• DOLAR 32.592
  • EURO 35.045
  • ALTIN 2423.248
  • ...
Kürdlerde İslami kimliğin gelişmesi - 5
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

19. yüzyıl, Batı`nın parlak; İslam`ın yaslı asrıdır. Bu asrın ürünü Batılılaşmanın her aşaması, İslam`ın bir uygulamasına son vermiş, Kürdler için yeni bir felaket hazırlamıştır.

1808`de Osmanlı`nın“Gavur” lakaplı, Batıcı padişahı II. Mahmut tahta geçti; Kürdlerin büyük emirliklerinden Babanlar yıkıldı. 1839`da Osmanlı, Batılılaşma fermanı Tanzimat`ı ilan etti. Tanzimat`a giden süreçte (1837`de) Soran Beyi Mir Mahmut`un; Tanzimat`ın yerleşme sürecinde (1847`de) Cizre Beyi Bedirhan`ın emirliğine son verildi. 1856`da Tanzimat`ın devamı Islahat Fermanı ilan edildi, ondan iki yıl önce, 1854`te Yezdanşer ayaklanmasıyla Kürd tarihinde mirler dönemi resmen sona erdi.

1908`de en Batıcı grup İttihat ve Terakki iktidar oldu, aynı yıl Vilayet-i Şarkiye Kanunu ile Kürdistan adının kullanılması terk edildi. 1923`te Batılılaşma, Cumhuriyet`le rejim oldu, bir yıl sonra 1924`te Türkçe bilmeyenlerin milletvekili olamayacağı anayasaya yazıldı, 1937`de laiklik devrimi (1923-1937) tamamlandı, aynı yıl Dersim`de Seyit Ali Rıza ayaklanmasıyla Türkiye`de Kürdler için klasik ayaklanma çağı yenilgiyle son buldu. 

Milliyetimiz İslam`dır

Üstad Bediüzzaman`ın “Kürdi” lakabını kullanırken “Benim milliyetim İslam`dır” demesi bir slogan değil, bir hakikatin ifadesidir. Bir dönem Avrupa`da Türk kimliğiyle Müslüman kimliği özdeşleştiği gibi 19. asırda da Kürdlerin coğrafyasında Kürd kimliği, Nasturi ve Ermenilere karşı Müslüman kimliğiyle özdeşleşmiş, Kürdler İslam`ın hükümlerini kaldırmaya yönelik her girişimden etkilenmişlerdir.

1808`de tahta geçen II. Mahmut`la Batılılaşma, resmi politika haline geldi. Bu politika 1839`daki Tanzimat Fermanı ve onu tamamlayan 1856`daki Islahat Fermanı`yla Batı`ya teslimiyete dönüştü. O süreçte Kürdler ister istemez “Osmanlı dağılıyor; biz ne olacağız?” sorusunu sordular. Batılılaşmayı kendileri için tehdit; Batı`nın Kürdistan`a ilgisini felaket olarak gördüler.

Tanzimat, Osmanlı`da “Müsavat-ı İslamiyye (Müslümanların Eşitliği)” denilen ümmet yönetimini bitirdi; Bab-ı Ali, Fransızlara özenerek bir Türk ulusu oluşturmanın işaretlerini verdi. Bu durum, Osmanlı bürokrasisinde etkin olan Arnavut ve Kürdlerin konumunu sarstı. Her iki halk da eş zamanlı ayaklandı.

Tanzimat, azınlıkları hukuki bakımdan Müslümanlarla eşitledi. Şeriatın karşısına laik hukuku çıkardı. Şeriat, bir sözleşmeydi. Bu sözleşmenin etkisizleştirilmesi, Kürdler için anayasasız, dolayısıyla keyfi bir döneme geçiş gibiydi.  Kürdler, bir anayasadan yoksun her toplum gibi, kendilerini tehlikede gördüler ve bu “hukuk”suzluğa karşı çıktılar.

Tanzimat, ilmiye sınıfının etkinliğine son verdi; medreselerin karşısına laik okulları yerleştirdi. Bu, ilmiye sınıfı üzerinden coğrafyalarını aşarak Osmanlı bürokrasisinde etkin olan Kürdlerin Osmanlı merkezinde etkisizleşmesi ve merkezi kendi adlarına denetleyecek bir güçten yoksun kalması anlamına geliyordu. Dahası laik okullarda yetişen bürokratlar Kürdlerin dini hassasiyetini anlamıyorlardı, aldıkları Fransız kültürüyle her biri kendini Rousseau kadar bilgili, Napolyon misali bir asker sanıyordu. Osmanlı, “matbaa-telgraf-tren (lokomotif)” üçlüsüyle merkezi yapısını güçlendirmiş, her yere ulaşma imkânına ulaşmıştı. Bu ukala Batıcılar, Kürdlerin memleketlerine her an ulaşabiliyor, tezlerini onlara uygulamaya kalkışıyor, dindarlıklarını Avrupai bir söylemle “taassup”;  İslami cesaretlerini “vahşilik” diye İstanbul`a ve Batılı dostlarına rapor ediyordu.

Tanzimat, cizyeyi kaldırdı, Müslümanlarla Hıristiyanları hukukta olduğu gibi vergide de eşitledi. Bu zulümdü. Asker-memur-köylü Kürdler, tüccar azınlıklar gibi vergi veremezdi. Fransız ve İngilizlerle 18.yüzyılın sonundan itibaren Halep çevresini kapitülasyon ayrıcalığıyla adeta kolonileştirmişlerdi. Hıristiyanlar onlarla kurdukları ticari ve politik ilişkiyle zenginleşmişler, Kürdlerin mütevazı evlerinin yanına köşkler inşa etmişlerdi. Yörede İngiliz, Amerikalı ve Rus misyonerler dolaşıyor, Kürdlerin azınlıklara yönelik her tavrını hükümetlerine rapor ediyorlardı. Bu durum azınlıklara tehlikeli bir güven veriyordu, eskisi gibi itaat etmiyor, vergi vermiyorlardı. Bedirhan Beyin memurları Nasturilerin başı Mar Şamun`dan vergi istediklerinde Mar Şamun şatosuna İngiliz bayrağı çekip onları kovmuştu.

Batı, Osmanlı`ya:        Kürdü dize getir!

Denklem ilginçti: Osmanlı, Batı özentisinin yol açtığı saray sefahatine para yetiştirmek için Batı`dan sürekli borç alıyor, Kürde vergiyi artır ve topla, diyordu. Kürd, Hıristiyanın kapısına dayanıyor; Hıristiyan, devir değişti, vergi vermem, diyordu. Kürd vergiyi toplayamayınca Osmanlı onun beyliğinin meşruiyetini sorguluyordu. Kürd meşruiyetini sürdürmek için Hıristiyanın üzerine varıyordu. Hıristiyan, Kürdü Batı`ya şikâyet ediyor, Batı Osmanlı`ya Kürdü dize getir diye emir veriyordu.

Osmanlı Kürdün emirliklerini vilayetlere dönüştürmeye çalışıyor, başlarına Batı eğitimli vali ve kaymakamlar atıyordu. Kürd, bu Şeriat değil, adaletsizliktir, Şeriat istiyorum deyip ayaklanıyor. Osmanlı, “Kürdler Batılılaşmaya karşı direniyorlar, Şeriat istiyorlar” diye Batı`ya bildiriyor.

Böylece Kürdler, 1.Hıristiyan azınlıklar 2.Osmanlı`nın Batı`yla gayriresmi sıkı fıkı yeni memurları (Batı işbirlikçileri) 3. Osmanlı resmi bürokrasisi (Hariciye Nazırlığı) tarafından eş zamanlı olarak Batı`ya “İslam`ın vahşi taasupkârları” diye bildiriliyor;   Kürdler, gün geçtikçe Batı`nın en istemediği ve her tür denklemin dışında tuttuğu bir halk haline geliyordu.

Marksistler                             yalan söylüyor

İslam`ın Kürdlerin 19.asır mücadelesinde oynadığı rol, tarih körü Marksistlerin İslam aleyhindeki bütün tezlerini çürütüyor.

Birinci Tez: İslam, Kürdleri uyuşturdu, haklarına sahip çıkmalarını engelledi.

Cevap: 19.asırda Kürd dindarlığı doruktaydı. İslam, Kürdleri uyuştursaydı Kürdlerin adaletten ayrılan Osmanlı`ya boyun eğmesi gerekiyordu. Oysa zayıf olmalarına rağmen savaşmayı seçtiler.

Son Baban Beyi Abdurrahman Paşa dindardır, 1837`de ayaklanan Soran Beyi Mir Mahmud medrese âlimidir, 1842`de ayaklanan Botan Beyi Bedirhan`ın dindarlığı meşhurdur.

1854`teki Yezdan Şer`in ayaklanmasından sonra mirlik dönemi bitti, iç ihtilaflar ve Osmanlı karşısındaki başarısızlıkları mirlerin halk nezdindeki rolüne son verdi. Başıboş kalan Kürdlerin dağılmaları muhtemeldi. Yardımlarına din yetişti ve Kürd tarihinde, Baskın Oran gibi bir Marksist`in bile “tesbih kadar tüfek, seccade kadar at kullanmayı biliyorlardı” dediği “emir şeyhler” dönemi başladı. Bir zamanlar, haksızlığa karşı çıkan mirlere yol gösteren din adamları sosyal ve siyasal liderliği de üstlenerek mücadelenin önderi oldu. Emir şeyhler, ilim, cesaret ve adaletleriyle halkın güvenini kazandı, Şeyh Ubeydullah örneğinde olduğu gibi, Kasr-ı Şirin sınırlarını da aşarak neredeyse bütün Kürdleri birleştirdi.

Kürdler hakkı ve haksızlığa karşı çıkışı ancak din üzerinden anlayabiliyor. İster inanarak ister işini kolaylaştırma amacıyla olsun, hakkı ve haksızlığa karşı çıkışı din üzerinden izah etmeyen hiçbir şahıs veya örgüt Kürdleri toplu halde ayağa kaldırma gücüne ulaşmamıştır.

1808`de Şeyh Ubeydullah ayaktadır, 1914`te Bitlisli Molla Selim; Şeyh Abduselam Berzani; 1919`da Şeyh Mahmut Berzenci; 1925`te Şeyh Said, 1937`de Seyit Ali Rıza; 1942`de Kadı Muhammed…

Üstelik Molla Selim`in yanında yer alan Seyit Ali ve Şeyh Şahabettin`den itibaren din adamları, “şahsi menfaat ve liderlik hırsı” iddialarını çürütmek ve ilahi rızaya kavuşma isteğiyle halklarına “kendilerini feda etme” onurunu miras bırakıp isteyerek idama gittiler. Bu mudur uyuşturucu din, bu mudur halkın sırtından geçinme? İslam`ın hakiki adamları, halkın sırtına binmemiş, halkın yükünü sırtlanmışlar. Halklarına fedakarlığı öğretme uğruna canlarına vermişlerdir. 

İkinci Tez: Şeyh emirler, dini taassupla Ermeni ve Nasturilere zulmetti, Kürdleri dünya karşısında güç durumda bıraktı.

Cevap: Yazıklar olsun! Din adamları, sıradan Hıristiyanlara zulmetmek bir yana onlara sahip çıkmıştır. Tanık, Halk hikâyeleri ve hala aramızda bulunan üçüncü nesil halk ravileridir. Halk hikâyeleri de halk ravileri de hilesizdir, Batı`nın hileci misyonerlerinden daha doğru söyler. Mir ve şeyhlerin mücadele ettikleri, misyonerlerle işbirliği yapan, bir kısmı Katolikliğe veya Protestanlığa geçen, sömürgeciliğe umut bağlayan siyasallaşmış Hıristiyanlardır. Kürd emirleri, onların Schultz gibi arkeologların rehberliğinde topraklarını sömürgeleştireceklerini düşünüyorlar, buna “Hayır!” diyorlar, bundan daha büyük bir hak mı vardır? Ermeni ve Nasturilerin Batı`yla ilişkilerini duymayanlar, misyonerlerin azınlıkları mezhep değiştirterek milisleştirdiğini öğrenmeyenler; Tanzimat`ın Hıristiyanları beyleştirdiğini fark etmeyenler, 1878`deki Berlin Antlaşması`nın 61.maddesini okumayanlar Kürdlerin bu konudaki tutumunu anlayamaz.

Vilayet-i Sitte için getirilen hükümlere bakın… Diyarbakır`a bile Ermeni vali yardımcısı atansın, polis dâhil bütün memurluklarda Ermenilere kontenjan verilsin deniyor; bunu değil o günün dindar Kürdleri, bugünün Kürdlerinden kaçı kabul eder? 

Ermeniler ve Nasturiler, Batı`nın desteğiyle Kürd topraklarında devlet olmaya çalışıyor. Osmanlı da Batı korkusundan ve değişik hilelerle Kürdleri onların esiri yapacak fermanlar çıkarıyordu. Kürdler buna “Evet!” mi deselerdi? Burada tek sıkıntı siyasallaşmamış Süryanilerin de arada zarar görmesidir; o zarar da sonraki dönemde İttihatçıların kurdukları çetelerin eliyle olmuştur.

Berlin Antlaşması`dan sonra Diyarbakır Kürdleri Osmanlı`ya çektikleri telgrafta “Taassupkâr olsaydık burada Ermeni kiliseleri nasıl ayakta kalabilirdi. Yabancıların burada olmadığı dönemlerde onları bizim elimizden Avrupa mı korudu?” diye soruyorlar. Sahi, 19.yüzyıl öncesinde o azınlıkları Allah korkusundan ve din alimlerinin sınırsız hoşgürüsünden başka Kürdlerden ne korudu?

Kaynak: Büyük Laroususse Ansiklopedisi (Tanzimat`la ilgili bilgiler)

Kürd Milliyetçiliği ve Kürd Harekatı, Baskın Oran

Doç. Ahmet Sevgi, Ermeni Meseleleriyle İlgili Bir Vesika

Not: Bu yazıda Tanzimat, “Gülhane-i Hattı Hümayun (1839) ve Islahat Fermanı (1856)” adlı belgelerle resmileşen dönem anlamında kullanılmıştır.

 

Kutu kutu kutu

Kürdler Osmanlı’ya ihanet etmediler

Osmanlı,  teknolojiden yararlanarak ve Fransa`ya özenerek merkeziyetçiliğe bürünüyor, gün geçtikçe Kürdlerin işine daha çok karışıyordu. Kürdler için Osmanlı Şeriattan ayrılarak güvenilirliğini, Batı`ya bağlanarak saygınlığını, Ermeni ve Nasturileri haksızca himaye ederek adaletini yitiriyordu. Kürdler, ya boyun eğeceklerdi ya da isyan edeceklerdi. Bunun kararını verecek olan Şeyh Ubeydullah ve Seyit Ali gibi âlimlerdi. Bu âlimler, yolu tıkamadılar; İslam`ın “adaletten ayrılan yönetime karşı isyan etme hakkı” hükmünü işlettiler. Böylece, Kürdlerin İslami kişiliğine sadece “küfür ordularının saldırısı” veya “iç zalimlerin ibadetleri yasaklaması” durumunda değil, “yöneticilerin adaletten ayrılması durumunda da ayaklanma” kriterini eklediler. Kürdlerin 20.yüzyılın başındaki büyük ayaklanmaları bu kriter doğrultusunda olmuştur.

Öte yandan Kürdler ayaklanırken İslam`ın ve Osmanlı`nın dış düşmanlarıyla işbirliği yapmadılar, bütün dış cephelerde Osmanlı`nın yanında yer almaya devam ettiler. Böylece dış hilelere kapalı, onurlu, İslam topraklarının asli sahiplerinden olma sıfatlarını koruyan bir mücadele yöntemi geliştirdiler. Bu mücadele, İslam düşmanlarını kahretti.

Bu haberler de ilginizi çekebilir