• DOLAR 32.335
  • EURO 35.121
  • ALTIN 2302.143
  • ...
‘Secde etmesin diye hücresine su dolduruyorlardı`
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

MEHMET SAİT ÖZCAN / ÖZEL RÖPORTAJ / DOĞRUHABER

Hristiyan avukatına dahi 15 yıl hapis verdiler! ‘Secde etmesin diye hücresine su dolduruyorlardı`

Şehid Şeyh Ömer Abdurahman röportaj dizimize bugün de devam ediyoruz.  Dün okumayanlar için başlığı, ‘24 yıl hücrede tuttukları babamı bize hiç göstermediler` röportaj dizinin üçüncü bölümünde Dr. Abdullah Ömer Abdurahman, babası Şey Ömer`e Amerikan zindanlarında tuttukları hücrede ne tür işkenceler yapıldığını anlattı. Babasını hiçbir avukatın adeta savunmaması için uğraşan mahkemenin Yahudi bir avukatı tehdit ettiğini, 74 yaşında Hristiyan Li Stivet adında bir kadın avukatı ise Şeyh Ömer`in içinde bulunduğu durumu ailesi ve kamuoyuyla paylaştığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm ettiğini belirtti. Amerikan zindanlarında âmâ, hasta ve yaşlı olmasına rağmen tek hücrede tuttukları babasına türlü türlü işkencelerin yapıldığını söyleyen Dr. Abdullah, Kur`an okumaması için koku ve ses verdikleri hücreye bazen de su doldurup secde etmesini engellediklerini ifade etti. Babası Şeyh Ömer`in tutulduğu hücre içindeki tuvaleti bile 24 saat kamera ile izlediklerini kaydeden Dr. Abdullah, bütün insanlar, Müslümanlar ve Amerikan kamuoyunun Amerika'nın gerçek yüzünü bilmesi ve görmesi gerektiğini ifade etti. Sözü daha fazla uzatmadan Şeyh Ömer hakkında bilinmeyenleri anlatan oğlu Dr. Abdullah`ın sorularımıza verdiği cevaplarla istifadenize sunuyoruz…

YAHUDİ AVUKATI TEHDİT ETTİLER

Amerikan yönetiminin, babanızı savunan avukatı da cezaevine attığını duyduk. Üstelik Hristiyan olmasına rağmen bu avukat neden hapse kondu?

Gerek Amerikan yönetimi, gerekse Mısır rejimi, Şeyh Ömer Abdurrahman gibi, Müslüman gençler arasında etkisi olan ve sevilen bir şahsiyetin ihmale gelmeyeceğini gayet iyi biliyorlardı. Bu nedenle Şeyh Ömer Abdurrahman hakkında komplolar kurma kararını aldılar.

Ve onu zindana attıktan sonra da onun hakkında kamuoyunda farklı bir algı oluşturmak için çaba sarf ettiler. Ömer Abdurrahman'ın bombalama eylemlerinden dolayı yargılandığını göstermeye çalıştılar. Ayrıca bu algı ile kamuoyunu buna hazırlamaya çalıştılar. Daha sonra onu zindana koyduktan sonra da bu sefer avukatlar üzerinden bu komployu sürdürdüler. Avukatların kendisiyle görüşmemesi için özel çaba gösterdiler. Babamın ‘`terör suçlusu`` olduğunu bu nedenle ona göre muamele edilmesi gerektiğini belirttiler. Tabi bu konuda avukatlara da türlü zorluklar çıkarıldı. Bunlardan birisi de Yahudi asıllı Amerikan vatandaşı bir avukat olan Ran Koni adındaki avukatı tehdit ettiler. Yani sen nasıl orada bir terör suçlusunu savunursun deyip hâkim tarafından salonun dışına çıkarıldı. Dosyadan el çektirildi. Çünkü onlar Ömer Abdurrahman'ın bu yönde de sıkıntı çekmesini ve avukatlardan mahrum kalmasını istiyorlardı.

74 YAŞINDAKİ HRİSTİYAN KANSER HASTASI BAYAN AVUKATA 15 YIL HAPİS VERDİLER

Daha sonra Amerika'daki Müslüman cemaati, Ömer Abdurrahman için Li Stivet adında bir bayan Avukat tuttu. Bu bayan avukat 74 yaşında yaşlı bir avukattı. Ömer Abdurrahman onunla görüşünce dedi ki bütün dünya kamuoyuna özellikle İslam âlemine kendisine yaşatılan sıkıntıları duyurmasını istedi. Tabi avukat bazı tavsiyelerini aileye ulaştırdı, kamuoyuna ulaştırdı. Bunun üzerine Amerikan yönetimi bu Hristiyan olan avukatı, bu yaşlı avukatı dışarıya bazı bilgiler sızdırdığı gerekçesiyle yargıladı ve 15 yıl ağır hapse mahkûm etti. Bunun 10 yılını cezaevinde geçirdi daha sonra tahliye oldu. Üstelik o avukat kanser hastasıydı. Bu avukatın Hristiyan olması, kanser hastası olması ya da yaşlı olması onlar açısından vicdanı harekete geçirmiyor. İşte özgürlükler ülkesi olarak bilinen Amerika'da bu avukata bu muamele reva görüldü. Amerikan yönetimi babamın olağanüstü bir yargılamayla mahkûm edildiğini, “SM” adı verilen istisnai yasalar çerçevesinde gerekçe gösterilerek Li Stivvet`ı adındaki bu yaşlı bayan avukatın dışarıya bilgi ulaştırdığı iddiasıyla onu mahkûm ettiler.

YÖNETİMİN TAYİN ETTİĞİ AVUKAT HİÇ BİRŞEY YAPMADI

Daha sonra kamuoyunda Şeyh Ömer Abdurrahman'ın avukatının olmadığı zannedilmesin ya da öyle bir algı oluşmasın diye Amerikan Adalet Bakanlığı ‘`Renzik lars`` adında bir avukatı tayin etti. Bu Avukat hiçbir şey yapmadı tamamen Amerikan yönetiminin istediği doğrultuda hareket etti. Böylece Şeyh Ömer Abdurrahman uzun yıllar boyunca avukatsız kalmış oldu. Görünüşte avukat vardı ama aslında avukat yoktu. Amerikan yönetiminin tayin ettiği bir avukat ne kadar görev ifa edebilir?

25 Ocak 2011'de Mısır Devrimi'nin gerçekleşmesinden sonra biz aile olarak sesimizi duyurabildik. O zamana kadar Mısır rejimi bizim bu soruna sahip çıkmamıza engel oluyordu. Mısır devrimi ile bir fırsat bulduk ve biz bu konuyu tekrar gündeme getirdik.

Bununla ilgili kamuoyunu bilinçlendirmeye çalıştık. Ben Katar'a gittim orada bazı çalışmalar yaptım. Filistin asıllı ‘`Eşref Nubari`` adında bir avukat tuttum ve bu avukat Şeyh Ömer Abdurrahman'ın dosyasının tekrar ele alınması için girişimlerde bulundu, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Bununla ilgili üç adımlık bir yol haritası belirledi; ya yeniden yargılama, ya sağlık sorunları nedeniyle bir rapor ile tahliye edilmesi ya da kamuoyu tepkisiyle siyasi baskı oluşturmak. Bunun için hazırlıklar yaptı ancak Amerikan yönetimi bu hamlelere izin vermedi. Babamın ilaçlarını engellemek suretiyle hayat şartlarını daha da zorlaştırarak ölmesine sebep oldu.

Babam insan hakları alanında faaliyet göstermeye başladığımı ve bunun için cemiyetler kurduğumu duyunca çok sevindi. Ben buradan duyurmak istiyorum; Türkiye'de de dünya Mazlumları ile Dayanışma Cemiyeti adı altında bir cemiyet kurmuş bulunuyorum. Bunu da sizin aracılığınızla duyurmak istiyorum. Bu Cemiyet'in amacı bütün bu konu başlıkları olmak üzere insan hakları çerçevesinde dünya mazlumlarının haklarını savunmaktır.

BÜTÜN İNSANLAR VE MÜSLÜMANLARIN AMERİKA'NIN GERÇEK YÜZÜNÜ BİLMESİ GEREKİYOR

Babanız en son görüşmesinde ilaçlarının kendisine verilmediğini, durumunun kötü olduğunu ve belki de bir daha görüşemeyebileceklerini ifade etmişti. Burada bir yanda 2 milyar Müslüman nüfuslu bir dünya ve Ömer Abdurahman`ın ABD zindanlarındaki çaresizliği, diğer yanda ABD`nin zalimliği… Neler söylemek istersiniz?

Tabii burada şunu söylemek istiyorum; bütün insanların, Müslümanların ve bütün Amerikan kamuoyunun Amerika'nın gerçek yüzünü bilmesi gerekiyor. O Amerika ki daima insan hakları ve özgürlükler ülkesi olduğunu iddia ediyor. Bunun için heykeller dikmiş, Özgürlük Anıtı dikmiş fakat gerçek böyle değildir. Evet, belki de kendi insanları için böyle olabilirler, hatta hayvanlar için de bazen çok hassas olduklarını söylüyorlar ama bu Müslümanlar için geçerli değildir. Hele ki İslam'ı bir bütün olarak ele alan, İslam'ın her anlamda hükmünün icra edilmesi gerektiğini savunan Müslümanlar için pozisyonları, tavırları çok daha katı ve acımasızdır.

OLMAYAN EYLEME 385 YIL CEZA VERDİLER

Bunların en somut örneklerinden birisi de Şeyh Ömer Abdurrahman`dır. Şeyh Ömer Abdurrahman ‘Niyetler Kanunu` adı verilen olağanüstü bir kanunla yargılanıp mahkûm edilmiştir. Bu kanun 200 yıldan beri uygulanmayan bir kanundur. Kızılderililere karşı uygulanan bir kanundur. Onu tozlu raflardan indirip babama karşı uyguladılar. Bu Niyetler Kanunu olarak biliniyor, neden bu ismi almıştır? Yani senin suçlu olman için bir şeye niyet etmen yeterlidir. Tabi niyeti de onlar okuyor. Çünkü adı üstünde niyet nasıl bilinecek? Onu da kendileri okuyor. Örneğin, babamın ‘o zamanın Mısır rejimi başkanı Mübarek hakkında diyelim ki eleştiride bulunması, birçok konuda aleyhinde konuşması ‘`Mübarek`i öldürmek istediği şeklinde yorumlanabilir. Nitekim yorumlandı da. Bu tür konuşmalardan dolayı babam azmettirici olarak yargılandı. Bu ve buna benzer konuşmalar 1993`te Mübarek`in Amerika'ya yapacağı bir ziyaret esnasında öldürüleceği şeklinde suç delili olarak sayıldı. Oysa Hüsnü Mübarek 1993 yılında Amerika`ya yapması kararlaştırılan ziyareti gerçekleştirmemiştir, Amerika'ya gelmemiştir. İnanılır gibi değil ama buna rağmen babam bu konuşmadan dolayı “Hüsnü Mübarek`i öldürmeye azmettirmekten” 285 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Aynı şekilde Dünya Ticaret Merkezi`nin bombalanması eyleminde de 100 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Böylece toplam 385 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Görüldüğü gibi bunlar tamamen hayali, tamamen uydurma ve paranoyak suçlamalardır. Ama babamın bu suçlardan dolayı yargılanıp zindana atıldığı bir gerçektir. Belki insanlara inandırıcı gelmeyebilir ama hakikat gerçekten budur.

 YAŞINA, ÂMÂ OLMASINA RAĞMEN ONU TEK HÜCREDE TUTTULAR

Amerikan yönetimi babamı istisnai ve olağanüstü bir yasa ile yargılayıp zindana koymakla yetinmedi Zindanda da ona inanılmaz bir ceza infaz sistemi uyguladı. Onu tek hücrede tuttu. Yaşlı, hasta ve âmâ olmasına rağmen onu tek hücrede tuttu. Babamın bu konuda şikâyetleri vardı. Nitekim bunları dışarıya aktarabildiği için o bayan avukat cezalandırılmıştı.

Babam kendi iç çamaşırlarını elle çitileyerek yıkamak zorunda bırakılmıştı. Bunda da çok büyük zorluklar çektiğini söylüyordu, hiçbir yardımcısı yoktu. Yaşına bakmadan her türlü ihtiyacını tek başına yapması gerekiyordu ve bunda da çok zorluk çekiyordu. Daha kötüsü babamın hücresi, tuvaleti dahi 24 saat kamera ile izleniyordu. Babam özellikle bundan çok rahatsız oluyordu. Ayrıca belli dönemlerde babam çırılçıplak soyulup hücresi didik didik aranıyordu. Babam bu durum için keşke yer yarılsa da içine girsem diye bu konudaki acısını dile getiriyordu. Bununla da yetinmediler. Babamın bütün bu zorluklara, zulümlere, sıkıntılara, baskılara rağmen bu kadar güçlü bir maneviyata sahip olmasını hazmedemediler. Kur'an okuduğunu gördüklerinde Kur'an okumasını engellemek için hücresine kötü ve yüksek sesler vermeye başladılar. Rahatsız edici kokular salmaya başladılar. Yaptıkları gürültüyle hücresinde rahat Kur`an okumasına engel olmaya çalıştılar. Bu seslerden Şeyh Ömer Abdurrahman'ın başında ve karnında dayanılmaz ağrılar, sancılar ortaya çıktı. O kötü kokuları engellemek için duvarları elleriyle yoklayıp bir delik var mı diye kapatmaya çalışıyordu.

24 YIL BOYUNCA BU ZULÜM DEVAM ETTİ

Ama yine de bir çare bulamıyordu. 24 yıl boyunca bütün bu sıkıntılar, bu zulümler devam etti. Bununla da yetinmediler. Ara ara Şeyhin hücresine su dolduruyorlardı ki, hem bundan ayrı bir eziyet olsun hem de secde etmesin diye. Şeyh Abdurrahman'ın şeker hastalığı vardı. İlaçlarını aksatıyorlardı ve bunun sonucunda da ayaklarından dizine kadar bir nevi felç oldu ve bunun kesilmesi gerektiğini söylediler. Ama kendisi buna izin vermedi. Dedi ki; ‘ben bununla şahit olarak Allah'ın huzuruna gitmek istiyorum` ve gerçekten 10 yıl boyunca o şekilde kaldı.

HÜCRE İÇİNDE İŞKENCE

Bunların yaptığı zulümlerin haddi hesabı yoktu. Babam annem ile konuşurken şunları söylüyordu. Diyordu ki; ‘Bana tekerlekli sandalye verdiler hareket edemediğim için. Bazen bu tekerlekli sandalyeye binmek isterken yere düşüyorum ve bu şekilde yüzüstü saatlerce kalıyorum. Kimse gelip beni kaldırmıyor. 3 saat 4 saat bu şekilde kalıyorum ta ki kendileri ‘`insafa gelip ‘` beni düzeltiyorlardı. Yanıma bana yardımcı olacak birini vermediler. Bazen hücre kapısını çalıyordum, vuruyordum ki gelip baş ağrılarımı hafifletecek bir şey versinler. Saatlerce kapıyı çaldığım halde kimse cevap vermiyordu ve ben en sonunda başımın üzerine elimi koyup dua ile kendimi sakinleştiriyordum.`

Babam hücre içinde zaten hareket edemiyordu, tekerli sandalyeden sonra hiç hareket edemez oldu. Lavaboya gitmek için ihtiyacını gidermek için hareket etme şansı kalmamıştı. Çünkü felç olmuştu. Şimdi bütün bunlar dünyaya kendini özgürlükler ülkesi olarak tanıtan Amerika'da oluyor. Oysa bu zulümlerin hiçbir benzeri tarihte olmamıştır. Bunu herkesin bilmesini istiyoruz.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir