• DOLAR 32.418
  • EURO 35.447
  • ALTIN 2326.681
  • ...
Amerika Yine Darbe Peşinde EKONOMİNİN 15 TEMMUZ`U
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

DOĞRUHABER/HABER MERKEZİ 

ABD-Türkiye krizinin ardından Türkiye`den Amerika`ya heyet gitmesi de doların ateşini söndürmedi. Amerika tarafından yapılan açıklamalarda ise doların düşüşü papazın bırakılmasına endekslenmiş gibi görünüyor. Amerika 15 Temmuz darbesinde tank, top, uçaklarla başaramadığını şimdi de dolarla deniyor. Ekonominin 15 Temmuz`una karşı Türkiye`nin acil tedbirler geliştirmesi gerektiğini söyleyen HÜDA PAR Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sait Şahin, ABD`nin papazı bahane olarak kullandığını söyledi. Şahin, “Dış borç faizine teslim olmuş ve içeride de yabancı sermayenin tahakkümü altına girmiş bir Türkiye, ABD için kolaylıkla ekonomisi ile oynama zemini oluşturuyor. Türkiye acil tedbirler geliştirmeli. İşe kamusal israfın ve yandaşa haksız kazancın önünü almakla başlayabilir.” dedi. Uzmanlar, ABD'nin yaptırım kararının arkasında, Türkiye'nin Orta Doğu, Ön Asya, Uzak Doğu ve Avrupa ile geliştirdiği yeni ticari, askeri ve siyasi stratejilerin olduğu görüşünde birleşti.

ABD SİYASİ KRİZ ÜZERİNDEN EKONOMİK KRİZİ DERİNLEŞTİRMEK İSTİYOR

“ABD Rahip Brunson`u bahane kılıyor.” diye konuşan Şahin, “Rahip Brunson ABD`nin Türkiye`ye yönelik almak istediği resmi yaptırım kararlarının bir bahanesidir sadece. ABD Türkiye`yi sürüklemek istediği ekonomik kriz için iki adımlı bir plan çerçevesinde hareket ediyor. Bir taraftan gayr-ı resmi yollarla ülke içi ekonomik dengelerle ve özellikle de döviz ile oynuyor, diğer taraftan bahane kıldığı meseleler üzerinden yaptırımlara başvurarak siyasi kriz üzerinden ekonomik krizi derinleştirmek istiyor. Tabi mevcut ekonomik krizi ve doların baş döndürücü yükselişini sadece ABD`ye bağlamak da doğru değil. Hükümetin yanlış tasarruflarının ve politikalarının da bunda çok büyük payı var. Hükümet likiditeyi kamu israfı, yandaşa haksız kazanca dönüştürme ile har vurup harman savururken, öte yandan ölü yatırımlar diyebileceğimiz alanlara harcadı. Likiditeyi üretimi artıracak alanlarda yatırıma dönüştürmesi gerekirken, hizmetle sınırlı kalan alanlara gömdü. Halbuki öncelik üretim alanlarına verilmeli, ülke kendi ayakları üzerine yükseldikten sonra köprüler, yollar, tünellere, binalara yönelinmeliydi. Dışarıdan alınan krediler israfa ve ölü yatırımlara harcanınca, bu kriz kaçınılmaz oldu.” ifadelerini kullandı.

TÜRKİYE ACİL TEDBİRLER GELİŞTİRMELİ

Şahin atılması gereken adımlarla ilgili son olarak ilgili şunları söyledi; Bazı ülkeler aldıkları dış borçlarla fabrikalar kurdular, bu fabrikalarda ürettiklerini satıp kendi öz kazancı ile yollar döşediler, binalar diktiler. Bu yolla ekonomilerini ve ülkelerini büyüttüler. Türkiye gibi ülkeler ise her defasında aynı hatayı yapıyor. Eldeki ve ele geçen parayı doğru kullanmadığı için krizlere davetiye çıkarıyor. Dış borç faizine teslim olmuş ve içeride de yabancı sermayenin tahakkümü altına girmiş bir Türkiye, ABD için kolaylıkla ekonomisi ile oynama zemini oluşturuyor. Türkiye acil tedbirler geliştirmeli. İşe kamusal israfın ve yandaşa haksız kazancın önünü almakla başlayabilir.”      

TÜRKİYE, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE ULUSLARARASI HUKUK ÇERÇEVESİNDE POLİTİKA GELİŞTİRİYOR

Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol ise, Papaz Brunson konusu ve ABD'nin yaptırım kararıyla ilgili süreçte, Türkiye'nin soğukkanlılığını korumaya çalıştığını söyledi. Türkiye'nin önümüzdeki süreçte de bir hukuk devleti olduğunu ABD'ye hatırlatmaya devam edeceğini belirten Prof. Dr. Erol, ''Nitekim Papaz Brunson, Türk mahkemeleri tarafından casusluk gibi son derece ciddi bir iddiayla yargılanıyor. Şahsın geleceği hakkındaki karar da siyasi pazarlıklarla değil ancak hukukun işleyişi çerçevesinde verilecektir. Dolayısıyla ABD'nin bu konuda baskı yapmasının herhangi bir karşılığı olmayacaktır.'' dedi. Türkiye'de 1970'li yıllarda uyuşturucu kaçaklığından yakalanan ABD vatandaşı William Hayes'in Türk mahkemelerinde 5 yıl boyunca yargılandığını ve bu davanın siyasallaşmasına izin verilmediğini hatırlatan Erol, ''Hayes davasında dönemin Dışişleri Bakanı Melih Esenbel, 'Amerika'nın Türk yargısının kararını tartışmaya hakkı olmadığını' açıklamıştı. Günümüzde Türkiye, aynı o dönemde olduğu gibi hukukun üstünlüğü ve uluslararası hukuk çerçevesinde politika geliştiriyor. Ankara'nın bu bağlamda izlediği strateji, karşı zorlayıcı önlemler uygulamaktan ziyade krizi diplomatik müzakereler yoluyla çözüme kavuşturmaktır." diye konuştu.

''TÜRKİYE'NİN ABD DIŞINDA FARKLI ALTERNATİFLERİ DAHA VAR''

Erol, Rusya, Çin eksenli Asya ülkeleri ile Almanya eksenli AB ülkelerinin ABD'nin politikalarından ciddi rahatsızlık duyduğunu, bu durumun da Türkiye'nin dış politikasına ivme kazandırabileceğini savundu. ABD'nin tutumuna göre Türkiye'nin bölgesel veya uluslararası ilişiklerini şekillendirebileceğine vurgu yapan Erol, şu değerlendirmelerde bulundu: ''ABD'nin bu tavrı bir müttefik yaklaşımından ziyade 'düşmanca bir politikaya' işaret etmektedir. Dolayısıyla Türkiye böylesi bir yaklaşıma, niyete karşı duyarsız kalamaz, kalmamalı da. Türkiye'nin ikili ya da bölgesel-uluslararası çapta iş birliklerine ağırlık vermesi, ABD ile uzun bir zamandır yaşadığı krizin bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. Türkiye başta Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), BRICS ve hatta Avrupa Birliği (AB) ile daha farklı seçeneklere gidebilir. Zira, Almanya eksenli AB'nin kendisi de ABD'nin politikalarından ciddi rahatsızlık duymaktadır." Türkiye'nin Rusya ve İran ile yürüttüğü Astana sürecini de farklı bir oluşumla sürdürebileceğine dikkati çeken Erol, şunları kaydetti: "Bu da göz ardı edilmemesi gereken bir 'Ön Asya Bloku' anlamına gelmektedir ki zaten de facto olarak sahada varlığını göstermektedir. Dolayısıyla 'Ön Asya Bloku'nun dışında Türkiye ABD'ye karşı siyasi-iktisadi iş birliği bazlı üç stratejik eksen daha oluşturabilir. Bunlardan birincisi, Almanya eksenli güçlendirilmiş 'AB/Yeni Batı' bloku. İkincisi siyasi-güvenlik temelli, Rusya-İran eksenli güçlendirilmiş 'Avrasya Birliği' bloku. Üçüncüsü ise Çin eksenli, iktisadi-siyasi ağırlıklı 'Kuşak-Yol' coğrafyasını baz alan güçlendirilmiş 'Dünya Adası İşbirliği' blokudur.''

''GÜLEN VE HALKBANK ÜZERİNDEN BASKI KURULUYOR''

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, ABD'nin Türkiye'ye karşı kendi iç hukukunu kullanarak FETÖ elebaşı ve Halkbank konusu ile ilgili gelişmeler üzerinden Türkiye'yi uzun süredir baskı altında tutmaya çalıştığını kaydetti. Türkiye'yi hedef alan ABD yaptırımlarının gelecekte nasıl şekilleneceğine dair öngörülerde de bulunan Erol şunları anlattı: ''Gelecekte bu strateji, Halkbank ile sınırlı kalmayarak Türk bankacılık sistemini de hedef alabilir. Buna ek olarak Mike Pence'in de ifade ettiği üzere Türkiye ekonomik yaptırımlarla da karşı karşıya kalabilir. Bu noktada belirtilmesi gereken asıl husus, ABD'nin yaptırım kararlarının yalnızca Brunson davasıyla ilişkili olmadığıdır. Zira Washington'un rahatsızlığı, Ankara'nın çok yönlü dış politikasından kaynaklanmaktadır. Unutulmaması gerekir ki son dönemde Türkiye'nin, Suriye konulu Astana Müzakereleri, terör örgütü PYD-YPG-PKK'ya karşı operasyonları v S-400 hava savunma sistemleri konusunda Rusya ile geliştirdiği işbirliği süreci üzerinden bağımsız dış politika refleksi geliştirmektedir.''

''BU KRİZDE KAZANAN TÜRKİYE OLUR''

Yaptırım kararının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın BRICS Liderler Zirvesi'ne katıldığı döneme denk gelmesinin düşündürücü olduğuna dikkati çeken Erol, şöyle devam etti: ''Washington'un temel amacının ekonomik baskı aracılığıyla çok yönlü bir dış politika uygulayan Türkiye'yi yanına çekmek olduğu söylenebilir. Buna karşılık Türkiye'nin mevcut dış politika yönelimlerini sürdürmesi, ekonomik baskının artmasına ve yeni yaptırım listelerinin hazırlanmasına sebep olabilir. Her şeye rağmen Türkiye'nin ekonomik anlamda bedel ödemeyi göze alması, jeopolitik anlamda avantajlı çıkmasını sağlayacaktır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, ekonomik anlamda ödenecek bedel, Türkiye'yi bağımsızlaştıracak ve özgürleştirecektir. Bu sebeple bağımsızlıkçı ve milli bir devlet refleksiyle şekillenen mevcut dış politika anlayışının aynı şekilde sürdürülmesi gerekmektedir. Diğer taraftan Washington, Türkiye gibi bölgede stratejik bir konuma sahip ülkeyi kaybetmeyi göze alamayacağından bu sorunu daha fazla sürdürmek istemeyecektir. Bu sebeple krizin ikili ilişkilere daha fazla zarar vermeden aşılabileceğini düşünüyorum.''

''TÜRKİYE'YE 'RUS MODELİ' YAPTIRIM''

ANKASAM Avrasya Çalışmaları Masası Başkanı Dr. Dinmuhammed Ametbek de ABD'nin Rusya, İran, Çin, Kuzey Kore ve son olarak Türkiye'ye yönelik yaptırım kararını 'Magnitsky Yasası' adlı bir yasaya dayandırdığı bilgisini paylaştı. Bu yasanın 2009 yılında Rusya'da 230 milyon dolarlık bir yolsuzluk dosyasını inceleyen Rus vergi uzmanı Sergei Magnitsky'nin hapishanedeyken şüpheli bir biçimde hayatını kaybetmesi üzerine hazırlandığını hatırlatarak şu bilgileri verdi: ''Magnitsky Yasası, ABD'nin insan hakları ihlallerinde bulunduğunu iddia ettiği ülkelerin yetkililerine yaptırım uygulamasının önünü açmaktadır. Söz konusu yasa, ABD'ye dünyanın herhangi bir yerinde, yolsuzluk veya insan hakları ihlallerine karıştığını öne sürdüğü kişi, şirket ve diğer kurumlara karşı karar alma olanağı tanımaktadır. Yasa uyarınca bugüne kadar Rusya'dan 100'ün üzerinde gerçek veya tüzel kişi yaptırım listesine alınmıştır. Bundan ötürü Türk bakanlara uygulanan yaptırım 'Rusya modeli' olarak tanımlanmaktadır."

''RUSYA YAPTIRIM KARARINI MEMNUNİYETLE KARŞILADI''

Rus dış politika uzmanlarında, ABD'nin Türkiye'ye yönelik yaptırım kararının "Ankara-Moskova eksenini" güçlendireceğine dair bir kanaat oluştuğunu anlatan Dr. Ametbek, Rus Ortadoğu Uzmanı Stanislav Tarasov, "ABD yaptırımlarının Türkiye, Rusya ve İran'ın aralarındaki işbirliğini daha da güçlendirecek." değerlendirmesinde bulundu. Ametbek, şöyle devam etti: ''Rusya'nın ABD'nin müttefiki Türkiye'ye yaptırım uygulanmasını memnuniyetle karşıladığı gözlemlenmektedir. Rus basınında çıkan makalelere bakıldığında, ABD-Türkiye gerginliği, NATO'nun içindeki büyük bir çatlak olarak yorumlanmaktadır. Dolayısıyla Ruslar, NATO'nun eski Sovyet ülkeleri nezdindeki çekiciliğini kaybedeceğine dikkat çekmektedir. Sonuç itibarıyla ABD'nin Türkiye'yi hedef olarak göstermesi Ankara'nın Moskova'ya bağımlılığını artırmakta ve Rusya'nın elini güçlendirmektedir.''

Bu haberler de ilginizi çekebilir