Hicret
Gecenin sessizliğinde yapayalnız kimsesizim kardeş! Buğulu gözlerim dalmış uzaklara...
Gecenin sessizliğinde yapayalnız kimsesizim kardeş! Buğulu gözlerim dalmış uzaklara... Garip Amed’imin surlarına bakıyorum, ta uzaklardan. Pek hüzünlüler. Ne oldu ey yiğitlerin kalesi nedir derdin? Sen ki yumurta akıyla sıvanmış çelikten daha serttin! Nasıl böyle boynun bükük sırtını eğersin?
Dertler benimdir, benim sana ne oluyor da hüzünlüsün. Yoksa sende benim gibi maziye mi daldın? Anlıyorum seni, üzerinde gezen ciğerpareleri arıyorum. Heyhat gitti o günler, bizleri bekleme artık kendine başka yiğitler bul. Bana öyle dargın olma. Ey alçakların çizmeleriyle çiğnenen şehrim. Sana bir elveda bile dileyemeden ayrılık çattı. Firaklar hep acıdır biliyorum ama gitmeliydim. Davam için Seydalarımı dostlarımı, kardeş ve bacılarımı bırakmalıydım.
Ve dönüşü olmayan muhacerat’a çıkmalıydım. Sanmayın ki gözümde uzamadı yol, büyümedi çöl. Ama hicret coşkusu ağır bastı. Hicret; daha adını duyar duymaz Seniyetül Veda’dan Tela’el bedru nağmelerini işittiren kelime. Hicret, hicran kokuyor ama içinde devlet saklı. Nebi hicret edeliden beri hicret’e aşığım ve muhacirlere meftunum.
Sanmayım ki evimi, bahçemi, halkımı, şehrimi özlemeyeceğim. Issız gecelerde şehrimin kokusunu aramayacağım. Gözlerimin şimdi çok uzaklarda olan şehrime dalıp gittiğini gizleyemem. Ölümün soğuk nefesini defalarca yanı başında hissettiğim sokakları unutamam. Puslu sabahında acı şerbeti dar sokaklarında içmeyi arzulardım.
Evlada şehrim, eş ve dostlarım. Ayrılık ölüm gibi çattı. Son bir kez yiğit kalelere bakarken boğazım düğümleniyor. Ağlamak istiyorum ama taşlaşmış kalbim buna izin vermiyor. Dudaklarımda özgürlük ve direniş ağıtları, yüreğim hasret ve hicranla dolu artık gülmek haram bana. Dudaklarım gülse de yüreğimin efkarındandır. İçten güleceğim bir anı tahayyül edemez oldum. Ta zulüm karanlığı İslam’ın şafağıyla kaybolana dek.
İbrahim Hanifi Sain / Gaziantep / Yaş:18