• DOLAR 34.354
  • EURO 37.445
  • ALTIN 3023.665
  • ...
Bugün 28 Şubat Bu Karanlık Son Bulsun!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

DOĞRUHABER

Bundan tam 21 yıl önce halka rağmen halk için 28 Şubat darbesini gerçekleştirenler; bu zulmün bin yıl süreceğini iddia etmişti. Geldiğimiz noktada birçok alanda bu karanlık süreçle hesaplaşılsa da bu dönemin görülmeyen en büyük mağduru Yusufiler halen adalet bekliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın da “Suçsuz yere 10-15 yıl hapislerde çürüyen vatandaşlarımız var.” sözlerine rağmen bu konuda henüz bir adım atılmadı ve mağduriyetler giderilmedi. Gerek mağdurlar, gerek mağdur aileleri ve gerekse de kamuoyu bu karanlığın bir an önce son bulması çağrısında bulunuyor.

İŞTE O MAĞDURLARDAN BİRİ; BİLAL YARARLI…

“BİLAL İLE BERABER BİZLERİ DE CEZALANDIRIYORLAR ”

Hakkâri`de öğretmenlik yapan oğlunun kurulan kumpaslarla mahkûm edildiğini söyleyen anne Zeynep Yararlı, oğlunun haksız yere 18 yıldır cezaevinde tutulduğunu ve kendilerinin de oğlu Bilal ile beraber cezalandırıldığını söyledi. Oğlunun 28 Şubat sürecinin mağdurlarından olduğunu ve FETÖ`cü polislerin kumpasları sonucu mahkûm ettirildiğini söyleyen anne Zeynep Yararlı (62) yaşadığı mağduriyeti anlattı.

“OĞLUMU CEZAEVİNDEN ALARAK TEKRARDAN İŞKENCEYE GÖTÜRMÜŞLERDİ”

Oğlu Bilal Yararlı`nın 2000 yılında Hakkâri`de öğretmenlik yaparken Elazığ`a ailesini ziyarete geldiği esnada gece yarısı evinde gözaltına alındığını belirten Zeynep Hanım, ömür boyu hapse mahkûm edilen oğullarının 18 yıldır cezaevinde tutulduğunu söyledi. Bu süreçte eşi ve bir oğlunu da kaybettiğini söyleyen Zeynep Hanım, oğlu Bilal ile beraber kendilerinin de cezalandırıldığını söyledi. Oğlunun gözaltına alındığı geceyi anlatan anne Zeynep Yararlı, “Gece yarısı kapı çalındı oğlum gitti kendi elleri ile kapıyı açtı. Biz sesleri duyduk, salona çıktık. İki kişinin oğlumu yere yatırdığını ve üzerine oturduğunu gördük. Sonra oğlumu gözaltına aldılar. Günlerce haber alamadık.16 gün sonra oğlumun Muş cezaevinde olduğunu öğrendim. Bir ay sonra Bitlis`e götürdüler. Aylar sonra oğlumu cezaevinden alarak tekrardan işkenceye götürmüşlerdi.” dedi.

“BİZ ÇOK ÇEKTİK, HER GÜN AĞLIYORUM”

Oğluna kumpas düzenleyerek yıllarca cezaevinde kalmasına neden olan FETÖ`ye hakkını helal etmediğini belirten anne Zeynep Yararlı, “Bu oyunu çocuklarımıza kim yapmışsa biz hakkımızı helal etmiyoruz. Bu FETÖ`nün oyunudur. Biz çok çektik, her gün ağlıyorum, içim yanıyor. Babası öldü, küçük oğlum öldü, doğru dürüst hiçbirini göremedi.” şeklinde konuştu.

“BİZ ADALET BEKLİYORUZ”

Bu süreçte çocuklarının yeniden yargılanması gerektiğini ve umutlu olduğunu ifade eden Yararlı, “Bu sefer inşallah olacak. Bu sefer olmazsa daha ne zaman olacak? 15 Temmuz sonrası çocuklarımızın suçsuz olduğunu gördüler. Allah hakkımızı bırakmasın. Benim içim yanıyor. Biz adalet bekliyoruz. Her şey adalettedir. Ben görüşte bir saat boyunca ağlıyorum, o bize sabır veriyor, teselli veriyor.” ifadelerini kullandı. “Adalet Bakanlığı`na sesleniyorum! Oğlumun bir suçu yok.” diyen Yararlı, “Oğlumu yeniden yargılasınlar. Bu FETÖ`nün oyunudur. Oğluma ceza verenlerin hepsi cezaevindedir. 28 Şubat son bulsun, herkes çocuklarına kavuşsun. Allah insanlara böyle bir zulüm daha göstermesin. Allah hakkımızı FETÖ`ye bırakmasın.” şeklinde konuştu.

TURGAY BİLGE 22 YILDIR ADALET BEKLİYOR

28 Şubat sürecinde üniversite birinci sınıftayken gözaltına alınıp tutuklanan ve 22 yıldır cezaevinde olan Turgay Bilge'nin (40) Diyarbakır'da yaşayan ağabeyi Vedat Bilge, yaptığı açıklamada, kardeşinin yargılanmasının talimatla yapıldığını savundu. "Yargılama sürecinde kardeşimin üzerine isnat edilen 3 kişiyi yaralama suçu vardı. O mağdurlar mahkemeye gelip ifade verdiler. Hakim, onlara kardeşimi gösterdiğinde mağdurlar kendilerini vuranların onlar olmadığını belirtti. Buna rağmen kardeşime ceza verdiler. O dönem inancını yaşamak isteyenler bir şekilde cezalandırılıyordu." diyen Bilge, şöyle devam etti: "28 Şubat'tan sonra talimatlı yargılamalar başladı. Kardeşime dosyaya sonradan eklenen ve kimsenin ölmediği ve mağdur olmadığı bir suçtan dolayı müebbet hapis cezası verildi. Son mahkemede ceza verildiğinde mahkeme başkanı olan ve şimdi FETÖ'den tutuklu olan hakimler ile savcı vardı. Kardeşim kendisine ceza veren FETÖ'cü hakim ve savcılarla beraber şimdi cezaevinde." Kardeşine verilen cezayı hukuktan uzak gördüğünü belirten Bilge, "Bir mağduriyet yaşandı, daha fazla mağduriyet yaşanmasın. Dosyaların tekrar incelenmesini istiyoruz. Dosya incelendikten sonra hukuki delillerle ceza verilmediği ortaya çıkarsa adil bir şekilde yargılanıp ailelerine kavuşmalarını istiyoruz. Yeniden bir yargılanma yapılsın. Hukuka uygun yargılansınlar, sonucuna razıyız." ifadelerini kullandı.

"YENİDEN YARGILAMA YOLUNUN AÇILMASINI İSTİYORUZ"

Diyarbakır'da yargılandığı davada ömür boyu hapis cezası verilen, 20 yıldır cezaevinde bulunan Coşkun Yarar'ın (44) eşi Sema Yarar da 20 aylık evli iken eşinin süt almak için dışarıya çıktığında gözaltına alındığını belirtti. 20 yıldır eşinin yolunu gözlediğini dile getiren Yarar, "Bir çocuğum vardı ikinci çocuğuma da hamileydim. Eşim tutuklandıktan 3 ay sonra o da doğdu. Çok zorlu bir süreçti bizim için. Çocuklarımı tek başıma büyütmek, hem anne hem de baba olmak çok zor. Eşim tutuklandıktan 2 ay sonra başka bir şehre götürüldü. Diyar diyar dolaştık. Bizler de FETÖ yargısı mağdurlarıyız. 20 yıllık mağduriyetimizin giderilmesi için yeniden yargılama yolunun açılmasını istiyoruz." diye konuştu.

AHMET DURMAZ 17 YILDIR CEZAEVİNDE

“BİZLER ÇOK MAĞDUR EDİLDİK”     

Oğlu Ahmet Durmaz`ın, düzenlenen bir kumpasla gözaltına alınarak bir ay boyunca ağır işkencelerden geçirildiğini belirten baba Abdülaziz Durmaz (83), oğlunun daha sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklandığını söyledi. Oğlu için hukuk kurallarının hiçe sayıldığını ve oğlunun yapılan uydurma bir yargılama ile müebbet hapse mahkûm edildiğini belirten Abdülaziz Durmaz, oğlunun haksız yere cezaevine konulduğunu belirterek şöyle konuştu: “Suçsuz yere oğlum 17 yıldır cezaevindedir. Oğlumu yakalayanlar FETÖ`nün polisleriydi. İslami kimliğinden dolayı onu yakalayıp cezaevine koydular. Hükümetten talebimiz, onu yeniden yargılamalarıdır. Bizler çok mağdur edildik. Yaşlılığımızdan dolayı ben ve annesi cezaevine, oğlumuzu görmeye dahi gidemiyoruz.”

“BİZLER ADALET İSTİYORUZ”

Oğlu Ahmet Durmaz`ın cezaevine girmeden önce hiçbir hastalığının olmadığını, cezaevinde çok sayıda hastalığa yakalandığını aktaran anne Rehan Durmaz ise “Oğlum 17 yıldır cezaevindedir. Bir ay boyunca kendisine işkence yapıldı. Cezaevinde çok sayıda hastalığa yakalandı. Çok kötü bir durumdadır. En son cezaevine gittiğimde hastalığının onu ne hale koyduğunu görünce çok korktum. Bizler adalet istiyoruz. Artık serbest bırakılmalarını istiyoruz.” dedi.

“ADİL BİR YARGILAMA İSTİYORUZ”

Eşi cezaevine girdikten sonra tek başına 2 kız çocuğuna bakmak zorunda kaldığını söyleyen Ahmet Durmaz`ın eşi Keziban Durmaz, tek isteklerinin yeniden adil bir yargılama yapılması olduğunu kaydetti. Durmaz, “Bizler FETÖ ve 28 Şubat mağduruyuz. Eşim bir ay boyunca işkence gördü. Yıllardır da cezaevindedir. İki çocuğum var ve çocuklarımı eşim cezaevine girdikten sonra tek başıma büyüttüm. Kaynanam ve kayınbabam bana destek çıktılar. FETÖ`nün hâkim ve savcıları onları yargıladığı için adil bir şekilde yargılanmadılar. O yüzden yeniden yargılanmalarını istiyoruz.” diye konuştu.

28 ŞUBAT`TA BİR ÖĞRENCİ MİNE İPEK

28 Şubat Kadın Platformu Başkanı Mine İpek de 28 Şubat sürecinde Malatya'da İnönü Üniversitesi`nde öğrenci olduğunu söyledi. 28 Şubat kararlarının uygulanmasında Malatya'nın da pilot iller listesinde olduğunu belirten İpek, şunları kaydetti: "İlk zamanlar fakültelerimize alındık ama normal olmayan durumlar vardı. Hocalar sınıfta yoklama yaparken başörtülü arkadaşlarımızın yanına bir artı işareti koyarak fişleme yapıyorlardı. Bundan sonraki süreçte de sınıfta olsak da yok yazılıyorduk. Varlığımızın bir anlamı kalmamıştı. Buralarda çok fazla hakarete uğruyorduk. Terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyorduk. Terör örgütü FETÖ o zaman 'başörtüsü füruattır' kararını alarak üniversitelerdeki başörtüsü eylemlerinin direncini bir nevi kırmıştır. Bu yaklaşımları aleyhimize kullanılmıştır. Dekanlar bizi çağırarak 'bakın arkadaşlarınız başlarını açtı onlar da inanıyorlar siz hangi örgüte hizmet ediyorsunuz? Hangi terör örgütüne mensupsunuz ki bu kadar direniyorsunuz.' diyorlardı."

28 ŞUBAT DARBESİNİN ÖYKÜSÜ!

28 Şubat bin yıl süreceği iddia edilen bir süreçti.  Mimarları yanılsa da ülke tarihine kara bir leke olarak gecen 28 Şubat süreci, 22'nci yıl dönümünde bir kez daha sorgulanıyor.

İşte tarihe geçen örtülü darbenin kısa öyküsü:

On binlerce mağduru ve ekonomiye verdiği milyarlarca liralık zarar hiç unutulmadı ve unutulmayacak. Yaralar zor da olsa sarıldı, yargı o dönemi soruşturmaya başladı. 28 Şubat süreci, 28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve irticaya karşı olduğu iddia edilen, ordu ve bürokrasi merkezli süreç. Türkiye siyasi tarihine geçen kararlar ve kimilerince bir dönüm noktası olan bu kararların uygulanması sırasında Türkiye'de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan değişimlere neden olan bir süreçtir. Post-modern darbenin öncesinde ve sonrasında yaşananların kısa özeti:

POSTMODERN DARBENİN ÜSTÜNDEN 21 YIL GEÇTİ

Türk siyasi tarihinin karanlık sayfalarında yerini alan ve "Postmodern darbe" olarak nitelendirilen 28 Şubat 1997'deki MGK toplantısının üzerinden 21 yıl geçti. Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında, Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) arasında 28 Haziran 1996'da kurulan 54. Hükümet'te, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldı. "Rejimin tehdit edildiği" görüşünün sık sık dillendirildiği bu dönemde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Erbakan'ın, 24 Ocak 1997'de Kayseri'ye yaptığı gezi sırasında, tek tip elbise giyip bere takan il örgütü görevlileriyle ilgili partiye uyarıda bulundu. Söz konusu durumun "Siyasi Partiler Yasası'na aykırı olduğunu" ifade eden Başsavcılık, RP Kayseri İl Yönetim Kurulu`nun 30 gün içinde görevden el çektirilmesini istedi. Başsavcılılık, "fesih işleminin yapılmaması halinde, RP hakkında kapatma istemiyle dava açılacağını" da partiye iletti. RP'li Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın 31 Ocak 1997'de düzenlediği "Kudüs Gecesi"nde İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri'nin de katılarak bir konuşma yapması ve sergilenen gösteriler, "rejim tartışmalarının" daha da alevlenmesine yol açtı. Başbakan Erbakan, 1 Şubat 1997'de, kamuoyundan yükselen itiraz sesleri ve DYP'li bazı bakanların "İmza atmayız" tepkisine rağmen "üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan" kararnameyi Bakanlar Kurulunda imzaya açtı.

SORUŞTURMA AÇILIYOR

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığı, tepkilere yol açan "Kudüs Gecesi"ni düzenleyen RP'li Belediye Başkanı Yıldız hakkında 2 Şubat 1997'de ayrı ayrı soruşturma başlattı. Söz konusu gecede konuşan İran'ın Ankara Büyükelçisi Bagheri, 3 Şubat 1997'de Dışişleri Bakanlığı`na çağrılarak protesto edildi.

TANKLAR SİNCAN SOKAKLARINDA

Yaşanan bu gelişmeler içerisinde, 28 Şubat sürecinin unutulmayacak görüntüleri olarak tarihteki yerini alan "Sincan'dan tankların geçmesi" olayı yaşandı. Sincan'da 4 Şubat 1997'de 15 tank ve 20 kariyer, ilçeden geçerek Yenikent'teki tatbikat alanına gitti. "Askerin uyarısı" olarak değerlendirilen bu gelişme, Sincanlılar tarafından "darbe oluyor" şeklinde algılanarak, şaşkınlığa yol açtı. Yaşanan gelişmeler üzerine harekete geçen dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, Sincan'dan tankların geçtiği gün Belediye Başkanı Yıldız'ı görevden uzaklaştırdı. Ankara DGM'deki sorgusunun ardından Terörle Mücadele Şubesi`nce gözaltına alınan Yıldız, beraberindeki 9 kişiyle "yasa dışı silahlı çeteye yardım, halkı kin ve düşmanlığa tahrik" iddiasıyla tutuklandı.

SİYASİ TARTIŞMALAR

Tüm bu olup bitenler dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de dahil olduğu ciddi siyasi tartışmalara yol açtı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, yaşanan süreçten duyduğu rahatsızlığı Başbakan Erbakan'a iletti. Gelişmeler, koalisyon ortakları arasında çatlağa yol açtı. Siyasiler arasında yaşanan gerginlik, toplum tabanında da karşılık buldu. Bu kapsamda, sivil toplum örgütlerinin kadın temsilcileri tarafından Ankara'da geniş katılımlı bir miting düzenlendi.

"BALANS AYARI YAPTIK" AÇIKLAMASI

Kudüs Gecesi'nden 4 gün sonra İçişleri Bakanlığı`na bir yazı gönderen dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, "Belediyelerdeki köktendinci kadrolaşmanın derhal incelenmesini" istedi. Bunun üzerine İçişleri Bakanı Meral Akşener, valiliklere gönderdiği yazıda "Cumhurbaşkanı'na bilgi verilmek üzere" konunun araştırılması talimatını verdi. Başbakan Erbakan, 21 Şubat 1997'de Cumhurbaşkanı Demirel ile yaptığı görüşme sonrasında "Türkiye'nin rejim meselesi yok." açıklaması yaptı. Aynı gün, Washington'da Türk-ABD Konseyi kapanış balosunda konuşan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, yıllarca zihinlerden silinmeyecek "Sincan'da demokrasiye balans ayarı yaptık." açıklamasını yaptı. Tartışmaların en yoğun döneminde, Cumhurbaşkanı Demirel'in 26 Şubat'ta Başbakan Erbakan'a "rejim konusunda endişelerini dile getiren bir mektup gönderdiği" otaya çıktı.

8 SAAT 45 DAKİKALIK TOPLANTI

Yaşanan tüm bu gelişmelerin ışığında, 28 Şubat 1997'de MGK, Cumhurbaşkanı Demirel'in başkanlığında toplandı. MGK tarihinin en uzun toplantılarından biri olan, Türkiye'ye siyasal ve sosyal anlamda yeni bir istikamet çizen bu tarihi toplantı, 8 saat 45 dakika sürdü. Çankaya Köşkü'nde saat 15.10'da başlayan toplantı, saat 23.55'te sona erdi. MGK toplantısına Başbakan Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman ve MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç da katıldı. Toplantıda, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Öymen, Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel, Olağanüstü Hal Bölge Valisi Necati Bilican ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz, Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Taner ile MGK Genel Sekreter Başyardımcısı Korgeneral Necdet Timur da hazır bulundu.

4 MADDELİK MGK BİLDİRİSİ

Toplantı sonrasında yayımlanan 4 maddelik MGK bildirisinde özetle "Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların, laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendiklerinin müşahede edildiği" belirtilerek, "Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmeyeceği" vurgulandı. Bildirinin en dikkati çeken ifadeleri ise şunlar oldu: "Toplantıda bilhassa Anayasa ile Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı çağ dışı bir kisve altında zemin oluşturmaya yönelik rejim aleyhtarı faaliyetler de gözden geçirilmiş; Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş medeniyet yolunda, demokratik sistem içerisinde ilerlemesini teminat altına alan Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmemesi gerektiği; Anayasa'nın tanımladığı Cumhuriyet'in demokratik, laik ve sosyal hukuk devlet ilkelerinin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesine imkan sağlayacak güvenlik, huzur ve toplumsal barışın önem ve öncelik taşıdığı; Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri; Türkiye'de laikliğin sadece rejimin değil aynı zamanda demokrasinin ve toplumun huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu; devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalarla belirlenmiş kuralların göz ardı edilerek yapılan çağ dışı uygulamaların da hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı; Türkiye'nin 1997 yılı içinde AB'ye tam üye olacak ülkeler listesine girmeyi öncelikli bir hedef alarak sürdürdüğü, böyle bir dönemde resmi ve sivil kurum ve kuruluşların bu sürece katkıda bulunmasının gerekli olduğu, bu sebeple, demokrasimiz hakkında kuşkulara yol açacak, Türkiye'nin yurt dışındaki imajını ve itibarını zedeleyecek her türlü spekülasyona son vermek gerektiğini, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, demokratik insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk devleti olduğu yolundaki temel ilkelerinin Anayasamızın ve devletimizin teminatı altında olduğu; rejimin, kendisine ve geleceğine yönelik tartışmaların, içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye'ye yarardan çok zarar verdiği; açıklanan bu esaslar aksine davranışların, toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginliklere ve yaptırımlara neden olacağı değerlendirilmiş, bu konularda alınacak ve alınması gereken tedbirlerin Bakanlar Kuruluna bildirilmesine karar verilmiştir."

ERBAKAN KARARLARI İMZALAMADI

MGK bildirisinin yayımlanmasının ardından, 1 Mart 1997'de askerlerin MGK toplantısına getirerek, hükümetten yapılmasını istediği 20 madde ortaya çıktı. Bu taleplerin arasında, "Temel eğitimin 8 yıla çıkması, imam hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülmesi, irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK'daki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde istihdam edilmesinin önüne geçilmesi" de vardı. Erbakan, bu 20 maddedeki bazı ifadeleri kabul etmeyerek, kararları imzalamadı. 3 Mart'ta DYP'nin bazı önde gelen isimleri, hükümetten çekilme çağrısında bulundu. Çiller, Başbakanlık'ta bir araya geldiği Erbakan'ı "MGK kararlarını imzalaması" konusunda iknaya çalıştı. Bu süreçte bir basın toplantısı düzenleyen Erbakan, yeni hükümet arayışlarına tepki göstererek, "Hükümet TBMM'de kurulur, MGK'da kurulmaz" ifadelerini kullandı. Bazı sivil toplum kuruluşları da açıklamalar yaparak, MGK kararlarına tam destek verdiklerini ifade etti.

RP'YE KAPATILMA DAVASI

Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, DYP Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, MGK kararlarına direnilmemesini istedi. Bundan sonra DYP'de "hükümetten çekilelim" sesleri yükselmeye başladı. Anayasa Mahkemesi`nin kuruluş yıl dönümünde konuşan Cumhurbaşkanı Demirel, "Kimse laik Cumhuriyet'e alternatif aramaya kalkışmasın" ifadelerini kullandı. Demirel, 22 Nisan'daki bir başka konuşmasında ise Türkiye'nin içinde bulunduğu krizden çıkış yolunu "seçim" olarak gösterdi. MGK, 26 Nisan'da toplandı ve 28 Şubat'ta alınan kararların ne kadar uygulandığını belirleyebilmek için "İzleme Komitesi" kurulmasını kararlaştırdı. Bu komite, her ay MGK'ya bir de rapor sunacaktı. Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, 21 Mayıs 1997'de "Anayasa'nın laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği açıklıkla anlaşıldığı" gerekçesiyle, RP'nin sürekli kapatılması istemiyle dava açtı.

ERBAKAN İSTİFASINI SUNDU

Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde 11 Haziran'da irticaya karşı “Batı Çalışma Grubu” oluşturuldu. Haziranın 18'inde Başbakan Necmettin Erbakan ile yardımcısı Tansu Çiller, "giderek artan toplumsal gerginlik nedeniyle hükümetin nasıl devam edeceği" konusundaki görüşmelerinde uzlaştılar. Başbakanlığı Çiller devralacak, BBP hükümete girecek ve erken seçim yapılacaktı. Bu anlaşmadan sonra Erbakan aynı gün hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Demirel'e sundu. Erbakan, Demirel ile görüşmesinde RP, DYP ve BBP'nin anlaştığını, Bakanlar Kurulu ve hükümet programının hazır olduğunu bildirdi ve hükümeti kurma görevinin Çiller'e verilmesini istedi. Cumhurbaşkanı Demirel ertesi gün muhalefet lideri Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve Hüsamettin Cindoruk ile görüştü, ardından da hükümeti kurma görevini ANAP Genel Başkanı Yılmaz'a verdi. Yılmaz'ın görevlendirilmesine RP, DYP ve BBP liderleri tepki göstererek, Demirel'i eleştirdi.

RP'NİN SİYASİ YAŞAMI SONA ERDİ

Demirel başkanlığında 25 Haziran'da gerçekleşen MGK toplantısı, Erbakan'ın katıldığı son MGK toplantısı oldu. 30 Haziran'da 55. Cumhuriyet Hükümeti, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında kuruldu. ANAP-DSP ve DTP ortaklığıyla kurulan hükümette DSP lideri Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. MGK kararlarından en çok tartışılan 8 yıllık kesintisiz eğitim ile ilgili yasa tasarısı, 16 Ağustos 1997'de TBMM'de 242'ye karşı 277 oyla kabul edildi. 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması, 1997-1998 eğitim-öğretim yılının açıldığı 15 Eylül'den itibaren uygulanmaya başlandı. Bu arada, Anayasa Mahkemesi RP'yi, 16 Ocak 1998'de "demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı davranarak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve millet egemenliği ilkelerini çiğnediği ve irticai faaliyetlerin odağı olduğu" gerekçesiyle kapattı. Genel Başkan Necmettin Erbakan ile Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, İbrahim Halil Çelik'in milletvekillikleri düşürüldü ve 5 yıl siyaset yasağı konuldu. 22 Şubat 1998'de kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasıyla RP'nin 14 yıl süren siyasi yaşamı sona erdi.

Bu haberler de ilginizi çekebilir