• DOLAR 32.552
  • EURO 35.05
  • ALTIN 2427.63
  • ...
Kürdlerde İslami Kimliğin Gelişmesi - 6
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Ahmet YILMAZ

 Şeyh Said Kıyamı, 19.yy`da başlayan Kürd kıyamlarının doruk noktasıdır. Hem kapsamı hem İslami vurgusu açısından Türkiye toprakları üzerinde gerçekleştirilen en önemli karşı harekettir. Bu yönüyle Kürd hareketlerinde bir ana noktayı oluşturmuştur. O günden sonra Kürdlere dair hesap yapan herkes, bu olayı merkez alarak görüş ortaya koymuştur.

 Kürdler arasında kıyama dair şu dört görüş oluştu ve bugüne kadar Kürdler arasında temsil buldu:

 1) Şeyh Said hareketi, Hilafetin ve İslam şeriatının yürürlükten kaldırılmasına karşı saf bir İslami tepkiydi. Kürdlerin haklarının sağlanması vakanın başarısının tabii bir neticesiydi. Ana hedefin İslam`ın hâkim olması ile ilgili bir bölümüydü.

 2) Şeyh Said hareketi, Cibranlı Halil Bey ve Bitlisli Yusuf Ziya gibi İstanbul eğitimli Kürdlerin ulusal (kavmi) çabalarının bir neticesiydi, ancak bu hareketin başında şeyh ve mollaların bulunması harekette İslami vurgunun çok öne çıkmasına ve uluslar arası güçlerin desteğinden yoksun kalmasına yol açtı.

3)Şeyh Said Efendi zulmü kabul etmedi, bizim dedelerimiz de ona yardım etti, biz aile olarak mağdur olduk.

4) Şeyh Said Hazretleri şeriatı istiyorum derken biz tekkelerimizden de olduk, siyasete bulaşmak bize göre değil, bu dergâhların açık kalmasına izin verildiği sürece bize itaat düşer.

Bu dört görüşten ilki Türkiye`nin “İslam kimliği üzerinden konuşmayı ve siyaset yapmayı yasaklayan” ortamında geç de olsa saf bir İslami anlayış olarak hayat buldu. Bir sonraki sayımızda bundan söz edilecektir.

İkincisi “Herkes dini bıraktı, biz sırtımızda taşımaya kalkıştık, bu ağırlığı bırakmadan bir yere varamayız” sözünde şekil bulan laik-ulusalcı Kürd hareketini oluşturdu.

Üçüncüsü, Şeyh Said harekâtına katılan ve bütün aile büyüklerini kaybedip kıyamın mantığını kavramamış babaanneler tarafından büyütülen torunların Demokrat Parti`de kendisine yer bulan muhafazakâr ve gerek Kürdlük gerek İslam adına her tür karşı koyuş ruhundan soyutlanmış politikacılarda kimlik buldu.

Dördüncüsü, Şeyh Said hareketine katılmamış tarikatların kıyamın neticelerinden olumsuz etkilenmemek için geliştirdikleri apolitize denen, İslam adına siyasetten arınmış tarikatlar tarafından bir boyun eğme çizgisi olarak gelişti. 

20.yüzyılda Kürdlerde İslami kimliğin gelişmesini bu “dört üçgenli alan” içinde görmek gerekir. Bu yazımızda 20.yüzyılda fazlasıyla öne çıkıp bugün de kendisine Kürdleri teslim hakkı verilmek istenen ikinci (laik-ulusalcı)görüş üzerinde duracağız. Çünkü bu grubun etkinliklerinin bugün Kürdler üzerinde etkisi inkâr edilemez.

Onları bilmeden mevcut durumu anlamak mümkün değildir.

KÜRDLERDE LAİK-ULUSALCI YAPININ OLUŞMASI

20.yüzyılda çoğu İstanbul`da yerleşik ulusalcı Kürdler Şeyh Said hareketinde önemli bir rol üstlenmemişlerdi. Diyarbakır`dakiler de geri planda kalmıştı. Bunun için hareketin siyasi olarak başarıya ulaşmamasını kendi tezleri açısından kolaylıkla işlediler ve “kıyamın temelinde ne varsa onu dışlayan, ne yoksa onu kabul eden”  tepkici, küskün bir antitez siyasi anlayış geliştirdiler.

Daha önce Sevr`de Şerif Paşa tarafından temsil edilen bu anlayış kıyam sonrası dönemde 1927`de kurulan Hoybun Cemiyeti`nde siyasi bir bütünlüğe ulaştı.  Cemiyetin bel kemiğini oluşturan eski Botan Beyleri Bedirhan ailesinden Celadet Ali Bedirhan, Süreyya Bedirhan ve Kamuran Ali Bedirhan Kürdlerde İslam`a karşı laik-ulusalcı anlayışın temellerini attı. Cemiyetin Geliyè Zilan (Ağrı) Kıyamında oynadığı rol ne yazık ki bu laik ulusalcı anlayıştan geri dönüşle değil, aksine ona daha çok sarılmayla sonuçlandı. Hoybunlu Bedirhanlar,  1932`de Şam`da  Hawar dergisini çıkardılar. Celadet Ali Bedirhan, Kamuran Ali Bedirhan sonradan Fransa`da çıkan bu dergide “Şeyh Said niye başarısız oldu?”, “Mustafa Kemal niye başarılı oldu?” gizli sorularının cevapları üzerinden ulusalcı bir anlayış geliştirdiler. “Bir ulus devlet kurmayı” mutlak başarı olarak belirleyerek Şeyh Said`de olanları reddetme, Mustafa Kemal`de bulunanları kabul üzerine bir ideoloji oluşturdular. Bu ideoloji, zamanla, İslam`ı ikinci plana düşüren veya tamamen dışlayan, sağ veya sol renkli bütün milliyetçi Kürd gruplarının fikir çerçevesi haline geldi.

Hoybun, kurtuluşu dış destek de görüyordu. Bunun da yolunu (laik Türklerin Yahudilerle geliştirdikleri ilişkiler gibi) Ermenilerle işbirliği yaparak, Fransa ve İngiltire`ye yaklaşmaktan geçtiğine inanıyordu. Ermenilerle işbirliği kabul görmedi, Hoybun`un Bedirhanlar, bunu Ermenilerle Kürdlerin çıkarlarının çatışmasına bağlamaktansa Kürdlerde ulusal bilincin olmamasına, Kürdlerin ulusal çıkar için dinden ve kimi geleneksel özelliklerden vazgeçmeyi bilmemesine bağladı. Bu anlayış Hawar dergisinde bağımsız olamamak eksik yönlerden kaynaklanmaktadır, bağımsızlığa kavuşmak ancak bu ulusal eksiklerin giderilmesiyle mümkündür anlayışına dönüştü ve denebilir ki sonraki dönemde ulusalcı laik tüm Kürd yapılanmaların ana karakterini, Kürdlerin bir bölümü İslam`la şekillenen geleneksel yapılarına karşı savaş üzerinde bir çizgiye oturttu. Uluslar arası İslam karşıtlığıyla uyuşan bu anlayış Mustafa Kemal`in Türkler için oynadığı rolle birebir örtüşüyordu. Celadet Ali Bedirhan, Latin alfabesini Kürdçeye uydurmuş ve buna aynen Türk Alfabesi hikâyesi gibi “Kürd Alfabesi” demiş, Kürdlerin Zerdüştlükle ilişkisinin canlandırılması, Kürdçenin Medlerdeki köklerinin anımsanması, Kürd tarihinin efsanelerde aranması gibi Mustafa Kemal`in Türkler, Türkçe ve Türk tarihi için yaptıklarının aynısını yapmaya çalışmıştır.

1937-38`deki Dersim vakasından sonra “kurtuluş fikri” bir gizli arayışa dönüştü. Bu dönemde Türkiye`de İslam üzerinden bir siyasi mücadele oluşturmak mümkün değildi. Şeyh Said kıyamına katılmayanların geliştirdiği ve daha çok ağır bir savaş süreci sonrasına ve laik çabalara karşı bir tür bireysel huzuru arama çizgisine dönüşen tasavvuf anlayışı siyaset anlamında Kürdlere bir şey vaad etmiyordu, aksine Şeyh Said Kıyamı`na serzeniş biçiminde getirdiği eleştiriyle İslam üzerinden kurtuluş arayışının önünü tıkıyordu. Öte yandan babaanneler tarafından büyütülen Kıyam mağduru ailelerin genç politikacıları Menderes döneminde Ankara`da milliyet adına Kürdçe konuşabilmeyi, din adına ezanın aslına döndürülmesini yeterli görüyor, yeni bir çabayı tehlikeli buluyor, bir bakıma milletvekilliği koltuğuna karşılık her tür istemden vazgeçiyordu.

Öte yandan İran`da Kürd Mahabat Cumhuriyeti`nin kurulması ve Irak`ta Barzani`nin çabaları darmadağın olan medreselerin küçük hıcrelerinde molla ve fakilerin dikkatini çekiyor, bu mollalar “1.Kurtuluş tüm Müslüman halklarla birlikte İslam`ın yeniden hakim olmasındadır. 2. Kurtuluş Kürdlerin kendi çabalarındadır.” İki ana akımı etrafında cılız da olsa tartışıyor, kimi tasavvuf ehli de birinci gruba destek oluyor, ancak her iki grup da bir teşkilatlanma bilincinden yoksun olduğundan bir siyasi hareket oluşturamıyordu.

SİSTEM DE SOLCULUĞA YÖNLENDİRDİ

27 Mayıs İhtilali sonrasında sistem, sadece Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumlar üzerinden kurumsallaşmasını tamamlama yoluna gitmedi, aynı zamanda toplumu sınırlı bir solculuğa yönlendirerek dinden uzaklaştırma, böylece Cumhuriyeti laik bir toplumsal tabana kavuşturma projeleri de geliştirdi, solun önünü açtı.

27 Mayıs sonrasında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel`in Diyarbakır`da “Size Kürd diyenin yüzüne tükürün!” sözüyle ifade edilen tutum ve kimi karakolların sarığı yasaklayıp ezanı Türkçe okutmaya çalışması, kurtuluş fikirlerini yeniden alevlendirdi. Öte yandan kendilerine toplumsal taban arayan, 27 Mayıs`ın palazlandırdığı Türk Sosyalistleri kabuğu Kürdçülük, özü Marksizm olan bir ideolojiyi üniversiteli Kürd talebeleri arasında yaydı.

Solun dünya çapındaki gelişmesi ve Türk solunun muhtemelen derin devlet eliyle Kürd bölgelerine yönelmesi Kürd talebeleri arasında Marksizmin hızla yayılmasının yolunu açtı.

SOSYALİSTLER ULUSLARARASI GÜÇLERDEN YARARLANDILAR

1969`da sosyalist Kürdler, Kemalist solu da bünyesinde bulunduran sosyalist fikirli Tükiye İşçi Partisi(TİP)nin ideolojisinden ve desteğinden kopmadan Devrimci Doğu Kültür Dernekleri (DDKD)ni kurdu. Bu dernek, Kürd sosyalist ulusalcılığının ilk bünyesini oluşturdu. 1970`ten sonra DDKD`dan ayrılan değişik gruplar bağımsız örgütlenmeye gitti, bir yandan çatışarak yıpranırken öte yandan yarışarak güçlendiler. Diyarbakır gibi şehirleri kanlı bir ideoloji arenasına dönüştürdüler. Aynı dönemde Mustafa Barzani`den kaçan Celal Talabani Şam`a sığınmış ve orada bir yandan Suriye Kürdlerini siyasetten arınmış tasavvufi dindarlığa karşı hızla

sosyalistleştirirken bir yandan da Türkiye`den kaçan Kürd sosyalistler için sığınma ortamı oluşturuyor, Kürdler arasındaki sosyalist anlayışın uluslar arası lojistik desteğini sağlıyordu.

1980 darbesi köylere kadar yaydığı işkenceyle Kürdler arasında kurtuluş adına kim ortaya çıkarsa çıksın ona yönelme yönünde avami bir kurtuluş arayışının oluşmasına neden oldu. PKK, bu ortamda darbenin oluşturduğu bütün tepkinin kanalize olduğu bir grup olarak öne sürüldü, darbeyle oluşan öfkeyi kendi ideolojisi yönünde kullandı.

Abdullah Öcalan, 27 Mayıs İhtilali`nden sonra kurulan Devlet Planlama Teşkilatı`nın sosyal işler dairesinde bir süre başkanlık yapan Yalçın Küçük`ün ve Doğu Perinçek`in yakın dostu olarak bir yandan Türk solunun İslam karşıtı bütün mirasına sahip çıkarken öte yandan Hoybun`un Ermenilerle işbirliği ve Hawar dergisinde yer verilen Kürdleri İslam`dan koparıp Zerdüştlük ve Medlerle ilişkilendirme gibi İslam dışı milliyetçilik anlayışını devraldı. Kürdlerin İslami yönü ve feodal yapısıyla savaşmadan başarılı olamayacağına inandı. İdeolojisini Kürdlerin geçmişiyle mücadele üzerine oturttu.  “Ağalık” ve “Şeyhlik”le özdeşleştirip ötekileştirdiği geleneksel Kürdlüğe ve İslami çabalara karşı bildik bir ulusalcı savaş açtı.

Bugün Kürd kızları arasında açık saçıklığın artmasını, toplumda içkinin ve ahlaksızlığın yayılmasını televizyonların yaydığı uluslar arası ahlaksızlıktan çok Apo`nun bu laik-ulusalcı akımına bağlamak kesinlikle daha doğrudur.

Kürdlerde ulusalcı-laik-sol anlayışı besleyen nedenler şu şekilde sıralanabilir:

1. Şeyh Said Kıyamı`nın başarıya ulaşmaması ve Türkiye`de İslami siyasi kimliğin uzun süre yasaklanması, kurtuluşu İslam dışında arama fikirleri için ortam oluşturdu.

 

2. 20.yy`ın başında Kürdler dışında hiç kimsenin Batılılaşma fikrine karşı fiili bir direnişe geçmemesi Kürdlerin içindeki İslam karşıtları için propaganda malzemesi hazırladı.

 

3. Dini açıdan fazlasıyla tatmin edici ve yol gösterici olan medrese Seydalarının bilimsel bilgileri de klasik kaynaklardan vermesi, örneğin bir coğrafya bilgisini 800 yıllık bir kitaptan cevaplaması 1950`den sonra yayılan okullaşma döneminde gençlerin din adamlarına güvenini sarstı, sosyalistlerin propagandalarına açık hale getirdi.

 

4. Şeyh Said`i desteklemeyen tarikatların huzursuzluk ortamında özellikle Bitlis-Kuzey Suriye arasında büyük bir alan bulmasına rağmen siyasi kurtuluş konusunda halka bir şey sunmaması, hatta halkı bu yöndeki bir kurtuluşa karşı sürekli uyarması; kıyama katılan pirlerin politikacı torunlarının Ankara`daki ahlakî ve siyasi duruşları sosyalistleri tek kurtuluşçu grup haline getirdi.

5.Türkiye`de İslami siyasi kimliğin yasaklanması ile Müslüman Türk aydınlarının kendilerini ifade zemini olarak muhafazakâr milliyetçiliği seçmeleri, buna karşılık Marksistlerin milliyetçiliği reddediyor görünmeleri Kürd talebelerinin Türk soluna yönelmesine neden oldu.

6. 27 Mayıs İhtilalinden sonra sosyalizm, Kürdleri İslami kimliğinden koparıp kimliksizleştirme projesi doğrultusunda devlet desteğiyle Kürdler arasında yayıldı, sonraki ihtilaller ise zulümleri ile Kürd milliyetçiliğini besledi.

Bu haberler de ilginizi çekebilir