• DOLAR 32.587
  • EURO 34.852
  • ALTIN 2415.362
  • ...
PEYGAMBERLİK GERÇEĞİ-12
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

HZ. MUHAMMED (A.S.)'İN PEYGAMBERLİĞİNİ AKIL PLÂNINDA TARTIŞMAK

Bir an için gözlerinizi kapayın ve 1400 yıl önce dünyanın durumunu gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Bu nasıl bir dünya idi?

İnsanlar arasındaki haberleşme ve ulaşım araçları yok denecek kadar azdı. Milletler ve ülkeler arasındaki ilişkiler son derece yetersizdi. İnsanların bilgisi ne kadar sınırlıydı! Düşünceleri çok eksikti! Tersine batıl inançları ve evhamı o kadar çoktu! Cehalet ve bilgisizliğin karanlığı, ilim ve faziletin aydınlığını alabildiğince zayıflatmıştı! Dünyada ne telgraf vardı, ne telefon. Ne radyo vardı, ne tren veya uçak. Ne matbaa vardı, ne yayınevleri. Ne çok okul vardı, ne de üniversite. Ne gazete ve dergiler çıkardı ne de kitaplar yayınlanırdı. O çağın bir âlimi ve düşünürünün bilgisi ve bilgi kaynakları bugünkü yazar ve bilim adamından çok daha sınırlıydı. O devirde yüksek tabakaya ait bir soylunun hayat seviyesi bugünkü bir işçiden daha düşüktü. O devrin en aydın kişisinin görüşleri bugünkü belki de en kültürsüz insanın görüşlerinden daha eksikti. Bugün herkesin bildiği şeyler geçmişte yıllarca süren, araştırma ve incelemenin sonunda öğrenilebilirdi. Bugün küçük bir çocuğun kısa sürede edindiği bilgiler, o devirlerde yüzlerce kilometrelik yolculuk ve bazen ömür boyu süren incelemelerin sonunda zorlukla elde edilebilirdi. Bugün evham ve hurafe olarak bilinenler, o çağda birer "gerçek”ti. Bugün medeniyetten uzak ve vahşi olarak adlandırdığımız pek çok hareket, eskiden yaşantının birer parçasıydılar. Bugün vicdanımızın nefretle karşıladığı bazı ahlaki saplantı ve adetler, o devirde en ufak bir tiksinti uyandırmazdı. İnsanın düşünceleri o kadar alçalmıştı ki, olağanüstü, Mucizevi, garip, örf ve adetlere aykırı ve şaşırtıcı olmayan bir şeyin varlığı veya büyüklüğüne inanmazdı.

O devrin ilim ve kültüründen hemen hemen yoksundular. Şüphesiz, güçlü bir dile sahiptiler. Bu dilde her türlü derin konular ifade edilebilirdi. Araplar edebiyat ve özellikle şiire de çok meraklıydılar. Ne var ki bize gelen edebiyat örneklerinden haklarında, sağlıklı bir karar vermemize imkân yoktu. Zira ilk bakışta zevklerinin pekiyi olmadığı, ilgilerinin de sınırlı olduğunu sezebiliriz. Bu edebiyat örnekleri, medeniyet ve kültürlerinin çok düşük seviyede olduğunu, düşünce ve hayal güçlerinin pek yüksek olmadığını örf ve adetlerinin ne kadar ilkel olduğunu, ahlâk kurallarının ne kadar bozulduğunu, kısacası, ne kadar cehalet içinde olduklarını açıkça ortaya koyuyor.

Arabistan'da bir hükümet düzeni, hatta bir siyaset düzeni yoktu. Devlet kavramı da kabile gelenekleri arasında kaybolup gitmişti. Her kabile özerkti. Bütün ülkede bir anayasa ve belli başlı kanunlar bulunmadığı için bir hukuk devleti tasavvuru hemen hemen hiç yoklu.

Ahlâk ve kültür ile ilgili düşünce ve kavramları garip ve son derece ilkeldi. Temiz ile pis, helâl ile haram, câiz ile câiz olmayan arasındaki farkı hiç bilmezlerdi. Pislik içinde yaşarlardı. Hareketleri vahşiydi. Zina, kumar, içki, soygun, cinayet ve kan dökmek Arapların günlük yaşantısının ayrılmaz parçaları haline gelmişti. Çıplaklık ayıp değildi. Ulu orta çıplak dolaşma bir adetti. Kadınları bile çıplak vaziyetle Kâbe`yi tavaf ederlerdi. Kızlarını, başkalarına vermemek gibi cahilane bir düşünce ile doğar doğmaz canlı canlı gömerlerdi.

Dinî inançlarına gelince, Arapların durumu, o çağın diğer milletlerinin içinde bulunduğu cehalet ve dalaletin derin karanlığından pek farklı değildi. Putperestlik, ruhlara tapma ve yıldızlara tapma, kısacası, Allah'a inanmanın dışında ne kadar çok inanç ve ibadet aklınıza gelebilirse hepsi o çağın insanlarında vardı. Araplar, Yahudi ve Hıristiyan vatandaşları vasıtasıyla Beni İsrail Peygamber`lerinin hikâyelerini de az çok öğrenmişlerdi. Ama bu bilgiler fevkalâde yüzeyseldi. Bunların ne olduğunu öğrenmek isteyenler Müslüman müfessirlerin İsrail Oğullarının rivayetleri hakkında anlattıklarına göz atabilirler. Bu kayıtlardan, Arap`larına İsrail Oğullarının Peygamberleri hakkında ne kadar sınırlı ve yanlış bilgilere sahip oldukları açıkça anlaşılıyor.

İşte böyle bir devirde ve böyle bir memlekette bir insan doğuyor. Henüz küçükken annesi, babası ve dedesi vefat ediyorlar. Şartların bu kadar ağır ve imkânların bu kadar sınırlı olduğu bir dönemde bir Arap çocuğu, hakkı olduğu aile himayesinden de mahrum kalıyor. Biraz büyüyünce bedevi çocuklarla çobanlığa başlıyor. Gençliğinde ticaretle meşgul oluyor. Yukarıda özelliklerini sıraladığımız bir ortamda yetişiyor. Herhangi bir âlim veya vaizin yanında da görülmüyor. Zaten o devrin Arabistan'ında âlim kabilinden kimse yoklu. Evet, birkaç defa Arabistan'ın dışına çıkma fırsatını buluyor ama yolculuğu sadece Şam'a kadar uzanıyordu. Bu yolculuk da o dönemde Arap tacirlerinin yaptığı ticari seyahatlerden farklı değildir. Şimdi bir an için Resulü Ekrem'in bu ticari yolculuklar sırasında bir iki kez bilgi ve kültür kaynaklarından yararlandığını farz etsek bile, bu şekilde bölük pörçük elde edilen bilgi ve gözlemin gayet yüzeysel ve sınırlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür parça parça ve acil durumlarda elde edilen bilgiyle kimsenin kişiliği değişemez. Bu noksan bilgilerin, bir kişiyi çevresinden koparacak ve hatta kendisini bambaşka bir insan yapacak çapta olduğunu söylemek abestir. Okuması yazması olmayan bir bedeviyi, sadece bir ülke değil, bütün dünyanın ve bir çağın değil, bütün çağların lideri ve önderi yapacak bilgilerin bu tür ayaküstü sohbetlerle elde edileceğini sanmak gerçekten saflıktır. Kendisinin yabancılardan" bir ölçüde bilgi alışverişinde bulunduğunu kabul etsek bile, bu bilgi ile kimsenin o çağda bilemediği herhangi bir emsalini göremediği ve halta hiçbir yerde bulunmayan din, ahlâk, medeniyet ve kültürün en âlâsını sunacak ve şahsen temsil edecek ve yaşayacak hale gelmesine inanmak zordur.

Bu haberler de ilginizi çekebilir