• DOLAR 32.504
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
İkindi Dersinde Dirilme
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

İkindi ezanı okunuyordu. Ben, küçük yaşımda babamdan dinlediğim Kur`an Kıraati`nin güzelliğine kapılmışlığın sevdasıyla yolda ilerliyor, aklımda kalan Kur`anı çocuk aklı ile birkaç kelimesini makamlaştırıp okuyordum. Ama sürekli kafamda bir soru işareti vardı, "Süsleyip makamla okuduğum bu Kur`an, gerçek değildi ama nasıl öğrenilirdi gerçeği?, Benim okuduğum sadece ezberimde olan Kur`an-ı Kerim`in birkaç kelimesi idi. Belki yanlış, belki doğru, makamını güzelleştiriyordum ama yine de haz alamıyordum, babamın okuduğu gibi, gerçek halini öğrenmek lazımdı."

Ezan sesinin geldiği camiye doğru ilerledim, bahçesine girdim ama içeriye girip, girmemekte tereddütte kalıyordum. Korku yahut endişeden değil, utangaçlık ve çekingenlikten. İçimden bir ses "İçeri gir!" diye haykırıyor ama diğer bir ses "Ya sana ders verecek kimse olmazsa…" diye içeriye girmemi engelliyordu. Sonunda içeriye girmeye karar vermiştim. Namaz eda edilmiş, Caminin içerisinde akranlarımın koşturmacası vardı. Ben ise Caminin yabancılığı ve kimseyi tanımayışımı gizleyemiyor, etrafı seyrediyordum. Birden bir ses işittim. Nurlu yüzüyle tepemde durmuş, çok masum yüz ifadesi olan bir ağabey… "Hoş geldin yakışıklı kardeş…" dedi bana. Belki bu cümle beni Camiye bağlayan ve hayatım boyunca minnet edeceğim tek cümle oldu. Bu ses Bilal ağabeyimin sesiydi.…

Caminin enfes sıcaklığını ve ağabeylerin yakınlığını görüp te bir daha o mekândan kopmak mümkün müydü? bir sonraki ikindi dersi nasıl da dört gözle beklenmezdi ki? Hele Bilal ağabeyim ve Muhammed hoca`mın o güzel kıraatlerinden sonra hangi zorba güç, hangi işkence aleti, hangi psikolojik baskı bu derslerden mahrum edebilirdi?

İlk ikindi dersinde İslam ile tanışmıştım. Elif-Bâ dersi bitmiş ve ilk sohbet halkasında, İbrahim (a.s)`in hayatı anlatılıyordu. Bilal ağabeyim o kadar heybetli ve heyecanla anlatıyordu ki, kulağı dışarıda misket oynayan çocukların seslerine dikmek, o an başka şeyler düşünmek, zihinden başka şeyler geçirmek mümkün değildi. Kim düşünür ki, dışarıda misket oynamayı, çamurda top koşturmayı. İbrahim (a.s) ateşlere atılıyor, Nemrut`a karşı meydan okuyor, davasından yılmıyor ve tek yardımcım `Âlemlerin Rabbi olan Allah`tır. O ne güzel vekildir` diyor. Böylesine muazzam bir ders bırakılıp, çocuk gibi dışarıda misket oynanır mıydı? Evet, çocuk gibi diyorum, çünkü o dakikadan sonra çocukluğumu unutup, kendimden büyüklerle oturup, büyükler gibi düşünmeyi öğrenmeye adım atmıştım. Böylece hayata da bir çocuğun penceresinden değil, olgun insanların penceresinden bakmaya başlayacaktım. Çünkü İbrahim olmak bunu gerektiriyordu, bir zaman sonra, Yusuf olmak gerekecekti. Yusuf olunduğunda kuyular zifir karanlık gelmesin diye, zindanlar mücadeleyi sekteye uğratmasın diye erken büyümek, hızlı yaşamak gerekiyordu. Hızlı yaşamak derken, her türlü çirkef ve kötülüğü yapmak değil, İslam’ın her türlü zorluğunu öğrenmek gerekiyordu. Artık zamanlar birbirini kovalamaya başlamıştı, peşin sıra gelen ikindi dersleri, öğrenilen Kuran ve sahabe hayatları, İslam önderlerinin mücadelesi bir hayli bağlamıştı camiye. Artık evimizden çok cami de zaman geçiriyorduk. Yoklama alınıyor, gelmeyen kardeşlere, sahabe döneminde olduğu gibi, bir kardeş gönderiliyordu. Orada bulunanlar ise isimleri okunduğunda `ALLAHU EKBER` diyorlardı. Evet, orada olmanın bir diğer adı `ALLAHU EKBER` idi.

Zaman ilerledi, hocalarım bir bir yanımdan gitmeye başladılar, artık yanaklarımı var gücüyle sıkan Bilal ağabeyim yanımda değildi, muhteşem kıraatiyle bizleri mest eden Muhammed hocam da yoktu. Neredeler miydi? Biri zindanda, diğeri hicrette.

Bundan sonra omuzlarımızı ağır yüklere alıştırmak zorundaydık. Kur`an dersini vermek, anlatılan İbrahim (a.s)`i bozmadan, Nemrut`a karşı olan isyanını yumuşatmadan, ya da çocuklar sussunlar diye masallaştırmadan, bize anlatıldığı gibi anlatma görevi bize devredilmişti. Bu, küçük yaşımızda daha da olgun olmamız için belki de hocalarımızın zindan ve hicretle imtihan edilmesiyle beraber bizim için de bir şans ve imtihan idi.

Hamd-û senalar olsun, hocalarımızın yüzünü yere değdirecek, onları utandıracak yanlış bir harekete düşmedik, bırakılan emaneti, gereği gibi bizden sonrakilere teslim edebilmek için, bütün samimiyetimizle çalıştık. Aldığımız derslerden ne mi çıkarttık?

Zaman geçmeye gebeydi ve ben-biz her zamanki çocukluk yaşımızla kalmayacaktık. İbrahim (a.s)`in anlatılan mücadelesinin aynısı olmasa da, benzeri başımıza gelecekti. Zaman geçti ve kaderimizde yazılı zindanların kazası meydana geldi, zorlu bir süreçten geçmek zorundaydık. Medrese-i Yusufiye`ye girip, oranın enfes havasını teneffüs etmek için. Bu da zorlu bir süreçten geçmeyi gerektiriyordu ve öyle oldu. İşte o zorlu süreçte, ikindi derslerinde anlatılan, Peygamber, sahabe ve mücahidlerin hayatı gözlerimizin önüne geliyor ve böylece, zorlu imtihandan Rabbimizin izniyle başarılı bir şekilde taviz vermeden geçiyorduk.

Anlayacağınız, bir ikindi dersi ile başlayan, İslam mücadelesi hiçbir zaman yersiz değildi. Belki çocukluğumuzu, misket peşinde koşturarak geçirmedik, belki arkadaşlarımız ağabeylerimiz yaşındaki insanlar oldu. Ama bundan hiçbir zaman pişmanlık duymadık ve O değerli büyüklerimizin yüzlerini kara çıkartmamak için ömrümüz boyunca çalışmaya ahd ettik.

Rabbim şehid olmuş hocalarımın şahadetlerini kabul etsin, kalanlara daha büyük eylemler yapabilmeyi nasip etsin. Selam ve Hürmetlerlerimle ellerinden öpüyorum.

Vesselam

Muhammed Yusuf Şehitoğlu

Bu haberler de ilginizi çekebilir