ÂLİMİ BEKLEYEN TEHLİKE
ÂLİMİ BEKLEYEN TEHLİKE
Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İlmîn afeti, sallana sallana kibirlenmektir.”
Âlim, hemen ilmin şerefiyle şereflenmek ister. İlmin cemâl ve kemâliyle süslendiğine inanır. Kendi kendini büyük görerek insanları hakir görmeğe başlar. Onları techîl eder, hatta onlara hayvan nazarı ile bakmağa başlar. Onlardan her yerde hürmet ve saygı bekler. Gördüğü hürmet ve saygıyı kendi hakkı olarak telâkki eder. Onlar onun hakkında iyi dedikleri hâlde o, onlar hakkında iyi demez. Onlar ziyaretine geldikleri hâlde, o gitmez. Onları kendi işinde çalıştırır. Tembelleşen olursa ona kızar ve onlardan muhtelif karşılıklar bekler. Bu, ilmiyle dünyalık hususundaki kibridir. Ahiret ile alâkalı olarak da' ilmi sayesinde kendini herkesten daha ziyade Allah'a yakın ve kendini üstün kabul ederek başkaları hakkında daha çok endişeli ve kendini daha çok emniyetli hisseder. Bu gibilere âlim demektense cahil demek daha doğrudur. Gerçek ilim, insanın kendisini ve Rabbini bilip son nefes tehlikesinden korkması, Allah'ın âlimlere hücceti ve ilmin tehlikelerini bilmesidir. Bunlar; ilim ile kibri tedavi kısmında anlatılacaktır. Bu hakiki ilim, insanın emniyette olmasını değil, kulun Allah'tan korkusunu, tevazu ve huşusunu arttırır. İlim nimetinin şükrünü ödemediği ve Allah Teâlâ'nın: “Bu ilim ile ne yaptın?” diye kendisini sorguya çekeceğini düşünerek herkesi kendinden hayırlı görmesini gerektirir. Bunun için Ebû'd-Derdâ (r.a.): “İlmi çoğalan kimsenin sancıları çoğalır.” demiştir ki bu, dediği gibidir.
O hâlde bazı kimselerin bilgilerinin çoğalması ile kibir ve emniyetlerinin de artmasının sebebi nedir? Dersen, bilmiş ol ki bunun da iki sebebi vardır:
1- Meşgul olduğu ilmin asıl ilim olmamasıdır. Asıl ilim; kulun, kendini ve Rabbini bildiği ve Allah'a mülakat arzu ve korkusunu bildiren ilimdir. Bu ilim, kibir ve emniyeti değil, haşyet ve tevazuu artırır.
2- Ahlâkı bozuk ve kalitesi düşük olduğu hâlde ilme dalmaktır. Kula her şeyden önce lâzım olan, nefis mücadelesiyle ahlâkını güzelleştirmektir. Bu adam çeşitli mücadele yolları ile nefsini düzeltip kalbini temizlememiş, Allah'a kulluğa razı olmamış, kalbi pislik içinde kalmış, bu hâli ile hangi ilim ile meşgul olursa olsun, elde ettiği ilim pis bir kaba girer. Bu sebeple iyi bir semere vermez, eseri iyilikte görülmez.
İbn Abbâs (r.a.) diyor ki: “Belama ilim verildi. O, yeryüzündeki şehvetlere dadandı. İşte o, köpek gibidir. Terk ederse de ürer, kovalarsan da ürer, yani hikmet versen de vermesen de o şehvetini terk etmez.”
İşte âlime bu tehlike yeter. Acaba şehvetine uymayan hangi âlimdir? Yapmadığı iyilikleri emretmeyen bir âlim var mıdır? Ne zaman ki, bir âlim cahile nispetle kendisini üstün görmeğe başlarsa, içinde bulunduğu şu büyük tehlikeyi düşünsün. Bunu düşününce, cahile nispetle mevkii üstün olduğu gibi, tehlikesinin de o nispette büyük olduğunu anlar. Bu âlim, hayatı tehlikede olan bir hükümdar gibidir Hükümdarı yakalayıp öldürecekleri zaman: “Keşke yoksul bir ayak takımı olaydım da bu tehlike ile karşılaşmayaydım.” der. Allah korusun, nice âlimler var ki Kıyamet günü karşılaşacağı cezayı göreceği zaman: “Keşke cahil olsaydım.” diyecektir.
Bir gün Huzeyfe cemaate namaz kıldırıp selâm verdikten sonra: “Artık bundan sonra ya başka imam bulur veya namazınızı münferit kılarsınız. Ben bir daha imamlık yapmam. Çünkü namaz kıldırırken aklımdan: “Bu cemaatte benden daha liyakatlisi yok” diye bir şey geçti. Bu ise kibir alâmetidir. Binâenaleyh bu vazifeyi bir daha yapmam.” dedi.
Huzeyfe gibi bir zât bu tehlike ile kendini karşı karşıya görürse, ya sonradan gelen bu zayıf karakterli insanların hâli ne olur?
Amelî ilâcına gelince; kibrin ameli cihetten tedavisi, Allah için ve bütün insanlar için tevazu göstermektir. Bu da Peygamber Efendimiz ve diğer sâlihlerin hâllerinden hikâye ettiğimiz gibi, onların gösterdikleri tevazu ahlâkına devamla mümkündür.
İmam Suyuti -Camiu`s-Sağir