• DOLAR 32.59
  • EURO 34.826
  • ALTIN 2501.079
  • ...
Kötülüğü Çokça Emreden Nefis (Nefs-i Emare)
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Kul günah işlediğinde dört hususa bakmalıdır: 

Birincisi: İlahi emir ve nehye, 

İkincisi: Hüküm ve takdire bakması. 

Üçüncüsü şudur: Kulun günah yerine ve kaynağına bakmasıdır. Bu kaynak da kötülüğü çokça emreden nefisdir. Bu konuyu düşünmesi bazı meseleleri ortaya çıkarır.

Bunlardan biri, nefsinin cahil ve zalim olduğunu bilmesidir. Her çirkin söz ve amel, bu cehalet ve zulümden kaynaklanır. 

Her kim cahil ve zalim ise, elbette o kişinin doğru yolda ilerlemek ve aşırılıklara kaçmamak gibi bir kaygısı da yok demektir. 

Böyle bir kimsenin, kendisini cahil olmaktan uzaklaştıracak faydalı ilim ve zalim sıfatından kurtaracak ameli salih işleme konusunda bütün gayretini sarfetmesi gerekir. 

Bununla beraber nefsin cehaleti ilminden, zulmü de adaletinden çok fazladır.

Durumu bu olan kimseye, nefsini yaratana yalvararak, nefsinin şerrinden kendini korumasını, ona takvasını vermesini ve onu temizlemesini istemesi yaraşır. 

Allah, nefsi kötülüklerden temizleyenlerin en hayırlısıdır. Çünkü nefsin Rabbi ve Mevlası O'dur. Yine kendini bir an bile nefsiyle baş başa bırakmaması için yalvarması gerekir. Çünkü onu nefsiyle baş başa bırakırsa helak olur. Helak olan, ancak nefsiyle baş başa bırakıldığı zaman helak olur. 

Allah Rasulü (s.a.v) Husayn b. el-Münzir'e şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir: 

"De ki: Ey Allah'ım, Rüştümü (Olgunluğumu)  bana ilham et ve nefsimin şerrinden beni koru!" (Tirmizi, Daavat,70) 

Veda haccında da: 

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım, hidayet ve af dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız" buyurur. (Tirmizi, Nikah,17; İbn Mace, Nikah, 19) 

AllahTeala da: 

"Kim nefsinin (koyu) cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir" (Teğabün, 16).

"Muhakkak nefis, olanca şiddetiyle kötülüğü emreder" (Yusuf, 53) buyurmaktadır.

Nefsinin hakikatini ve onun hangi tabiat (huy) üzere yaratıldığını bilen kişi, nefsin, bütün şerrin kaynağı ve bütün kötülüğün barınağı olduğunu bilir. Nefisde bulunan her bir hayır ise, Allah'ın bir lütfü olup O'nun nimetinden kaynaklanır, yoksa o nefsin kendisinden değil. 

Nitekim Cenab-ı Hak: 

"Eğer üzerinizde Allah'ın fazl-u rahmeti olmasaydı, içinizden hiç biriniz ebediyen temize çıkmazdı" (Nur, 21).

"Fakat Allah size imanı sevdirdi, onu kalblerinize süsledi. Küfrü, fasıklığı, isyanı da size çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bu kimselerdir" (Hucurat, 7) buyurmaktadır.

İmana duyulan bu sevgi ve küfre duyulan bu nefret ne nefiste bulunur ve ne de ondan kaynaklanır. Bu iki hasleti de Allah vermiştir. Bu iki sebepten dolayı Allah, kulunu doğru yolda olan kimselerden kılmıştır

"(Bu iki haslet) Allah'tan bir lütuf ve nimet olarak (size verilmiştir). Allah hakkıyla bilendir ve işinde hikmet sahibidir" (Hucurat, 8). 

Allah, bu lütfuna kimin uygun olduğunu bilendir. O kişi bu lütufla hayırlı kişilerden olur ve bu lütuf onun yanında semeresini verir. 

O Allah "Hakim" dir: Bu lütfunu ehli olmayana vermez ki böylece o kişi, uygun olmayan şekilde harcayarak bu lütfü zayi etmesin.

Menazil müellifi bu konuda şunu zikrediyor: 

"İkinci ince husus: Günahı hakkında samimi ve doğru düşünen bir kimse, hiçbir durumda kendine ait bir iyiliğin kalmadığını bilir. Çünkü bu kişi, Allah'ın nimetini müşahade ile nefsinin ve amelinin ayıbını arama arasında gelir."

Müellif bu sözüyle şunu demek istiyor: Nefsini ve Allah'ın hukukunu iyi bilen bir kimse bu talebinde samimidir: Çünkü, günahları üzerinde düşünmesi, kesinlikle, o kişiye ait bir iyilik bırakmaz. Allah ile ancak büsbütün bir iflas hali ve katıksız bir ihtiyaç ile karşılaşır. Çünkü bu kul, nefsinin ve amelinin kusurlarını araştırdığında, halinin Allah'ın isteklerine uygun olmadığını görür. Bu haliyle, Allah'ın büyük mükafatını elde etmek şöyle dursun, O'nun azabından bile kurtulamaz. Eğer bir amel Allah ile beraber olan hali riyasız, halis bir amel olursa, bunun vasıtasıyla O'nun kendisine verdiği nimeti ve katıksız lütfunu müşahede eder. Bu lütuf onun nefsinden kaynaklanmamaktadır ve bu lütfa layık bir kimse olmadığını görür. Bu kişi, daima, Allah'ın nimetini, nefsinin ve amelinin kusurlarını müşahede eder. Çünkü o, ne zaman bu kusurları ararsa onları görür.

Bu bilgi, bilgilerin en yücesi ve kul için en faydalı olanıdır. Bundan dolayı şu dua Allah'tan af istemenin başı (seyyidu'l- istiğfar) addedilmiştir: 

"Ey Allahım! Sen benim rabbimsin. Senden başka ibadete layık ilah yoktur. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Ben gücüm yettiği ölçüde senin ahdine ve vadine bağlıyım. Bütün yaptığım işlerin şerrinden sana sığınırım. Senin benim üzerimdeki nimetini ve günahımı itiraf ediyorum. Beni affet. Çünkü muhakkak günahları ancak sen affedersin." (Buhari, Daavat, 16; Tirmizi, Daavat, 15; İbn Mace, Dua, 14)

Bu istiğfar (af dileme), kulun, Allah'ın rububiyetini, uluhiyetini, birliğini, yaratıcısının O olduğunu ve O'nun kendisini bildiğini itiraf etmeyi ihtiva etmektedir. 

Çünkü Allah, kulunu öyle bir şekilde yaratmıştır ki, bu yaratılış, O'nun hakkını yerine getirme konusunda aciz olduğunu ve bu konuda eksiği bulunduğunu gerektirmektedir.

Bu istiğfar, aynı şekilde, o kişinin Allah'ın kulu olduğunu ve alnının O'nun eli ve kuvvetinde olduğunu, O'ndan kaçma imkanı bulunmadığını, O'ndan başka dostu olmadığını itiraf etmeyi kapsamaktadır. 

Bu istiğfar, peygamberlerinin lisanıyla bildirdiği O'nun emir ve nehyi olan ahdinin hükmü altına girmeyi gerektirmektedir. 

İşte bu, "İtaatim, gücüm nispetindedir yoksa senin hakkını eksiksiz yerine getirmem mümkün değildir" manasına gelir. 

Çünkü insanoğlu buna güç getiremez. Bu ancak az bir gayret ve gücün miktarı kadardır. Bununla beraber: 

"Ben, itaat ehline vadettiğin sevabın, isyan ehline vadettiğin azabın gerçek olduğunu tasdik ederim. Ben senin ahdin üzerindeyim ve vadini tasdik ediyorum. 

Ben aynı şekilde günahımı da ikrar, tasdik ve itiraf ediyorum. Sonra, senin emrettiğin ve nehyettiğin hususlarda işlediğim aşırılıkların şerrinden sana sığınırım. Çünkü sen beni onun şerrinden korumazsan, helak, dört bir yanımı kuşatır. Senin hakkını zayi etmek, helak sebebidir. 

Ben sana itirafta bulunuyor ve üzerimdeki nimetini tasdik ediyorum. Nimet, ihsan ve lütuf ancak sendendir. Günah ve kötülük ise bendedir. Günahımı yok etmek, onun şerrinden kurtarmak suretiyle beni affetmeni senden istiyorum". Gerçek şu ki günahları ancak sen affedersin.

Nefsinin ve amellerinin kusurlarıyla birlikte, Allah'ın kendi üzerindeki nimetini müşahede eden, samimi düşünen bir kul için artık kendine ait hangi iyilik kalır

Bu haberler de ilginizi çekebilir