• DOLAR 32.567
  • EURO 34.797
  • ALTIN 2417.02
  • ...
Ahlâk SEFERBERLİĞİ başlatabilmek
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Ahmet YILMAZ

Peygamberlerin ancak toplumda peygamberliğe duyulan ihtiyacın doruğa çıktığı dönemde geldiği, bütün Müslümanların paylaştıkları bir tespittir. Bu durum, Allah adına yapılan mücadeleye “tabiilik” niteliği kazandırıyor. Tabii olmak, topluma kapılmak veya oluşturulan gündemlerin peşinde yol almak değil, toplumun gerçek sorunlarını fark edip o sorunlara göre vaziyet almaktır.

Kur`an-ı Kerim kıraatinin tehlikeye düştüğü 1920`li yıllar Türkiye`si ile 90`lı yıllar Doğu illerinde Müslümanların gündemlerini Kur`an-ı Kerim öğreticiliği üzerinde yoğunlaştırmaları tabii olandır. Üstad Bediüzzaman`ın Komünizmin, dolayısıyla Allah`ı inkârın yayıldığı bir dönemde çabasını iman üzerinde odaklaması tabii bir gereklilik idi. Ve İhvan Hareketinin Mısır`da Allah`ın varlığı inkâr edilmeden İslam`ı Arap milliyetçiliğinin ve Sosyalizmin hizmetine verme çabalarına karşı akideyi sağlamlaştırmayı, çabasının merkezine yerleştirmesiniyine böyle bir tabiilik içinde değerlendirmek gerekir.

AHLAKİ İŞGALE DİKKAT!

Bugün İslam dünyası üç büyük tehlike ile karşı karşıyadır: Siyasi işgal, düşünsel işgal ve ahlaki işgal. Siyasi işgal, Müslümanların coğrafyalarına yöneliktir ve 19.yüzyıldan bu yana devam eden askeri işgalin tamamlanması isteğini kapsamaktadır.

Düşünsel işgal, Müslümanların beyinleriyle oynayarak onları İslam`dan uzaklaştırarak köleleştirme çabasıdır.

Ahlaki işgal ise siyasi ve düşünsel işgali kolaylaştırma veya siyasi işgal mümkün değilse, Müslümanları böyle bir işgale gerek kalmadan küfrün hizmetine sokmaya, küfür modasının kendini bilmez bir tüketicisi haline getirmeye yöneliktir.

Bu üç işgal de birbiri kadar tehlikelidir. Ancak siyasi(askeri-coğrafi) ve düşünsel(ideolojik) işgal önemli ölçüde dikkat ve tepki çekerken ahlaki işgal sadece ferdi tepkilere konu olabilmektedir. Yine siyasi ve düşünsel işgale karşı koymak yüceltilirken ahlaki işgale karşı koymak adeta bir tali mesele ile uğraşmak gibi algılanıp küçümsenebilmektedir. Oysa Müslümanların bedenleri ve Müslüman toplumun huzuru coğrafyalarından ve beyinlerinden daha az önemli değildir.

Bir Müslümanı içkiye müptela olmaktan kurtarmak ya da içki müptelası bir insanı o halinden uzaklaştırmak…Zinanın toplum içinde doğal karşılanmasının önüne geçmek, nefsinin peşinden giderek zinaya meyletmiş insanları bu hallerinden temizlemek… Kumara alışmış babaları bu kirli oyundan ve isli kahvehanelerden evlerine, çocuklarının arasına göndermek… Kız çocuklarının evi terk etmesinin ve kirli çetelerin metası haline gelmesinin önüne duvar örmek… Hırsızlığı meslek edinenlerin bu hastalığını tedavi etmek… Müslümanlar için tali bir mesele olabilir mi?

Tabii sorunlara el atmak cemaat ve hareketlerin pratiklerinin görülmesini,  fark ve faydalarının anlaşılmasını, toplumun onları daha kolay anlamasını ve onlara yönelmesini sağlar.

AHLAKSIZLIĞA KARŞI SEFERBERLİK İLAN EDİLMELİ

Toplum, İslam`dan uzaklaşmanın sıkıntılarını yeni hissediyor ve havasız kalan bir insanın havaya ihtiyaç duyması gibi bugün İslam`ın ahlaki değerlerine ihtiyaç duyuyor. Kendisini, oğlunu, kızını bataklıktan koruyacak veya bataklıktan kurtaracak kişilerin değerinin farkına yeni varıyor. Belki 20 yıl önce kendisine İslam`ı anlatana “Biz, zaten Müslümanız; anlattıklarınızı dinlememizin bir anlamı yok” diyebiliyordu. Oysa bugün kendisine, kızına veya oğluna bakıp durumunun iyi olduğunu söyleyemiyor. Aksine bir dokunuşta içinde bulunduğu onlarca kötü durumu sayıyor ya da kendisinden sonraki nesil için bu tehlikenin yaklaştığına dair nice deliller sıralıyor. İşte böyle bir ortamda toplumun derdine çare olmak ve bir ahlak seferberliği başlatmak gerekiyor. Hedefinde sadece günahların bulunduğu,  İslam toplumunu küfrün ahlaksızlığından korumanın temel amaç edinildiği bir seferberlik…

NE OLDU DA TOPLUM BU KADAR YIPRANDI?

Sebepleri anlamak çözümü ortaya koymak için önemlidir. “Bunun için ne oldu da toplum bu kadar kısa bir süre içinde bu kadar yıprandı?” sorusunu cevaplamak yerinde olur:

1. Gerek uluslararası güçlerin gerek onların içimizdeki acentelerinin, ahlaksızlığı İslam dünyasına yayma çabası, teknolojinin evlere girmesiyle topluma doğrudan ulaşma imkânı buldu. Toplumun bir kesimi, zayıf bir iman ve köşesiz bir kişilikle bir anda güçlü bir günah cephesiyle karşılaştı. Bu günah cephesinin görsel ve işitsel çabalarına karşı koyamadı, nefsine uydu, günahlara saplandı.

2. Ekonomik imkânların azlığı buna karşılık nefsi kışkırtan durumların çokluğu, fertleri bunalıma soktu. Sadece İslami şuurun insana sağladığı ibadet zevkinden, zikrin kalbi sakinleştirme ve teselli etme fonksiyonundan habersiz olan fertler bunalımdan kurtulmak için ilaç diye günahlara sarıldı, kendilerini günahla “unutma”, tatmin ve teselli etme yoluna gitti.

3. 90`lı yıllarda bir yaşında olan bir Diyarbakırlı bugün 19 yaşındadır; 28 Şubat`ta ilkokula başlayan bir Konyalı bugün neredeyse 20 yaşındadır. Bu süreçte devlet, İslami hizmetlerin önünü kesti, Doğu`da Marksist örgüt de dini hedefine koydu. Müslümanlarla toplum arasına korku duvarı örüldü. Genç nesil, İslami bir şuura erme imkânı bulmadan büyüdü, önündeki ağzına kadar dolu günah havuzuna çoğu zaman hiçbir uyarı ile karşılaşmadan düştü.

4. İnsan, yeni bir durumla karşılaşınca sırasıyla a)Merak eder, araştırır, ilgi duyar. b)Onunla inancı veya geleneksel yaşamı arasındaki zıtlıklarla benzerlikleri tespit yoluna gider. c)Ondaki kendi inancına ve geleneksel yaşamına zıt yönlerin çokluğunu tespit ettiğinde ondan ürker, belki nefret eder ve uzaklaşır, inancına ve geleneksel yaşamına daha çok sarılır. Zamanla bu uzaklaşmayı bilinçle destekleyip kendi karakteri haline getirir. Ancak böyle bir bilince ulaşmazsa o nefret edip uzaklaştığı davranışları yeni ortamının doğal, hatta zorunlu hali olarak görür, ona ilgi duyar, onu sever ve benimser. (Başka bir ifadeyle, bilinç eksikliğinden ve yalnızlıktan dolayı karşı koyamadığı durumu kabullenir)

80`li ve 90`lı yıllarda gerek sanayileşme gerek Doğu`daki sorunlar yüzünden şehirlere büyük göçler yaşandı. Göç edenler, bu serüveni birebir yaşadı. Onlardan bir kesim köydeki halinden daha iyi bir dindarlığa yönelip kendisini sıkıca korurken diğer bir kesim başlangıçta tepki duyduğu şehir günahlarına zamanla ilgi duymaya başladı. Belki kadın, örtüsünü çıkarmadı, ama çocuğunun örtüsüzlüğünü de yadırgamadı veya ilkin kadın-erkek karışımını kabullenmedi, bir süre sonra, bozulmuş kişiler diye tanımladıklarından daha çok bu karışıma girdi. İlkin kocasıyla sokakta el ele yürümeyi dünyanın en büyük ayıbı sayarken zamanla kızının, nikâhlı olmadığı bir kişiyle dolaşmasını şehirli olmanın doğal bir sonucu saydı, şehrin eski günahkârlarından daha açık bir ortamda günah işledi. (Buna sürü psikolojisine kapıldı da diyebiliriz.)

TOPLUM, FELAKETİN FARKINDA DEĞİLDİ

Toplum, genellikle, günahkârlığın istisna olduğu bir dünyaya aitti. Günahların bedenin sağlığı, neslin devamı ve malın korunması için tehlike oluşturduğu yoğun bir pratikten habersizdi; günahkârlığının cezasını sadece cehennemde göreceğini sanıyordu. İman da zayıf olunca bu tehlikeyi kendisini günahlardan uzak tutacak kadar ciddiye almadı.

Bugün günahların dünyada neden olduğu felaketi her an görüyor. Şu adam içkiye alıştı, sağlığını, malını yitirdi, ailesinin huzuru bozuldu, şu aile zamanında propagandalara kapılıp çocuklarının dindar insanlarla oturup kalkmasına izin vermedi, bugün oğlu hırsız olmuş veya kadın peşinde koşuyor, kızı evden kaçtı veya intihar etti, diyor. Bu da toplumun, kendisine ahlak dersi verenlerin samimi olduğunu bilmesi durumunda onları dinlemesinin ve onlara inanmasının yolunu açıyor. Bu, büyük bir fırsattır.

ÇÖZÜM KİMDEN BEKLENECEK?

Devletin “baba” olarak görüldüğü toplumlarda ahlakın korunması da inşası da devlete ait görülür. Bu tartışılması gereken bir durumdur.

Devletlerin ve yaptırım gücüne sahip diğer yapıların, günahlara karşı koyduğu yasak ve uyguladığı cezaların toplumsal ahlakın korunması üzerindeki hayati önemi inkâr edilmez. Ancak şu gerçeğin de farkında olmak gerekir: Sistemler, kural ve yaptırımları ile ahlakı korur fakat ahlakı kuramaz, inşa edemez.

Fertlerin iç dünyasını şeytani eğilimlerden arındırmak, fertleri günahlara karşı bir iç donanıma kavuşturmak “Emri bilmaruf ve nehyi anilmünker” de bulunmayı kendisine vazife edinen davetçilerin, irşad ehlinin yapacağı bir iştir.

Şu soru ve onun cevabı konuyu daha iyi aydınlatacaktır: Acaba Medine ahlakı veya fetihlerle ele geçirilen yerlerdeki İslami ahlak tek başına İslami yasak ve hadlerin ürünü müydü? Yoksa İslam tebliğinin bir neticesi miydi?

Yasaklar, günahların sokağa taşırılmasını ve teşvik edilmesini engelleyerek ahlak için uygun bir ortam oluşturur, ancak ahlak dışı eylemlerin kaynağı olan insan nefsinin dizginlenmesini sağlayacak İslami bilinci vermek, kişiyi İslami amel zırhının içine koyarak onu günahlardan uzaklaştırmak daha çok müteşekkil bir yapı içinde yapılan İslami irşad etkinliğinin alanı içine girer. İslami bir sistem, bu etkinliği kolaylaştırır ancak İslami bir sistem bu etkinliğin yapılması için asla bir zorunluluk değildir. Hatta İslami bir sistemin olmadığı ortamda irşad daha büyük bir zorunluluktur. Eğer İslami sistemde toplumu ahlaksızlıktan korumaya çalışmak farz-ı kifaye ise İslami bir sistemin olmadığı yerde farz-ı ayındır.

İslami sistemin kurulu olduğu ortamlarda Müslümanları irşad eden çok sayıda cemaat ve tarikatın inşa olması ve oldukça fonksiyonel olması ahlakı korumanın ve irşadın Müslümanlar tarafından tarih boyunca sadece sisteme bırakılmadığının önemli bir kanıtıdır.

Günahını seven yoktur. İdeolojik bir dinsizlik içinde olanlar hariç her günahkâr günahından azap duyar. Günahkârlar konuşturulsa hepsinin en büyük özleminin ahlaklı bir yaşam olduğu görülecektir. Bütün sarhoşlar, bir gün içkiden kurtulmayı hayal eder. Bütün hırsızlar elinin emeği ile geçinenleri kıskanır. Ancak sebepler, günahları günahkârların gözünde meşrulaştırır Günahların (gayri İslami yapılardan kaynaklananları da dâhil)sebeplerini (fertlerin kendilerini her ortamda günahlardan korumakla sorumlu olduklarına dair gerçeği yok sayarak) çok öne çıkarmak toplumun ve fertlerin bilinçaltında günahlar için mazerete, irşad ehli içinse tembelliğe yol açabilir. Kişilerin “Bu ortam böyle oldukça günahkâr olurum” düşüncesine kapılmasına neden olabilir. Hiçbir ortam, Müslüman ferdin ahlakın dışına sürüklenmesinin nedeni olamaz. İçki içmenin, fuhuşatta bulunmanın mazeretinden söz edilemez. Sebepler, sorumluluk ve cezayı azaltabilir ama ortadan kaldıramaz. İslami gayretin, ortam ne kadar kötü olursa olsun fertlerin kişiliğinde ahlakı inşa edebildiği herkesin tanıklık ettiği bir gerçektir.

Bu haberler de ilginizi çekebilir