• DOLAR 32.504
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
Peygamberlik gerçeği - 6
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Doğruhaber                                                                                                

Peygamberlik Zincirine Bir Bakış

İnsanlar arasında peygamberlik geleneği nasıl başladı? İlk peygamber kimdi, onu takip edenler kimlerdi ve bu silsile nasıl noktalandı?

Cenab-ı Allah, ilk önce bir insan yarattı, sonra bunun eşini ve daha sonra da soyunu. İnsan soyu büyüyüp genişledi ve bütün dünyaya yayıldı. Dünyaya gelen bütün İnsanlar o ilk çiftin evlâtlarıdır. Bütün ulusların dini ve tarihi geleneklerine göre insan ırkının başlangıç noktası bir insandı. Bilimsel araştırmalar da dünyanın çeşitli bölgelerinde aynı zamanda çeşitli insan tiplerinin doğduğunu kanıtlamıyor. Pek çok bilim adamı ve biyolog ilk önce tek insanın doğduğunu sonra soyunun giderek yayıldığını, hepimizin o tek kişinin evlâdı olduğunu tahmin ediyorlar.

Dinimizde ilk insana Âdem (a.s.) deniliyor. Bu kelimeden "adam" kelimesi türemiştir ki "insan" anlamına gelir. Allah Teâlâ ilk peygamber olarak Hazreti Âdem`i seçti ve O'na dedi ki: "Git evlâtlarına İslâm'ı öğret". Âdem de insanlara dedi ki, "sizin ve bütün âlemlerin İlâh'ı Allah'tır. O'na ibadet edin, önünde eğilin, O'ndan yardım talep edin, O'nun istediği gibi iyi ve dürüst bir hayat sürün. Böyle yaparsanız, ödüllendirilirsiniz, ama yapmazsanız ağır bir şekilde cezalandırılırsınız."

Hz. Âdem`in soyundan iyi olanlar babalarının gösterdiği yoldan yürüdüler, ama kötü olanlar başka yollara saptılar. Zaman geçtikçe bataklığa saplandılar, karanlığa gömüldüler. Bazıları güneşe, aya ve yıldızlara tapmaya başladılar; bazıları ağaç ve nehirleri ilâh edindiler. Bazılarına göre rüzgâr, su ve ateş, tanrılarıydı. Yine bazıları hastalık, sağlık ve kudret için çeşitli tanrı ve tanrıçalar bulunduğuna, hepsini memnun etmek için hepsine tapılması gerektiğine inandılar. Kısacası, şirk ve putperestliğin sayısız türleri doğdu, birkaç düzine din ortaya çıktı. O zamana kadar Hz. Âdem`in evlâtları dünyanın pek çok bölgelerine yayılmış, birçok milletler türemiş, her millet kendine göre bir din uydurmuş ve hepsinin gelenek ve görenekleri değişik şekiller almıştı. Allah'ı unutan bu İnsanlar Hz. Âdem`in kendi evlâtlarına verdiği ilk talimat ve telkinleri de unuttular. İnsanlar kendi arzu ve isteklerinin kulu oldular, her türlü kötülüğe bulaştılar ve cehalete saplandılar, iyi ile kötü arasındaki farkı unuttular, iyiler kötü, kötüler iyi oluverdi. Kur'an-ı Kerim'in şu ayeti peygamberliğin hakikatini açıkça gözler önüne seriyor:

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara; 213)

Bilgisiz İnsanlar kendi kıyas ve tahminlerine dayanarak dinler tarihini yazarken insanın, dünyadaki hayatına şirk ve cehalet içinde başladığını ama kademeli olarak olgunlaşma ve gelişme süreci içinde karanlıktan aydınlığa doğru yol aldığını ve en son, tevhit veya Allah'ın tek oluşu fikrine ulaştığını belirtmeye çalışırlar. Kur'an-ı Kerim'in anlattıkları ise bunun tam tersidir. Kur'an'a göre insan inançsızlığın karanlığında değil, ilim, irfan ve İmanın aydınlığında doğdu. Allah Teâlâ doğan ilk insana Hakikat'in ne olduğunu ve hangi yolu takip etmesi gerektiğini en başta söylemişti. Bundan sonra Âdem`in evlâtları uzun bir süre doğru yolda yürüyüp tek bir ümmet sıfatını korudu. Ama daha sonra İnsanlar sapıklığa ve çeşit çeşit yollara düştüler. Bu sapma, onlara hak yolunun anlatılmamasından ileri gelmiyordu, aksine onlar Hakk'ın ne olduğunu biliyorlardı, ama ken­dilerine daha çok menfaat sağlamak ve başkalarının haklarına tecavüz etmek, onlara zulmetmek için bu yollan seçmişlerdi. İşte bu başıboşluğu ve sapıklığı gidermek amacıyla Allah Teâlâ dünyaya peygamberleri göndermeye başladı. Bu peygamberlerin her biri kendisine mensup ayrı ayrı dinler kurmak için dünyaya gönderilmemişti. Hepsinin hedefi, insanların kaybettiği "Hak yolu" tekrar bulmalarına yardımcı olmak ve kendilerini tek bir ümmet haline getirmekti.

Peygamberler kendi ümmetlerine unuttukları esasları hatırlattılar. Bir tek Allah'a tapmalarını tekrar öğrettiler. Şirk ve putperestlikten menettiler. Allah'ın rızasını kazanacak işler yapmalarını tavsiye etliler. Allah'ın kanunlarını getirdiler ve herkese duyurdular. Hindistan, Çin, Irak, İran, Mısır, Afrika ve Avrupa'ya, kısacası dünyanın her yerine Allah'ın gerçek peygamberleri geldiler. Hepsinin dini aynıydı, yani İslâm. Ama peygamberlerin talim ve terbiye şekilleri farklıydı. Anlatılan dinin bazı ilke ve kurallarında da biraz fark vardı, ama özü aynıydı. Değişen şey, ilgili milletin tabiatı ve içinde bulunduğu şartlara uygun telkin ve talimattı. Hangi milletle hangi kötülükler, bilgisizlikler çoksa onların düzeltilmesi ön plâna çıkarıldı. Öncelikle çokça yaygın olan bâtıl inançların ıslahına çalışıldı. Milletler medeniyet, kültür, ilim ve fennin ilk merhalelerinde bulundukları sırada kendilerine sade bir telkin ve terbiyede bulunuldu. Fakat İnsanlar kalkınıp daha çok uygarlaştıkça kendilerine daha geniş ve teferruatlı talim ve terbiye ilkeleri getirildi. Yani aralarındaki fark dinin kendisinde değil, bunu öğretme ve anlatma metodundaydı.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir