• DOLAR 32.581
  • EURO 34.747
  • ALTIN 2486.686
  • ...
Başka Bir Açıdan Bediüzzaman - 1
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Muhammed Şakir
Gerçekten de yazılarımız, konuşmalarımız, ders, sohbet ve etkinliklerimiz onlardan getirdiğimiz güzel örneklerle güzelleşiyor. Onlardaki dava anlayışı anlayışımızı büyütüp olgunlaştırıyor. Fedakârlıkları fedakârsızlığımızı kamçılayıp fedakâr hale getiriyor. Direnişleri direnme azmimizi bilerken çile ve ıstırapları bizlere şifa ve teselli oluyor… Bediüzzaman Said-i Nursi başta olmak üzere, Rabbimiz, bütün âlim, mücahid, müceddid ve rehberlerimizden razı olsun. Aramızdan ayrılanlara rahmet etsin. Aramızda olanları da rahmet ve yardımlarıyla hıfz u himaye etsin. Âmin.

Merhum Üstadın sergüzeşt-i hayatına girmeyeceğiz bu defa. Bunun yerine onu davasında başarıya götüren birçok nedenden sadece birkaç tanesine değineceğiz inşallah. Tâ ki fayda başka açılardan da hâsıl olabilsin.

İHLÂS VE RIZA-YI İLAHİ
Bunların başında “hususen uhrevi hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir dua-yı manevi, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet ve en safi bir ubudiyet…” dediği ihlâs gelir.

Onun hayatı ve mücadelesi baştan sona bu temel üzerine kuruludur. Attığı adım ve verdiği nefeste, ihlâsı gözetmiştir. Çektiği çilelerin temel nedenlerinden biri de ihlâstan taviz vermemiş olmasıdır. Mücadele ve hizmetinde karşılaştığı birçok bela ve musibeti ihlâssızlığa bağlamış ve arkadaşlarını daima uyarmıştır. “Aman ha, ihlâs!” demeye getirmiştir.
Genel bir operasyon sonucu 120 talebesiyle girdikleri Eskişehir hapsine giden süreci değerlendirirken, temel sebebin ihlâs’a, ihlâs prensiplerine göre hareket etmediklerinden, olduğunu söylemektedir.

En’am suresi 44. ayet-i kerimesi (Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihati unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musibet altına aldık…)’nin işârî bir manasından yola çıkarak “Evet, en ahirde sırr-ı ihlâsa dâir bir risale yazdırıldı. Elhak, gayet âlî ve nurânî bir düstur-u uhuvvet idi. Ve on binler kuvvetle ancak mukabele edilir hadiselere, musibetlere karşı, o sırr-ı ihlâs ile on adamla mukavemet ettirebilir bir düstur-u kudsî idi. Fakat maattessüf başta ben, biz o ihtâr-ı mânevi ile amel edemedik…” demektedir.

Bu onun ihlâs’a ne denli önem verdiğini ve ihlâs üzerinde nasıl da titrediğini göstermektedir. Risale-i Nur’da ihlâs mücessem bir hakikat olarak durmaktadır. Bununla beraber Üstad, ihlâsı mücerred bir duygu olarak ele almıyor. Onu, detayını Yirmi Birinci Lem’ada zikrettiği –elbette ki kalbi ve niyeti olmakla beraber- fikri ve ameli bazı ciddi prensiplere bağlıyor. Bunların en önemlisi hiç şüphesiz “Amelinizde rıza-ı ilahi olmalıdır” prensibidir. Evet, Bediüzzaman’ı iman hizmetinde muvaffakiyete götüren en hayati etkenler ihlâs ve rıza-ı ilahidir.

ASİL BİR DURUŞ
Başarı ve etkinliğin asıl nedeni olan ihlâs ve Allah rızasını akılda tutup hatırdan hiç çıkarmayarak, şimdi daha başka bazı nedenlere ineceğiz.

Bir kere; bir ömürlük mücadelesinde Üstad, bütün baskılara rağmen İslamî duruşunu gevşetmedi, tevile gitmedi ve asla bozmadı. Duruşunu gevşetmesi, sistemle barışması, daha doğrusu sitemin kabullerini kabullenmesi yönünde kendisine çok ciddi baskı ve zulümler yapıldı. Bununla beraber sadece dini tebliği neşriyat ve bu çerçevede birbiriyle saf halinde hizmet eden talebelerine, yani cemaatine yönelik sayısız operasyonlar yapıldı. Yüzlercesi müteaddit defalar mahkemelere çıkarıldı, zindanlara konuldu. (Üç büyük zindan tutuklamaları dışında ferdi baskı ve tutuklamalar da devam etti) Fakat bunların hiç biri Üstadı davasında gevşetmedi, durdurmadı, durduramadı. Belki de tersi oldu. Baskılar arttıkça Risale-i Nur telifi bereketlendi ve iman-İslam hizmetleri genişleyerek ve daha da tecrübe kazanarak ve de sağlamlaşarak yolunda devam etti. Üstadın hayatı, eserleri, hususen Lahikalar ve şahitlerin anlattıkları bunun delilleridir. Üstad, Emirdağ Lahikasında “Nurlara iliştikçe daha ziyade parlar. Ders dairesi genişleyip ehemmiyet kesbeder ve mağlup olmaz…” der. Allah (cc)’tan başka hiç kimsesi olmayan ve yine Allah (cc)’tan başka hiç kimseden destek ve yardım görmeden, sadece tahkik-i imanına dayanarak Üstadın sergilediği asil duruş, davanın büyümesine ve kabul görmesine vesile, önemli bir etkendir.

AKSÜLAMEL YAPAN POLİTİKALAR
Rejimin dine ve dindarlara karşı yürüttüğü düşmanca politikalar, Üstadın öncülüğünü yaptığı cemaatsel çalışmaların akis bulmasına yarayan bir diğer etkendir. Bu dönemde (özellikle Denizli hapsinden sonraki süreçlerde...) rejimin tepe idarecilerin (ör: Cumhurbaşkanı İnönü, sonraki yıllarda muhalefet lideri, ayrıca CHP’li Başbakanlar vb.) den küçük memurlarına varıncaya kadar “Said-i Nursi” veya “Said-i Kürdi” ismi aleyhine propaganda yapmaları neredeyse bir adet halini almıştır. Bazı zaman bu propagandaların ölçüsü bütün bütün kaçmış, insafsızca noktalara kadar varmıştır.
Fakat dine karşı husumet ve zulmün, bunu yapanlara herhangi bir hayır getirmediğini biliyoruz. Onlar bu zulümlerini insanlar İslam’dan, Kur’an’dan kaçınsınlar, uzak dursunlar diye yapıyorlardı. Bugün de Müslümanlara yapılan baskılar bu maksatla yapılmaktadır. Hâlbuki mesele onların zannettikleri gibi değildir. Bir an için baskıların duygu ve düşünceleri baskıladığını varsaysak bile baskılar gevşediği an duygular yeniden harekete geçer. Bu bir hakikattir. Bunun Rusya ve Çin örnekleri vardır... Fakat şimdilerde yepyeni örnekler vardır. Tunus, Mısır, Libya, Suriye gibi halkı Müslüman olan ülkeler... Memleketimiz de böyledir. Ne zamanki zulüm ve katliamlar hafiflemişse, halkımız da aslî değerlerine dönüş yapma iradesini göstermiştir. Sözün özü; rejimin İslam’a ve Müslümanlara karşı güttüğü düşmanca politikalar rejime değil, Allah yolunda şuurluca hizmet eden Müslümanlara yaramıştır.

SAHADAN ÇEKİLME VEYA ÇEKİLMEME
Baskı ve zulümler oldu da insanlar ondan dolayı kendiliklerinden İslam’a yöneldiler demek istemiyoruz elbet. Aksine, zulüm ve baskılardan bunalan insanları kucaklayacak bir programınızın olması lazım. Fıtrî taleplerine cevap olacak bir donanımınızın olması lazım. Kuşatıcılığınız ve kucaklayıcılığınızın olması gerekir. Halkın muzdarip olduğu hastalıklara vakıf olmanız, bilmeniz, tanımanız ve güven verici hasbî reçetelerinizin olması lazım. Sahadan kaçmamanız, korkmamanız ve küsmemeniz lazım. Bütün baskı ve engellemelere rağmen sahanın içinde olmanız ve göreceğiniz boşlukları lehinizde doldurmanız lazım.

Bu arada şu ayrıntıya da değinmekte fayda mülahaza ediyoruz. Mücadeleyi devam ettirebilmek için en önemli yollardan biri olan hicret, sahadan çekilme değildir. Hicret, mücadeleye dinamizm kazandırma ve etki alanını genişletme amaçlı bir eylemdir. Sahadan çekilme ise mücadeleden çekilmedir.

Neden bunu vurguluyoruz?
Çünkü zulüm ve katliamların yapıldığı bu yıllarda halkın ümit beslediği birçok âlim ve uyulacak şahsiyet “Artık bu memlekette yaşanılmaz” diyerek ülkeyi terk edip gittiler. Kendilerinden bir daha da ses çıkmaz. Bir kısmı evlerine, uzlethanelerine sığınırlar. Kendilerini unutulmaya bırakırlar. Öyle olurlar. Bir kısmı “ihtimal ki bazı kelleler kesilir” tehdidinden korkup rejimin şerrinden kendilerini emniyete almaya çalışırlar. Emniyet buldular mı, o ayrı bir mes’ele, bir kısmı pusulayı şaşırıp camiyi, cemaati, ezanı, hizmet-i Kur’aniyeyi terk edip yeni Türkiye’nin keyfine uyarlar. Daha başka bir kısmı ise, ezanın yasaklanması ve camiler, ibadetler üzerinde oynanmak istenen oyunları görmeyip rejime muhalefet adına camiyi mehcur bırakırlar. Halkı da camiden, cemaatten soğuturlar, lüzumsuz kafa karıştırırlar...

HALKIN İMANINA SALDIRI VAR, DEMEK…
Bediüzzaman ise, “Halkın imanına saldırılar var... Halkın imanını saldırılardan korumak ve takviye etmek ve bunun için müdafaa meydanında cihad etmek gerekir...” diyerek tahkik-i iman programını sürgün bulunduğu yol geçmez ücra bir köyden devreye sokar. Daha sonra kendisini Pakistan’a davet eden Pakistanlı bir üst yetkiliye “Kardeşim!” der, “Bu hizmeti göğüs göğse yapmak icap ediyor. Siper arkasından hizmet olmaz. Esas hastalık burada başladı. Ben Mekke’de de olsam buraya gelirdim. Asıl hizmet buradadır. Cephe buradadır” diyerek iman hizmetine ilişkin tavrını açık ve net duruşunu bir kez daha tekrar eder.

ÜSTAD SAHADAN KAÇMAZ
Az önce zulüm ve katliamların yoğunlaştığı yıllarda kendilerinden ümit beklenilen birçok âlim ve aydının mücadele sahasından çekildiklerini söyledik. Üstad böyle yapmaz, bu yanlışlığa düşmez. Zulüm dolu icraatlar karşısında hayatını ortaya koyarak durur. Sahadan kaçmaz. Boyun da eğmez. Rejimin İslam’a muhalif çıkardığı kanunlardan hiç birini tanımaz, bunlarla amel etmez. Mahkeme salonlarında “Sen kanunlarımızı tanımıyorsun, aleyhinde çalışıyorsun..” iddiasına karşı gayet ilmi ve ince bir cevapla “kanunları redd başkadır; onlarla amel etmemek bütün bütün başkadır. Ben münzevi bir insanım, amel etmiyorum...” diye savunmasını yapar. Savunmalarında şahsi yok, davası vardır. O yaşlı haliyle mahkeme salonlarına ve zindan hücrelerine mahkûm edilmesinin temel bir nedeni de budur ve aynı şekilde davasının büyümesine vesile olan noktalardan biri de budur. Duruşma salonlarını bir davet ve irşad kürsüsü gibi kullanır…

ÜSTAD, KENDİSİ ALEYHİNDE OLANLARA KARŞI KUCAKLAYICI VE KUŞATICI OLUR
Diğer yandan rejim adına olsun olmasın kendisine ve cemaatine karşı olumsuz bir tutum içine giren İslami cenahtan âlim, hoca ve şeyhlere karşı, aynıyla mukabele bir tutum içine girmez. Büyük düşünür. Fedakârca düşünür… Bu sınıftan zevata karşı ikna edici, irşad edici ve kucaklayıcı olur. Onlarla yaka paça olmanın yerine, onlara sorumluluklarını hatırlatır. Halkın perişanlığını, manevi hastalıklarını nazara vermek suretiyle onların dikkatini İslam düşmanlarının hile ve oyunlarına çeker. “Benim gibi hayatını; Allah yolunda geçirmiş bir ihtiyara çatacağınıza ve kusurlarıyla meşgul olup düşmanlarını sevindireceğinize halka gidiniz, onlara dinlerini anlatınız… Yok, illa birileriyle uğraşmak istiyorsanız piyasada kâfir ve münafıklar çoktur, gidin onlarla uğraşın ki faydanız İslam’a olsun, birbirinizin ve de benim yakamdan düşün, bırakın…” diye hakkaniyetli bir yaklaşım içinde olur.

İHTİLAFLI MESELELERE GİRMEZ, GİRİLMESİNE MÜSAADE ETMEZ
Üstad, tarihte kalmış ihtilafların gereksizliğine inanır. Onlara girmez, girilmesine de taraftar olmaz. Onları bu güne taşımak ve ehl-i imanı onlarla meşgul etmek telafisi zor bir zarar olmakla beraber İslam düşmanlarının işine yarayan bir silah olarak değerlendirir. Bu yüzden “ihtilaf münakaşalarına kapı açmamak gerekir” der. “Madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalâlet ihtilaftan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak, Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş cereyana karşı, cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.” (Emirdağ Lahikası)

Toplumun zihnini kirleten ve karıştıran yapay gündemlerle de ilgilenmez. Cemaat mensuplarının günübirlik tali meselelerle zamanlarını heder etmelerine şiddetle kaşı çıkar. Bu yaklaşımından hiçbir şekilde taviz vermez. “Kâinattaki en ehemmiyetli mesele, iman meselesidir, ona çalışınız” der. Risale-i Nur Külliyatı bu gibi uyarılarla doludur…
 
Devam edecek...

Bu haberler de ilginizi çekebilir