• DOLAR 32.511
  • EURO 34.58
  • ALTIN 2498.482
  • ...
Bir İman ve Sadakat Kahramanı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Feyzullah Zerey

Zübeyir Gündüzalp, 1920 senesinde Konya`nın Ermenek kazasında dünyaya geldi. İlkokul tahsilini Ermenek`te tamamladı. Ermenek`te ortaokul bulunmadığı için Silifke`ye gitti. 1939 senesinde ortaokulu Silifke`de bitirerek memleketine döndü. Konya Postahanesi`nde telgraf muhabere memuru olarak çalıştı. Dedeleri Kafkasya`dan Konya`ya hicret etmişlerdi. Kendisi de Kafkas Kartalı İmam Şamil gibi keskin bakışlı, cesaretli ve fedai biriydi.

 Üstad`la ilk tanışması

1946`da Üstad`ı Emirdağ`da ziyaret etti. İlk karşılaşmasında kendinden geçer, bir ağlamaya tutulur. Üstad, "Keçeli, neden ağlıyorsun?" diye onu bağrına basıp dua eder. Üstadın ikazı üzerine dışarı çıkıp yüzünü gözünü yıkar ve tekrar Üstadın huzuruna çıkar. Bu ilk ziyaret onun ruhunda derin bir tesir bırakır. Memuriyetten ayrılıp, Üstad`a hizmet etmek ister. Üstad: “İnşaallah, ileride seni yanıma alırım " der.

Üstadın verdiği ilk ders; “Mesleğimiz meşakkattir, meşakkat ise alâmet-i makbuliyettir.”

Bu ilk ders hayatının sonuna kadar karşılaşacağı çile ve meşakkatlere hazır olması gerektiğini vurguluyordu. Gerçekten hayatı İslam’ın dert ve çilesi ile geçti, davası yolunda birçok meşakkatler çekti. Meşakkatler karşısında yılmadı.

 

Kendisini hapishaneye attırdı

Üstad Bediüzzaman 1948 yılında yaptığı İslami mücadeleden dolayı 50 civarında talebesiyle tutuklanarak Afyon hapishanesine konuldu. Zübeyir Gündüzalp, Üstad ve talebelerini her fırsatta ziyaret etti. Kardeşlerinin hapiste kendisinin ise dışarda olmasına çok üzülüyordu. Hapse girmenin yollarını aradı. Bir hapishane ziyareti sırasında talebelerden Ceylan Çalışkan`a duygularını açtı. Ceylan abi “Ondan kolay ne var! İnönü`ye bir telgraf çek, ertesi gün yanımıza gelirsin…” diye yol gösterdi.

 

Zübeyir Gündüzalp, İnönü`ye şu mektubu yazdı:

“Siz, nurcuları Afyon hapishanesine topluyorsunuz, ama Akşehir`de posta memuru Zübeyir Gündüzalp`i görmüyorsunuz…”

Hemen tutuklanıp Afyon hapishanesine getirildi. Hapishanenin kapısından içeri girer girmez ellerini açarak medrese-i Yusufiye`ye girdiğinden dolayı Allah`a şükreder.

Altı ay sonra tahliyesi çıkınca hapishane müdürüne çıkıp, sırf  Üstadından ayrılmamak için tahliyesinin yanlış olduğunu söyledi. Yapılan bir hesapla 40 gün önce tahliye edildiği ortaya çıktı. Böylece kırk gün daha hapiste kalıp sevinçle Üstad ve talebelerinin yanında kalmaya devam etti.

 

Mahkemede HAKKI haykırdı

Zübeyir Gündüzalp`ın Afyon mahkemesinde yapmış olduğu müdafaa bir ihlas, sadakat, cesaret örneğiydi. Kendisine `Sen Risale-i Nur`un talebesi imişsin…` denildi. Cevabı aynen şöyleydi: `Bediüzzaman Said Nursi gibi bir dâhinin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa iftiharla, `Evet, Risale-i Nur şakirdiyim.` dedi.

Bunun üzerine Üstad, mahkeme huzurunda oturduğu yerden kalkarak, “Bin talebe kadar kabul ettim.” dedi.

Gençliği

Gece gündüz Üstaddan ayrılmazdı. “Üstadın hizmetini aksatırım” endişesiyle geceleri yatmazdı. Üstad çağırır diye devamlı teyakkuzdaydı. Çelik iradeli, keskin bakışlı, tam bir ciddiyet ve vakar abidesi bir hizmet aşığıydı. Hizmetteki yeri hakkında Üstad Bediüzzaman, kendisi için şu ifadeleri kullanmıştır: "Zübeyir, bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine verilmiştir diye manevi ihtar aldım. Hakiki fedakâr Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddetli ihtiyacın zamanında buraya imdada geldi..."

 

Sürgün hayatı

Üstadın vefatından sonra Urfa`da kaldı. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra Urfa`dan sürgün edildi. Memleketi olan Ermenek`te mecburi ikamete tabi tutuldu. Burada bir süre kaldıktan sonra, gizlice Ankara`ya gitti. Altı ay kadar Ankara`da kaldı, bilahare son on yılını İstanbul`da geçirdi.

 

Vefatı

Hayatı boyunca bedeni rahatsızlıklardan kurtulamayan Zübeyir Gündüzalp, 2 Nisan 1971 günü yaklaşık on senedir ikamet ettiği İstanbul’da bulunan Kirazlımescid`deki medresede Hakka kavuştu.

 

Zübeyr ağabeyin dilinden Kara sevda

Kendisini tedavi etmek isteyen doktorlara: “Ben Risale-i Nur`larla insanların ve İslâmların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuştum. Sizin tıbbiyenizde, doktorluğunuzda `kara sevda` hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır?” diye sorular yöneltiyordu.

 

Enbiya hakkında sohbet

Enbiyâ-yı azamdan (büyük peygamberlerden) her birinin gerek isimleri ve gerek ibadet ve ahlâklarından bahisler etmek, ayn-ı ibadettir. Kezâlik, salih, yani ehl-i takva denilen ve Sünnet-i Seniyyeden ayrılmayan ve bid`a ile amel etmeyen kimseleri sevmek, hallerinden bahsetmek keffâretü`z-zünûbtur.

Ey nefsim!

Tahkikî iman ilmini oku. Hakkı ve hakikatı öğren. Cahil kalma. Münevver ol. Aydın ol. Cahil insan, cahil bir genç, cahil bir kadın, ne kadar varlıklı da olsa yine fakirdir, geridedir, aşağıdadır. Okuyan erkek ve kadın, genç ve ihtiyar daima ileride, daima yükseklerdedir. Bütün fenalıkların, hayattaki bütün bedbahtlıkların vasıtası cehalettir. Bütün iyilik ve güzelliklerin, bütün saadet ve huzurun tek çaresi ilm-i iman bilgisiyle aydınlanmak ve nurlanmaktır.

Ey genç!

Sana yakışan, senin taze ve şirin gençliğine yaraşan, hoplayıp zıplamayı bırakıp, olgun ve yüksek bir Müslüman namzedi olarak ilm-i imana çalışmaktır. Allah`a ibadet ve itaat edip, namaz ve ibadete sarılıp, güzel gençliğini çirkinleşmekten, gençlik günlerini boşu boşuna öldürmekten kurtarmaktır.

Kardeşlik

Merhametsizliğin bir alâmeti, nisyan-ı nefisle, kendi kusurlarını unutmakla din kardeşlerinin her birinde bir kusur bulmak, onlara karşı sevgisini ve merhametini kaybederek tenkid gözlüğünü takınmaktır. Kendi kusurlarına; yakını uzaklaştırıcı, sisli gösterici âletle bakıp, din kardeşinin kusurlarına ise mikroskopla bakmaktadır.

Tenkidi bırakmak

Merhametsizlikten, münekkitlikten kurtulma yolunda ilerle, ey kardeş! Aksi halde, ya yakında, ya uzakta, ya dünyada; ya Haktan, ya halktan inmesin sana adem-i merhamet. Zira, "Men dakka dukka" [Eden bulur]. Merhametsizlik etme, sonra merhametli dosttan dahi merhametsizlik görürsün. Eğer görmezsen dünyaya mukabil, ukbada görürsün muzaaf ceza, bunu bil.

Kız evlâdı

Anne ve baba, kız çocukları hakkında daha ziyade re`fetperver, şefkatli olmalıdır. Zira onların fıtratları, yaratılışları, zaif, nahif ve hassasedir. Kız çocukları daha ziyade merhamete, siyanet ve korunmaya muhtaçtır.

Baba ve annenin kız evlâtları için en büyük iyilik ve en birinci vazifesi, en yüksek lütufları şudur ki, onlara iman ve İslâmiyet ilmini öğretmektir. İslâmiyete lâyık bir edep, terbiye ve ahlâkla büyütmektir. Böylece mânevî güzelliklerle ruhu parlayan bir ev kadını, bir hane hanımı olabilecek bir halde dünya ve âhirete hazırlanacaktır.

Ev kadını

Bir İslâm kadını için yemek pişirmek, elbise dikmek, evinin nezafetine, temizliğine bakmak, çamaşır yıkamak, çocuğuna bakıp beslemek, erkeğinin hizmetini görmek büyük bir şereftir, iffet ve ismettir. Namazını geçirmeyen, farzlarını eda eden, Allah`ın emirlerini yerine getiren hanımların bütün dünyevî işlerini dahi bir nevi ibadet olarak, Allahu Teâlâ Hazretleri kabul buyurur.

 

 

 


Zübeyr Gündüzalp`ın bir mektubu

 

Aziz muhterem kardeşim ...

 

Madem ki islam`ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle:

 

Vazifen, dikenler arasında güller toplayacaksın. Ayağın çıplaktır, batacak. Elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin.

 

Firavunlar kucağında büyüyen çocuk Musa`ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar, sevineceksin.

 

Çöllere sürülsen kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülsen , ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin.

 

Karanlık zindanlara salarlarsa; ışık, paslı vicdanları görürsen; ümit, imansız kalplere rastlarsan nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın. Ve buna şükredeceksin..

 

Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur’an`a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kağıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi nur arayanları bulacaksın... Bulamazsan üzülmeyeceksin.

 

Makamlar, servetler verirlerse, nefsini unutacaksın.

 

Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, hissiyatını terk edeceksin...

 

Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse iğne ile oyacaksın. Unutma! nerede olursan ol; küfrün ve cehlin ta temelini çürüteceksin. Bir gün Kur`an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen; hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten, ahlaktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedai ister. Nasıl olsa sen de içinde fedai olacaksın.

Bu mektubu okuyunca, Mesneviyi okuyan Yunus Emre gibi "uzun olmuş" diyeceksin. Onun gibi ben olsa idim: "Ete, kemiğe bürünürdüm, Yunus diye görünürdüm" derdim dediği gibi, sen de ne lüzumu vardı uzun uzun saymağa, kısaca "Kur`an talebesi olacaksın" deseydin yeterdi diyeceksin. Haklısın. Zira, İslam yoluna giren bilir ki, bu yol kıldan ince, kılıçtan keskindir. Her kişinin işi değil, er kişinin yoludur.

Seni bütün ruhu canımla kucaklar, gözlerinden öper, dualarına mukabele eder, Allah rızası dairesinde bulunmak üzere mektubuma son verirken, dalalete düşen din kardeşlerimin, kısa bir zamanda sizin gibi hidayete ermelerini Cenab-ı Vacib-ul Vucud olan Hazret-i Allah`tan niyaz eylerim. Amin.

 


Bu haberler de ilginizi çekebilir