• DOLAR 32.525
  • EURO 34.798
  • ALTIN 2421.415
  • ...
Türkiye-NATO İlişkileri ve S-400 Anlaşması -1
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

DOĞRUHABER / HABER MERKEZİ

Norveç'te 8-17 Kasım 2017 tarihlerinde yapılan “Trident Javelin (Üçlü Mızrak)” adlı bilgisayar destekli/dijital NATO tatbikatında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan adına sahte sosyal medya hesabı açılıp bu hesaptan “Karşıt Kuvvet” liderini destekleyici paylaşımlar yapıldı. Söz konusu tatbikatta, aynı zamanda, Türkiye'ye imada bulunularak düşman kategorisinde gösterilen ülkenin NATO'ya tehdit oluşturan bir ülkeden füze sistemleri almak için uğraştığı senaryosu uygulandı. Bunun üzerine Türkiye, NATO'yu sözlü ve yazılı olarak protesto ederek tatbikattan çekildi. Bu skandalın Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemlerini alma sürecinin son aşamalarına denk getirilmesi, NATO-Türkiye ilişkilerinin bir kez daha sorgulanmasına sebep oldu. Türkiye, NATO'ya üye bir İslâm ülkesi[1] olarak 60 yıldan fazla bir süredir Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğine katkı sağlamıştır. NATO'nun diğer üye devletleri gibi gerçek anlamda bir güvenlik şemsiyesi altına girememiş olsa da ilişkilerin bu çapta sorgulandığı bir süreci daha önce yaşamamıştır.

Son süreçte;

-15 Temmuz darbe girişimi sonrası kamuoyunda artan ABD/NATO karşıtlığı,

- Suriye'de ABD'nin PYD/YPG'yi desteklemesi,

- FETÖ üyelerine sahip çıkılması üzerine bazı Avrupa Birliği üyeleri ile yaşanan krizler

- Türkiye'nin Rusya'yla yakınlaşması gibi hususlar hem Türkiye'de hem de Batı'da Türkiye'nin pozisyonunun tartışılması sonucunu doğurmuştur.

NATO'NUN KURULUŞ SÜRECİ VE TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİ

İkinci Dünya Savaşı, ardında yaklaşık 70 milyon ölü bırakarak son bulduğunda Avrupa ülkelerinin ekonomilerini çökertmiş, Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzeni alt-üst etmiş; Doğu'da ayakta kalabilen tek büyük güç olarak Sovyetler, Batı'da ise Atlantik-ötesi bir süper güç olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin ortaya çıktığı yeni bir uluslararası düzenin ilk basamağının oluşmasına yol açmıştır. Savaş sonrası Batı'da uygulanan politikalar, bir yandan böylesine büyük çapta bir savaşın Avrupa'da tekrar yaşanmasını imkânsız hâle getirmeyi amaçlarken öte yandan Doğu Avrupa'da kendisine uydu devletler oluşturmaya çalışan SSCB'nin etki alanını daraltmaya ve onu durdurmaya yönelik belirlenmiştir. Avrupa'da var olagelen bütünleşme düşüncesi, Batı Avrupa'da savaş sonrası tekrar gündeme gelmiş, güçlerini toparlamak isteyen ülkeler başta ekonomi ve güvenlik sistemlerini ayağa kaldırmak üzere ABD'nin de teşvikiyle bir araya gelmişlerdir. Sovyetlere karşı İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg'un 17 Mart 1948'de imzaladığı Brüksel Antlaşması NATO'nun kuruluşuna temel olmuştur.

Sovyet tehdidine karşı korunma ve ulusal refahı sağlama motivasyonlarıyla hareket eden 12 ülke[2] 4 Nisan 1949'da Washington'da imzalanan “Kuzey Atlantik Antlaşması” ile NATO (Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütü)'yu kurmuştur. Türkiye'nin NATO'ya ilk başvurusu Mayıs 1950'de CHP tarafından yapılmış ve bu başvuru reddedilmiş, hemen ardından iktidara gelen Demokrat Parti bu başvuruyu sahiplenmiş; Türkiye, yoğun diplomatik uğraşlar ve Kore Savaşı'na asker göndermesi sonucu Batı kamuoyunda kabul görüp Yunanistan'la birlikte 18 Şubat 1952'de NATO'ya üye olmuştur. Türkiye'nin NATO'ya üye olması dış siyaset açısından bir başarı olarak kabul edilmiş fakat Türkiye'nin, Suriye özelinde, İslâm dünyasıyla arasında “mayın tarlaları” oluşturmasına sebebiyet vermiştir. Bir yandan Türkiye güvenlik açısından kuşatma altına alınırken öte yandan ülkenin verimli tarım arazileri âtıl duruma getirilerek ülke ekonomisi zarara uğratılmıştır. Genişlemesini 1955'te Almanya, 1982'de İspanya'yı bünyesine katarak sürdüren NATO, Soğuk Savaşın sona ermesine müteakip üç genişleme dalgası yaşamıştır: 1999'da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya; 2004'te Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya; 2009'da ise Hırvatistan ve Arnavutluk NATO'ya üye olmuşlardır. Son olarak Karadağ'ın Haziran 2017'de üye olmasıyla NATO'nun üye sayısı 29'a yükselmiştir. NATO'da kararlar oybirliğiyle alınmaktadır ve NATO, Türkiye'nin veto yetkisine sahip olduğu tek uluslararası örgüttür.[3]

Türkiye'nin NATO'ya girme çabalarının ardında yatan temel sebepler, bir yanda Sovyetlerin İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin doğusundan toprak ve Boğazlarda üs talep etmesi, diğer yanda ise Batı'da yeni kurulan örgütlerde yer alıp Batılılaşmayı sürdürme isteğidir. Bazı üyeler Türkiye'nin NATO üyesi olmasına, ittifakın “Ortadoğu” bölgesine sınır olacağı ve buralardaki sorunların Türkiye üzerinden ittifaka taşınacağı iddiasıyla karşı çıkmıştır. Ancak değişen uluslararası kamuoyu sonucu Türkiye'nin üyeliği gerçekleşebilmiş, üyelikten itibaren Türkiye NATO'nun önemli bir insan kaynağı, aynı zamanda üs bölgesi haline gelmiştir. Nitekim bugün Türkiye'de, ülkenin dört bir yanına[4] dağılmış vaziyette yirminin üzerinde ABD ve NATO üssü bulunmaktadır. Türkiye, NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahiptir. Türkiye'nin NATO üyeliği ülke içinde bir kesim tarafından Batılılaşmanın gereği olarak algılanıp desteklenmiş, bazılarınca ise ülke güvenliği açısından bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir. NATO üyeliği zaman zaman sorgulanmış olsa da Soğuk Savaşın bütün yoğunluğuyla hissedildiği süreçte NATO'dan ayrılma düşüncesi kabul görmemiş ama 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra ittifak derinden sorgulanır hâle gelmiştir. Bunun temel sebepleri kısaca şunlardır:

- Türkiye'nin NATO'da görevli subaylarının darbe girişimiyle ilgili suçlanması ve büyük çoğunluğunun Avrupa ülkelerine iltica etmesi,

- Adana'da bulunan İncirlik Üssü'nün darbeciler tarafından aktif kullanılması,

- Kimi ABD yetkililerinin darbe girişimi sonrası yapılan operasyonları NATO bağlamında eleştirmesi,

- Türkiye'nin iyice belirgin hâle gelen güvenlik açığını kapatma ihtiyacında başta ABD olmak üzere “müttefik ülkeler”den yeterli desteği görmemesi.

Türkiye'nin üyeliği sonrası ordusunun önemli sayıdaki personeli NATO eğitiminden geçirilmiş, bu eğitim sadece teknik sahada değil, ideolojik sahada da etkili olmuş; Türkiye ordusunun seküler yapısı konsolide edilmiştir. Bu yapı, darbe yapılmak istendiğinde kolaylıkla harekete geçirilmiş, Türkiye aleyhinde kullanılmıştır. Türkiye ordusu içindeki bağlantılarıyla NATO, ittifak sınırlarını dış düşmandan koruma misyonunun yanında, ülkeye hâkim olan 1950 öncesi zihinsel yapının koruyucusu işlevi görmüş; NATO bu işleviyle Türkiye'nin bağımsız bir devlet olarak içerde ve dışarıda olumlu açılımlar gerçekleştirmesinin önünde engel teşkil etmiştir.

TÜRKİYE'NİN S-400 ALIMINA YÖNELMESİ

Türkiye'nin hava savunma sistemi ihtiyacı Birinci Körfez Savaşı'nda ortaya çıkmıştır. Bu tarihten itibaren bu ihtiyacını karşılamaya çalışan Türkiye, 2009 yılında ABD'den Patriot füzesi alma girişiminde bulunmuş ancak Türkiye'nin bu talebi ABD Kongresi'nin engeline takılmıştır. ABD'den istediğini alamayan Türkiye, bir sonraki adımda Fransa-İtalya konsorsiyumuna yönelmiş fakat onların teknoloji transferine yaklaşmamaları ve füze bataryalarını teslim süresini çok uzun tutmaları Türkiye'yi Çin'e yönlendirmiştir. Türkiye Çin'le eğitim, ortak üretim ve teknoloji transferi dâhil, 3.4 milyar dolara anlaşmaya varmış ama bu anlaşma, ABD'nin itirazları karşısında, Türkiye'nin “kendi füze programını kurmayı planladığı” gerekçesiyle iptal edilmiştir. Türkiye, son olarak dünyanın en gelişmiş hava savunma sistemi olan S-400'leri alma konusunda Rusya ile anlaşmış, böylelikle diğerlerine nazaran daha kısa sürede, ortak geliştirme taahhüdüyle ve daha ucuza hava savunma sistemi elde etme imkânına kavuşmuştur. İki ülke arasında 29 Aralık 2017 tarihinde imzalanan anlaşma ile 2.5 milyar dolar karşılığında 2 adet sistem ve 4 adet bataryanın ilk teslimatının Mart 2020'de yapılması kararlaştırılmıştır.

Rusya'yla yapılan görüşmelerin son dönemlerinde Türkiye, Fransa ve İtalya arasında hava ve füze savunma sistemlerinin ortak üretiminde işbirliğini içeren “savunma işbirliği niyet beyanı” imzalanmıştır.[7] NATO makamları, Türkiye'nin S-400 alma girişimine ilkin ihtiyatla yaklaşmış, bunun egemen bir ülkenin bağımsız kararı olduğunu ifade etmiştir. Ancak ilerleyen dönemde Türkiye'nin girişimleri resmiyet kazanmaya başlayınca tepkilerin dozajı artmış, S-400 sistemlerinin NATO sistemleriyle entegrasyon sorunu yaşayacağı vurgulanmıştır. Süreç ilerledikçe tepkiler “tehdit” noktasına varmış, Amerikalı bir yetkili “Defense News (Savunma Haberleri)” dergisine yaptığı açıklamada Türkiye'nin, Rus Hava Savunma Sistemi alarak ilerlediği takdirde NATO teknolojisine bağlanmasına izin verilmeyeceği gibi bunun F-35 savaş uçaklarının alınması ve kullanılmasını da etkileyebileceğini söylemiştir.     - Devamı yarın…

NOT

[1] Arnavutluk, 2009 yılında NATO'ya üye olmuş bir diğer İslâm ülkesidir. Etki ve kapasite açısından Türkiye ile kıyaslanamayacak derecede küçüktür.

[2] ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, İzlanda, Norveç, Portekiz

[3] Kuruluş anlaşmasında veto kelimesi geçmese de kararlar oybirliği ile alındığı için “veto yetkisi” doğal olarak bulunmaktadır. Türkiye bu yetkisini, eski NATO Genel Sekreteri Rasmussen'in seçiminde kullanmış, onun seçilmesini geciktirmiştir. Ayrıca, 2010'da İsrail'in Mavi Marmara yardım gemisine uluslararası sularda düzenlediği saldırıdan sonra Türkiye, İsrail'in Akdeniz'deki NATO tatbikatlarına katılmasını veto etmiş, bu vetosunu 2012'de kısmen geri çekmiştir. Mayıs 2016'da İsrail'in NATO Genel Merkezinde daimi bir ofis açması da Türkiye'nin vetosunu kaldırması ile gerçekleşmiştir.

[4] Türkiye'deki başlıca NATO üsleri: İzmir Çiğli Üssü, Konya'daki 3. Ana Jet Üs Komutanlığı, Şile Üssü'ndeki NATO hava savunma füzeleri, Balıkesir 9. Ana Jet Üssü, Muğla Aksaz'daki Deniz Üssü. Ankara, Amasya, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır, Eskişehir, İzmir, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas, Erzurum, Rize, Van, İskenderun, Mardin, Ordu ve Konya'da NATO'ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekât Merkezleri bulunmaktadır.

Bu analiz sdam.org.tr sitesinden alınmıştır.

Bu haberler de ilginizi çekebilir