• DOLAR 32.328
  • EURO 35.151
  • ALTIN 2299.693
  • ...
SON DAKİKA
Yalınayaklıların başarı sırrı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

“Yalınayaklıların” Başarı Sırrı

“Hz. Peygamber (sav) Bedir Savaşı`nda insanlara danıştı. Hubbab b. El-Münzir kalktı ve dedi ki: ‘Biz savaşın ne olduğunu biliriz. Benim görüşüm bir su kuyusu hariç tüm su kuyularını kullanılamaz hale getirelim ve suyun başında düşmanı karşılayalım. Hz.Peygamber (sav), Kureyza ve Nadr Savaşlarında da insanlara danıştı. Yine Hubbab b. El-Münzir kalktı ve dedi ki: ‘Kalelerin arasına yerleşelim, böylece birbirlerinden haber almalarını engelleyelim. Hz. Peygamber de onun görüşünü uyguladı.”

“Yalınayaklılar” ziynetiyle süslenip hak yola davet ederek hakikatı yeryüzüne yayacak insanlık efendisi adamlar yetiştiriyordu Allah`ın Resulu (sav). Mazlumiyet miski kokan örnek bir nesil, numune bir kadro olacak yeryüzünün asillerini oluşturuyordu Allah`ın Habibi (sav). Fecr`in nuruyla bezenip karanlığa saplanmış kara zihinleri aydınlatacak “Gökteki Yıldızları” meydana getiriyordu Allah`ın Nebisi (sav).

Gözler simasına, kulaklar nidasına, kalbler sevdasına tutulmuşken; bir kaide, bir usul ve bir düstur öğretiyordu onlara pratik hayatıyla. Yaşamın zorlu imtihan alevinde bir düsturu taşıyordu belleklere, kalın çizgilerle. Adı istişare, adı meşveret, adı danışma olan. Çünkü O (sav), Rabbinden aldığı emrin uygulayıcısı idi. Çünkü O (sav), Allah`ın insanlara gönderdiği hakikat yolunun öğreticisi ve muallimiydi. Ve Allah (cc) şöyle buyurmuştu: “İşlerinde onlara danış.” (Al-i İmran: 159)

Ama neden? Öyle ya! Allah Peygamberinin buna ihtiyacı mı vardı? Zaten vahiyle hareket etmiyor muydu? Allah (cc) Ona yol göstermiyor muydu? O zaman sır ne? Hikmet ne? Said b. Mansur ve İbnül Münzir, Hasan El- Basri`den rivayet ediyor. “Allah (cc) Resulullah (sav)`ın arkadaşlarına ihtiyacı olmadığını biliyordu. Ancak sonrakilerin bu konuda peygamberi örnek almaları için danışması emredilmiştir.” Sonrakiler, bir sonrakiler ve derken mesajın ulaştığı adres: Biz... Meselenin hakikatı bu.

Dönüp bakıyoruz, Uhud`dayız. Yüreğimizin yandığı savaşın arefesindeyiz. Allah`ın Resulu asıl savaşta. Savaş onun için başlamış bulunmakta. Çünkü Ümmete öğretilecek bir hakikatı, bir düsturu pratize etme vakti gelip çatmış olmakta. Büyük sıkıntılara ve acı kayıplara mal olacağını bilmesine rağmen istişare yapmaktan ve istişare neticesinde alınan karardan vazgeçmemişti Sevgili Peygamber. Oysa olacakların bilincindeydi. Ama acı tecrübelere, istenmeyen kayıplara mal olsa da öğretilmesi gereken bir kaide vardı ortada. Zihinlere ve yüreklere kazınması gereken bir gerçek vardı hakikat meydanında. Danışma, diğer adıyla istişare. Hal bu. Mukteda-i hal de bu.

Öte yandan “zaten ben bunu biliyorum, ne gerek var” diyenler için belki de anlamsız bir kelime; “filan kişiye mi soracağım? Onun söyleyeceği ne olacak ki?” diyenler için belki de boş bir uğraş; “sorsam da aynı şeyi söyler, icab etmez” diyenler için belki de faydasız bir meşguliyettir danışma-istişare. Ancak denildiği gibi hakikat bunun zıddıdır. Hem de öyle görmezlikten gelinecek cinsten de değil. Çünkü buyruk bizzat Allah (cc)`tan, Resulullah (sav)`ın şahsında tüm ümmetedir. Zorluk yolcuları olan biz Ümmet-i Muhammededir. Dahhak Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Allah`ın Peygamber (sav)`e danışmayı emretmesi bunun ne kadar önemli ve hayırlı olduğunu gösterir.”

İbni Cerir ve İbn Ebi Hayseme, Katade (ra)`den rivayet ediyor: “Allah (cc) Peygamber (sav)`e -Ona gökten vahiy gelmesine rağmen- arkadaşlarına danışmayı emretti. Çünkü bu, insanların hoşuna gider. Ayrıca bir kavim birbirine danışır ve bunu Allah`ın rızasını elde etmek için yaparlarsa Allah onları kesinlikle doğruya iletir.”

Sübhanallah! Ne müthiş bir söz. Ne de büyük bir umud. Ve ne de azim bir rahmet müjdesi, bir nusret eli. “...Bir kavim birbirine danışır ve bunu Allah (cc)`ın rızasını elde etmek için yaparlarsa Allah onları kesinlikle doğruya iletir.”

Nasıl yani? diyenlerimiz için.

Şimdi karşınıza bir resim alın ve bakın. Gördüklerinizi kaydedin. Sonra bir arkadaşınızı yanınıza çağırın. O da sizin baktığınız resme baksın ve gördüklerini kaydetsin. Daha sonra bir diğer arkadaşınızı çağırın ve o da o resme bakıp gördüklerini not etsin. Şimdi de kendi gördüklerinizle diğer arkadaşlarınızın gördüklerini karşılaştırın. Neticede aynı şeyleri görmekle beraber farklı şeyler de var değil mi? Hiç farketmediğiniz ayrıntıları arkadaşlarınız görebilmiş değil mi? Veya tam tersi. Artık gördüklerinizin tümünü birleştirin ve beraber değerlendirin. Resmin tümünü görme ve değerlendirme olanağınız olmadı mı? Oldu elbet. Müşavere dediğimiz şey de budur işte. Resmi tam görebilmek ve isabetli bir değerlendirme sonucu çözüme ulaşabilmektir. Yani sunulan çözümde, yapılan işte hata oranını en aza indirebilmektir.

Özellikle siyer ve tefsir kitaplarına bakılacak olursa; meselelerin bir çoğunda -ister uhrevi ister dünyevi- Resulullah (sav)`la Ashab arasında sürekli olarak bir istişarenin olduğunu, hatta Ashabın da kendi arasında buna sıkça başvurduğunu, halifeler döneminde halifeler tarafından da bunun yapıldığını göreceğiz. Çünkü onlar bunu yapanın Allah tarafından doğruya iletileceğini biliyor ve buna inanıyorlardı. Hayır ve kazancı elde etmenin bundan geçtiğine yakinleri olmuştu. Zaten kendileri de Resulullah (sav)`tan bizzat bunu müşahede ediyorlardı. Ebu Hureyre`nin şu rivayeti bunu göstermektedir: “Resulullah (sav) kadar arkadaşlarına danışan kimseyi görmedim.”

Zikredilecek Hadis-i Şerife iyi kulak kesilelim. Çünkü işin özü orada saklıdır. Allah Resulü (sav) uyarıyor. İşin hafife alınır ve es geçilir tarafı yoktur. Onun için önemle vurgulayarak diyoruz ki; Allah rızası için üzerinde iyi tefekkür edelim. Hatta imkanımız olanlar araştırıp inceleyelim.

Evet; “İşlerinde onlara danış” ayeti indiği zaman Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Biliniz ki, Allah ve Resulu müşavereden müstağnidirler. Ve fakat Allah Teala bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse doğru yoldan mahrum kalmaz. Onlardan her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz.”

Tekrar tekrar diyoruz ki, “onlardan her kim istişare ederse doğru yoldan mahrum kalmaz. Her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz.”

Kaynak, İnzar Dergisi, Yıl 2007, Abdulğafur BATMAZ

Bu haberler de ilginizi çekebilir