden binmediğine açıklık getiren Özköse, uçak 9 kişilikti. Bülent abi yanınızda akrabalarınız olsun dedi. Bir çok arkadaş vardı, ‘ben onları bırakıp gelemem, önemli olan sizi almaktı, siz gidin’ dedi.
 
 
Ersoy Dede, programa katıldığı için Adem Özköse`ye teşekkür etti ve yine Adem Özköse`ye takılmadan edemedi. `60 günün yazıları hazır ama görüntüleri yok diye sakın yine gitmeye kalkmasayın!`
 
Adem Özköse`nin son sözlerini söylemesi üzerine program kapandı. `Büyük bir dostluk örneği gösterdiniz. Ailelerimizi tebrik ediyorum, çok dik durdular. Babamla Yahya (Hamit`in abisi) beni çok etkiledi. Takas meselesinde Özgür Ordu`dan generaller vardı onlar verilsin, Adem ile Hamit geri verilsin diye. Kabul etmediler. `Bizim çocuklarımız gerekirse orada kalsın ama Türkiye`ye sığınanlar geri verilmesin` diye açıklama yapmışlar. Bizi arayıp sormuş olsalardı biz de aynı sözü söylerdik.İnşaAllah biz mutlu ve özgür olmuş Suriye çocuklarının belgeselini çekmeye gideriz.`
 

SÜTUN HABER / ÖZEL Nesibe DOĞRUYOL

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir