• DOLAR 32.593
  • EURO 34.808
  • ALTIN 2420.797
  • ...
Peygamberlik Gerçeği-8
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Resullerin Dünyaya Geliş Sebepleri

EBU`L A`LÂ EL MEVDUDÎ

“Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, ayetlerine uysak ve müminlerden olsaydık! diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).” (Kasas; 47)

Kur'an-ı Hâkim çeşitli yerlerde bu hususu peygamberlerin dünyaya gönderilmesinin sebebi ve maksadı olarak gösteriyor. Ama bundan, her zaman, her yere bir peygamberin gelmesinin şart olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Aslında, dünyada bir Resul'ün mesajı olduğu gibi durduğu ve bunun başkalarına ulaşma imkânı var olduğu sürece yeni bir Resul`e gerek yoktur. Ama bu mesaja bir şey eklenmek veya yeni bir mesaj verilmek gerekiyorsa, yeni bir peygamber gelebilir. Ancak, peygamberlerin getirdiği talimat ortadan kalkar, İnsanlar doğru yoldan saparsa, insanların bazı özürlerde bulunabilmek imkânı vardır. Örneğin, söz konusu kişiler diyebilir ki "bize Hak ile Batıl arasında ayırım yapma öğretilmediği ve doğru yolu görebilmemiz için hiçbir şey yapılmadığı için doğru yolu bulamadık." Allah işte bu tür özürlere mehil bırakmamak için Nebi ve Resulleri, gerektiği ve uygun bulduğu zamanlarda dünyaya göndermiştir. Ta ki doğru yoldan sapmış olanlar sorumluluğu başkalarına atmasınlar.

"Biz peygamberleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıp korkutucular olarak göndermekleyiz, inkâr edenler ise hakkı bâtılla gidermek için mücadele ediyorlar. (Onlar) ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alaya alıyorlar." (Kehf; 56)

Allah Teâlâ'nın peygamberleri, karar anı gelmeden önce insanlara itaat ve sadakatin nimetlerini ve itaatsizliğin kötü sonuçlarını anlatmayı ihmal etmezler.

"Allah katında din, İslam`dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki ihtirastan ötürü, ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah, hesabı çabuk görendir". (Al-i İmran; 19)

Demek ki, Allah tarafından, dünyanın her köşesine ve her devirde gönderilen peygamberlerin dini İslâm'dı. Ve hangi dilde olursa olsun, dünyaya nazil olan Allah'ın kitabı insanlara İslâmiyeti öğretti. Gerçek dinin değiştirilip, başka din ve nizamlar haline sokulan inanç ve kuralların ortaya çıkmasının sebebi de, insanların kendi menfaatlerini ön plâna çıkarıp başkalarının haklarına tecavüz etme hevesleriydi.

Kur'an-ı Kerim'in bize öğrettiğine göre, peygamberler kendilerine vahiy gelmeden önce diğer İnsanlar gibi alelade bilgilere sahiptiler. Vahyin gelişinden önce, başka insanların sahip bulunduğunun dışında herhangi bir bilgi kaynakları yoktu. Onun için, "hiç bilmezdiniz, kitap nedir ve iman nedir" (Şûra; 52). "Ve seni yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi" (Duha; 7), buyurulmuştur.

Bunun yanı sıra, Kur'an-ı Kerim'in bize anlattığı gibi, peygamberler bisetten önce diğer bütün İnsanlar gibi ilim ve marifetin çeşitli kademele­rinden geçip "iman bilgaib" (gaybe iman) noktasına ulaşmış olurlar. Vahyin yararı sadece şu olur. Önceden kalben inanmış oldukları bazı hakikatler vahiyle tasdik ve teyit edilmiş olur. Peygamberler bazen vahiy yoluyla hakikatleri kendi gözleriyle görmüş olurlar. Ta ki gördüklerini insanlara bambaşka bir inanç ve bambaşka bir heyecanla anlatabilsinler. Bu husus Hûd suresinde defalarca beyan edilmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav.) hakkında şöyle buyurulmuştur:

Rabbin tarafından (gelmiş) açık bir delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği, ayrıca kendisinden önce, bir önder ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı (elinde) bulunan kimse (inkârcılar gibi) midir? Çünkü bunlar ona (Kur'an'a) inanırlar. Zümrelerden hangisi onu inkâr ederse işte cehennem ateşi onun varacağı yerdir, bundan şüphen olmasın; zira bu, senin Rabbin tarafından bildirilmiş gerçektir; fakat insanların çoğu inanmazlar. (Hûd; 17)

Bundan sonra aynı mevzu Hazreti Nuh (As.) tarafından dile getirilmiştir.

"Ey ümmetimin insanları, biraz düşünsenize, eğer ben Rabbim tarafından aydın ve parlak bir delil üzerinde idim ve daha sonra bana rahmet (vahiy ve peygamberlik) bahşettiyse ve siz halâ bunun farkında değilseniz, ben bunu (delil) size zorla mı kabul ettireyim?" (Hûd; 28)

Aynı meseleyi aynı surede Hazreti Salih ve Hz. Şuayb tekrarlıyor. Bundan anlaşılacağı gibi, vahiy ile Hakikat hakkında doğrudan bilgi sahibi olmadan önce, peygamberler müşahede ve tefekkür gibi doğal yeteneklerini kullanarak, Tevhidin gerçeklerine ulaşmış olurlardı. Bu bilgileri vehbî değil kesbî olurdu: Daha sonra Allah onlara vahiy indirirdi, böylece vehbî ilme de erişmiş olurlardı, peygamberlerin bu murakabe, müşahede, tefekkür ve sağduyularını kullanmaları, filozof ve düşünürlerin yürüttükleri tahmin ve spekülasyonlardan tamamıyla ayrı şeylerdi. Bunlar aslında, Kur'an-ı Kerim'in her insanı ölçmek için kullandığı ölçülerdi. Nitekim mukaddes kitabımız bize sık sık gözlerimizi açıp, Allah'ın kudretini görmeyi ve doğru sonuçlar çıkarmayı öğütler.

Bu haberler de ilginizi çekebilir