• DOLAR 32.498
  • EURO 34.962
  • ALTIN 2429.209
  • ...
“Türk Baharı” Ne Zaman?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Görünüşte etnik bir adla anılıyor ama, 20. yüzyılı etnik-milliyetçi söylemlerle yatıp kalkarak geçiren bu ülkelerde Arap baharının esas olarak dinî bir rüzgâr estirdiği şüphe götürmez. Bu ülkelerin daha fazla etnik-Arapçı olmaları bu saatten sonra mümkün değil. Nitekim, etnikçilik, milliyetçilik devrilen yönetimlerin bâriz vasfı idi.

Gizli bir laiklikle ve hatta din karşıtlığı ile beslenen diktatörler dünyası çöktü. Uzun süre şiddete maruz kalan dinî akımlar kendilerini göstermeye başladı. Seçim yapılan ülkelerde, hayli yüksek nisbette rey topladı ve yönetimlerin belirlenmesinde ağırlıklı bir mevkii olduğunu gösterdi. Arap baharı ancak şöylece doğru okunabilir: Normalin avdeti, tabiî olana dönüş.

Türkiye’de Arap dünyasına benzer bir takım hareketlenmeler bekleyenler, nedense Türk ve Kürt ulusçuluğu/milliyetçiliği taslayanlardır. Birinci gruptakiler, Türkiye’deki normalleşmeyi doğru okuyamadıkları için mevcut hükümete karşı sokak hareketleri beklentisi içindeler. İkinci gruptakiler ise, Arap baharını tamamen tersinden okuyorlar. Arap baharını ismine bakarak etnik bir bahar olarak görüyorlar ve bundan bir etnik Kürt isyanı çıkarmayı umuyorlar.

Etniklik, kavmiyetçilik, nasyonalizm, milliyetçilik... 20. Yüzyılda İslâm dünyasına sömürgeci güçler tarafından zerk edilmiş ve bütün siyasî otoritelerin yakıtı olmuştur. Türkler sırf Türk olmaktan mutlu olurken, Araplar da Arap olmaktan çok mutlu olmuşlar, fakat bu mutluluklar onların ülkelerini, halklarını asla mutlu yapmamış, dünya sistemi içinde güçlü kılmamıştır.

Arap dünyası coğrafyaları aşan bir Araplık yanında, dünyaya açılan bir Müslümanlık hissiyatını da ancak şimdi serbestce idrak edebiliyor.

Arap dünyası, 20. Yüzyılın siyasî sistemine isyanı esas aldı. Çünkü uzun kış, bu alanda idi. Siyasî sistem batı kurgusu bir asrı geride bırakırken lâf ve slogandan başka halklara bir şey verememişti. Bu yüzden Arap baharı esas olarak bir siyasî sistem mücadelesidir ve demokratik yapılar içinde kendini ifade etme hareketidir.

Türkiye, siyasî sistemini ağır aksak da olsa, halkın taleplerine uydurmaya çalıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye demokrasi tavsiye edilmesi gerçek bir şanstır. Bize göre ise bu bir zaruretti. Totaliter Türkiye’nin önce faşizme saplanması, sonra da komünizmin kucağına düşmesi ihtimali çok kuvvetli idi. Balkanlarda ve Orta Avrupa’da olup bitenleri gören Batılılar, Türkiye’nin akıbetinden de endişe etmekte haklı idiler.

Öyle veya böyle Türkiye demokratik sisteme geçti, arada darbe ve müdahale arızaları oldu. Buna rağmen, her defasında halk seçimini tabii olandan ve demokrasiden yana yaptı. Dolayısıyla, Türkiye’de siyasî sistemi zorla dönüştürmek zarureti ortadan kalktı.

Türkiye, birçok alanda liberalleşiyor. Ekonomisini, sosyal hayatını, siyasetini serbestleştiriyor.

Buna rağmen “Türk baharı” için bir alan var ve hâlâ dokunulmazlığını koruyor: Halkın zihni. Yani Türkiye’nin uzun kışı öğretim ve kültür...

İslâm dünyasında açıkça kültürel devrime maruz kalan tek ülke Türkiye. Türkiye, sahte bir etnikçilik-milliyetçilik oluşturmak için binlerce yıllık kültürel geçmişi yok sayabilen bir ülke. Harf inkılabı, dil devrimi ve diğer kültürel değişim zorlamaları halkın zihni üzerinde yapılan ve dünyada benzeri pek görülmeyen “ameliyat”lardır.

20. yüzyılda köklü milletlerden sadece Türklerin alfabesi değiştirilmiştir!

Sadece Türkiye’de değil, Sovyet dünyasında da...

Dile müdahale sadece alfabe ve dil devriminden ibaret değildir. Bütün dil benzeri iletişim unsurlarına bu arada musıkiye de müdahale edilmiştir.

Bugün Türkiye’nin “eğitim” kurumları, “kültür” kurumları tek parti kalıntısı yapılarını koruyarak devam ediyorlar. Bu alanlarla ilgili en ufak düzenlemeler bile ciddi tepkilerle karşılaşıyor. Bugünlerde Meclis gündemine giren mecburi öğretimi 4+4+4 şeklinde kesintili bir tarzda yeniden yapılandırma karşısında, CHP ulusçuluğu kadar MHP milliyetçiliği de sert tepki veriyor.

Halkı uydurulmuş bir etnik çizgide tutmak, zihinleri bu etnikçilik üzerinden kurgulamak çok sert bir şekilde savunuluyor. Türkiye gerçek anlamda maarifini oluşturabilecek mi? Yoksa, “eğitim” sakilliği içinde debelenmeye devam edecek mi?

Konulardan biri bu.

İkinci konu, kültürel alanın devlet eliyle tanziminin faşist ve komünist rejimlere benzer şekilde sürdürülmesi uygulamasının terk edilmesidir.

Türk baharı, asla etnik bir kabalık taşımadan, bu alanların aklî, insanî ve tabiî bir mecrada seyri yönünde ilerlemek zorundadır.

Eğer siyaset bu alanlarda ilerleme kaydedemezse, Türkiye hiçbir zaman normalleşmesini sağlamış olmayacaktır ve işte o zaman “Türk baharı” beklentisi kendini hissettirecektir.

D.Mehmet Doğan / Yeni Akit

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir