• DOLAR 32.558
  • EURO 34.984
  • ALTIN 2422.833
  • ...
`israil Artık Bölge Halkıyla Karşı Karşıya`
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
1948`de işgal edilen topraklarda faaliyet gösteren İslami Hareket`in başkan yardımcısı Şeyh Kemal El-Hatib, işgal yönetimini Müslümanlara ait kutsal mekânlara ve özellikle Mescid-i Aksa`ya yönelik "ahmakça adımlar" atmaması konusunda uyardı.
 
Şeyh Kemal El-Hatib, diktatörleri deviren Arap halklarının Siyonist işgalcinin herhangi bir ihlali karşısında da sessiz kalmayacağını belirtti.


"Siyonist işgal rejiminin kuralların değiştiğini anlaması lazım. Artık o, rejimlerle değil halklarla karşı karşıya" diyen El-Hatib, işgal rejiminin atacağı ahmakça bir adımın kendi lehine olmayacağını anlaması gerektiğini ifade etti.
 
Diktatörlerin devrilmesinin halkları söz sahibi yaptığına işaret eden Şeyh Kemal El-Hatib, son günlerde Arap ülkelerinde yapılan seçimlerin bunu açıkça gösterdiğini ve bu yeni durumun Mescid-i Aksa için Allah`ın izniyle güç kaynağı olacağını söyledi.
 
Öncelikle İslami Hareket Başkanı Şeyh Raid Salah’ın İngiltere’deki davası hangi aşamada bilgi verebilir misiniz?
 
Malumunuz Şeyh Raid Salah bir dizi etkinliğe katılmak üzere İngiltere’de bulunduğunun dördüncü gününde antisemitizm suçlamasıyla 29 Haziran 2010 tarihinde gözaltına alındı. Bu, ülkedeki Siyonist lobinin Şeyh Salah’a karşı yürüttüğü propaganda ve baskının bir sonucuydu. Çünkü onlar, Şeyh Raid Salah’ın İngiltere’de bulunduğu süre içinde işgalcinin genelde Filistin halkına özelde ise Kudüs halkına karşı sürdürdüğü zulmü anlatacağını ve işgal rejiminin kirli çamaşırlarını ortaya çıkaracağını düşünüyorlardı.
 
Şeyh Raid Salah tutuklamasız yargılanmak üzere serbest kaldıktan sonra İngiliz mahkemeleri konuyu yeniden ele aldılar. Asliye Mahkemesi Şeyhin ülkeden kovulmasına karar verirken, avukatlar buna itiraz etti ve mahkeme bugüne kadar sürdü.
Önümüzdeki Pazartesi ve Çarşamba günleri dava bu kez İngiliz Yüksek Mahkemesinde görülecek. Mahkemenin kararı ne olursa olsun bizim bu davayı kazandığımızı düşünüyoruz. Zira Şeyh Salah halkının çektiği sıkıntıları anlatmak için İngiltere’ye gitmişti ve bulunduğu süre içinde de bunu yaptı. Bundan sonra mahkeme onun bir daha ülkeye girmemesi yönünde karar verirse bu Balfour Deklarasyonu’ndan şimdiye kadar Siyonistlerin etkisinden kurtulamayan İngiltere için tarihi kara bir leke olacaktır.


Mahkeme önümüzdeki oturumunda neye karar verecek?
 
Mahkeme, şeyhin ülkeden çıkarılmasına karşı çıkan İngiliz avukatın itirazını görüşecek. İngiltere’ye resmi yollarla giriş yapan Şeyh Raid Salah, ülkeye giriş yaptıktan ve birkaç gün kaldıktan sonra tutuklanmasına itiraz etmişti. Şeyh Salah tutuklandığı gün İngiliz vekillerin daveti üzerine İngiliz Avam Kamarasına gidecekti. Bununla birlikte avukatlar İngiltere’nin Şeyh Salah’ın ülkeye girmemesiyle ilgili aldığı karara da itiraz ediyorlar.
 
Bu itirazla Şeyhin aleyhinde verilen kararın bozulması amaçlanıyor. Karar bozulursa Şeyh Salah bundan sonra serbest bir şekilde ülkeye giriş çıkış yapabilecek.
 
Ancak burada şunu ifade edeyim ki İslamî Hareket Şeyh Salah’ın buraya dönmesini istiyor. Şeyhyle yapılan görüşmelerden sonra onun buraya dönmesi kararlaştırıldı. Çünkü onun için burası asıldır. Mahkemenin alacağı karar ne olursa olsun tekrar Filistin’e dönecek ve mücadelesini buradan devam ettirecek. Bu konuda İngilizlerin insaflı davranacağını sanmıyoruz.
Mahkemenin kararından sonra Şeyhi karşılamaya hazırlanıyorsunuz...
 
Şeyh Raid Salah’ın ayrı bir yeri ve konumu var. Sadece İslamî Hareket içindeki liderliği nedeniyle değil, halkı yanında yer alan, halkıyla bütünleşen ve bundan dolayı halkı tarafından fazlasıyla sevilen liderler arasında yer almasından dolayı önem arz ediyor. Dolayısıyla dokuz aydır ülkesinden ve halkında uzak kalan lidere yakışır bir karşılama yapmayı düşünüyoruz. O piknik için değil, halkının çektiği sıkıntıları anlatmak için İngiltere’ye gitmişti.


Siyonist toplum içinde sağcı temayülün arttığı ve aşırı sağcıların önemli bir merkez haline geldiği dönemde, ırkçı hükümetin İslamî Hareketin varlığına karşı yasalar çıkarmaya devam etmesini nasıl görüyorsunuz?
 
Siyonist toplumda sağcı temayülün gittikçe arttığı ve büyüdüğü bir gerçektir. Yine son seçimlerin ardından oluşan Knesset’in dini partileri koalisyonlarda anahtar konuma getirdiği de bir gerçektir. Netanyahu’nun kurduğu koalisyon hükümetinde bunlar önemli roller oynadı. Bu Siyonist toplumun gittikçe aşırılığa ve ırkçılığa kaydığını gösteren bir olgu. Önümüzdeki dönemde kurulacak Siyonist hükümetin daha ırkçı ve daha saldırgan olması da muhtemeldir.
Bu dönemde işgal rejimi Filistin halkına karşı bir dizi kanun da çıkardı. Ezanı susturma, Nekbe’yi ihya etmeyi yasaklama, vatandaşlık kanununu yeniden düzenleme bunlardan sadece bazılarıdır. Süreç önümüzdeki dönemde kurulacak hükümetlerin şimdikinden daha aşırı ve ırkçı olacağına işaret ediyor.


Bu aşamada İslamî Hareket hangi durumdadır?
 
Siyonist toplumda aşırı sağcı akımın hâkim olduğu ve Filistin halkına karşı savaştığı bu dönemde İslamî Hareketin Filistin’deki önemli bileşimlerden biri olduğuna inanıyoruz. Siyonistlerin oklarını Filistin toplumu içinde İslamî düşüncenin savunucularına yönelttikleri bilinen bir şeydir. Hedefe alınan bu şahsiyetlerin başında da İslamî Hareketin öncülerinin olduğunu söyleyebiliriz. Siyonistler İslamî Hareketin Filistin içinde ulusal ve mukaddes bağlara inandığını biliyor. Kuşkusuz bu bağların en önemlisi ve en kutsalı İslamî bağdır. Dolayısıyla bizim Kudüs meselesini sahiplenip onu uluslararası İslami bir sorun olarak gündeme getirmemiz Siyonist toplumu rahatsız ediyor.
 
Yine İslamî Hareketin işgal altındaki Filistin topraklarındaki tarihi İslamî eserleri bulup restore etmesi ve koruması da aşırı sağcı Siyonist toplumu rahatsız ediyor.
 
İslamî Hareket mensubu olmakla iftihar duyduğumuzu, İslamî köklere sahip olmakla övündüğümüzü ve onda izzeti bulduğumuzu ifade ediyoruz. Bölgedeki değişimin ve Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’deki gelişmelerin ardından İslamî kesimin söz sahibi olmaya başlaması, Siyonistlerin İslamî Harekete karşı kin, nefret, düşmanlık ve saldırılarının artmasına neden olacaktır. Şeyh Raid Salah’ın İngiltere’deki davası, bizden bazılarının Kudüs’e girmemizin yasaklanması, birçok kurum ve kuruluşun kapısına kilit vurulması ve Siyonist istihbaratın hareketin liderlerini ifadeye çağırması bu sürecin halkalarından biri olmaktan başka bir şey değildir.
 
Şunu da eklemek istiyorum. Siyonist Başbakan Netanyahu geçenlerde En-Nakab halkı arasında işgal ordusuna katılanların sayısında önemli bir azalma olduğunu söyledi. Bu, İslamî Hareketin işgal ordusunda görev yapılamayacağı konusunda bedevi gençler arasında oluşturduğu bilincin bir sonucudur. Bu, onur duyduğumuz bir suçlamadır. Filistin halkı arasında böyle bir bilinç oluşturmakla da iftihar ediyoruz. Siyonist rejimin Yahudileştirme, kimliği silme ve sivil hizmet projesi kapsamında askere almasına karşı önemli bir görevi yerine getirdiğimizi düşünüyoruz.
 
Siyonist liderlerin özellikle Yeşil Hat içinde ikamet eden Filistin halkına karşı baskılarını; en son Ummu’l-Fahm ve En-Nasıra’daki gösterileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Kanaatimce Netanyahu, Barak ve Lieberman’dan oluşan üçlü şer cephesinin oluşturduğu koalisyon hükümeti işgal altındaki Filistin topraklarında kimliklerine sahip çıkan, toprak, hak ve hukukunu savunan birilerinin olduğunu görüyor ve bu halktan kendilerine en yakında olanlara saldırıyor. Onlara en yakında olan da Yeşil Hat içinde yer alan Filistinlilerdir. Onları tahrik ediyor, baskı kuruyor ve çatışma ortamı hazırlıyorlar. Bir yıl önce Marzel’in Ummu’l-Fahm şehrini ziyaret etmesi, birkaç gün önce milletvekili Zuabi’ye karşı tepki göstermek için En-Nasıra’ya gelmesi bu tahriklerin bir bölümüdür. Hahamların Siyonistlerin Filistinli öğrencilere ev kiralamalarını yasaklaması, Bi’ri Saba’da bir caminin askeri müzeye dönüştürülmesi, Yafa’da Müslüman mezarlığına saldırılması, Yafa’da Fatih Camisinin basılıp cihazların gasp edilmesi işgal rejimiyle Siyonist toplumun tahrik ve tecavüzlerinden bazılarıdır.


Son zamanlarda Mescidi Aksa’ya karşı tecavüzler artarken, 10 kadar camiye karşı da sabotaj eylemi gerçekleştirildi. Cami ve mezarlıklara karşı yapılan bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Önce şu tespiti sizinle paylaşmak istiyorum. Şu anda Siyonist toplumda laik veya dindar diye bir ayırıma gitmek mümkün değildir. Çünkü toplumun tümünde ırkçılık duygusu hâkim. Toplumun büyük çoğunluğu gerileme psikolojisi yaşıyor.
Saldırı ve tecavüzler Mescidi Aksa’yı aşıp diğer camilere ve mezarlıklara kadar uzanmıştır. Buradaki saldırıları başka ülkelerdeki benzer saldırılarla kıyasladığımızda önemli bir fark görürüz. İngiltere’de herhangi bir mezarlığa saldırı düzenlenir ve taşları kırılırsa, yer yerinden oynar. Biz, Yahudilerin bile olsa mezarlara saygılı olunmasını istiyoruz. Çünkü dinimiz bunu emrediyor. Kahire, Libya, Fas ve İstanbul’daki Yahudi mezarlıklarının yıllardır korunduklarını görüyoruz.
Buna karşılık Siyonistlerin içlerindeki kini, nefreti, düşmanlığı camilere saldırmakla gösterdiklerini düşünüyoruz. Burada Siyonistlerin Hayfa şehrindeki El-Hac Abdullah Camiine bomba atmalarını, Yafa şehrindeki Hasan Beg Camiine defalarca Molotof ve domuz kafası atmalarını, Kudüs’teki Ukkaşe Camiini ateşe vermelerini, Batı Yaka’nın Taberiyye şehrindeki El-Umeri Camiine ile Seyyide Sekine mezarlığına saldırmalarını saymak mümkündür. Bütün bu örnekler, demokrasi ve ibadet özgürlüğü şarkısını dilinden düşürmeyen işgal rejimiyle Siyonist toplumun boğazına kadar dini ırkçılığa battığını gösteriyor.


Kudüs ve Mescidi Aksa konusunda Müslümanların tavrı nasıl? Nerede duruyorlar?
 
Allah (c.c), genelde Filistin halkının özelde ise 1948 yılında işgal edilmiş Filistin topraklarında yaşayan Filistinlilerin Kudüs ve Mescidi Aksa’ya en yakın Müslümanlar olmasını takdir etmiştir.
 
Bütün baskı, zulüm ve tecavüzlere rağmen burada bulunmamız tamamıyla Allah’ın seçiminin bir sonucudur. Ancak buna rağmen Kudüs ve Mescidi Aksa sadece Filistinlilerin, Arapların, hatta sadece Müslümanların da değildir. Dolayısıyla bütün bu kesimler tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Fakat halklarını küçümseyen, onları köle gibi gören rejimler Kudüs ve Mescidi Aksa’da olup biteni önemsemiyor ve bu konu onları zaten ilgilendirmiyor. Burada devrilen Mısır rejiminin tavrını hatırlamamız bu rejimleri anlamaya yetecektir. Mescidi Aksa bir grup Siyonist tarafından basıldığında Hüsnü Mübarek dönemindeki Mısır rejimi ve diğer Arap rejimleri Kudüs ve Mescidi Aksa’ya destek için halkın yapacağı gösteri ve yürüyüşleri nasıl bastıracaklarının hesabını yapıyorlardı. Bu yönetimler aynı tavrı 2008-2009’da Gazze’ye karşı yapılan vahşi saldırılarda da göstermişti.
 
Bu aşamada yapılacak seçimlerle halklarına düşman bütün liderlerin bir bir gideceğini umut ediyorum. Bu da Allah’ın izniyle Mescidi Aksa için güç kaynağı olacaktır. Bir ay önce El-Meğaribe kapısının yıkılması gündemdeydi. Ama Mısır ve Ürdün’deki halkların seslerini yükseltmeleri üzerine işgal rejimi bundan vazgeçmek zorunda kalmıştı.
 
O nedenle işgal altındaki Filistin topraklarındaki mukaddes mekânlara karşı savaş sürdüren ve Filistin halkına her türlü zulmü reva gören Siyonist rejimin bölgede birçok şeyin değiştiğini, artık rejimlerle değil halklarla karşı karşıya kalacağını, bundan sonra atacağı ahmakça bir adımın da lehinde olmayacağını anlaması; olaylara ırkçı bir tutumla değil, daha akıllıca yaklaşması ve değişimi iyi okuması gerekir.


İslamî Hareket devamlı Kudüs’ün tehlikede olduğunu belirtiyor. Bu aşamada gerçekten tehlikede mi?
 
Kudüs ve Mescidi Aksa sürekli tehlike yaşıyor. Arap rejimlerin ise buna kayıtsız kaldığını hatta yüzlerini bu davadan çevirdiklerini görüyoruz. Ancak uyanmış halkların Allah’ın yardımıyla bu konuda duyarlılık göstereceğini umut ediyoruz.
Mescidi Aksa tehlikede derken, bu bir sabah uyandığımızda Mescidi Aksa’nın yerinde olmayacağı anlamına gelmiyor tabi. Ancak saldırılar devam ediyor. Siyonist dini cemaatler, ırkçı bir hükümetin iktidarda olduğu bir zamanda Mescidi Aksa’ya saldırıp zarar vermekten geri durmayacaktır.
 
Mescidi Aksa, altında tünellerin açıldığı, etrafını Tevrat Bahçelerinin çevrelediği, her tarafında kazı çalışmalarının yürütüldüğü bir dönemde kuşkusuz büyük bir tehlike geçiriyor. Yapılan saldırıların Siyonistlerin ne kadar kin, nefret ve düşmanlık beslediğini gösteriyor. Arap dünyasındaki değişim Siyonistlerin kirli planlarını hızlandırmalarına neden olabilir. Onun için bu konuda bütün Müslümanların uyanık olmaları ve tehlikeyi sezmeleri gerekir.
 
Kudüs Konusunda Filistin Özerk Yönetiminin tavrı nedir? Bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Filistin Özerk Yönetiminin bu konuda suçu büyüktür. Bugün başlamıyor bu suç. 1993 yılında imzalanan Oslo İlkeler Anlaşmasıyla başlıyor. Yirmi yıl önce imzalanan bu anlaşmayla Filistin tarafı işgal yönetimine Kudüs’ün tarihi, coğrafi ve demografi yapısını değiştirmesi için altın fırsat sundu.
 
Filistin yönetimi bu süre içinde meclis binasını nereye kuracağıyla uğraşırken, işgal rejimi Cebel Ebu Ğuneym’de, Kudüs’ün doğu ve kuzeyinde ve Ramallah yakınlarında binlerce konut inşa etmekle uğraşıyordu. Bu yıllar düşmanın Kudüs’ü Yahudileştirmesine zemin hazırladı. Dolayısıyla Filistin Özerk Yönetimi bu konuda büyük suç işledi.
Şimdi ise, Kudüs’ü gerçekten kaybettiğini anladı. Ancak hatasını anlayıp telafi edeceğine ve bunun için Kudüs halkına destek vereceğine; Kudüs’teki kurumları kapatarak, halkın direnişi için ayrılan bütçeyi kısarak Kudüs’e ve Kudüs halkına sırtını döndü. Hatta daha da ileri giderek 2008 ve 2009 yıllarında Mescidi Aksa’ya yapılan saldırılar üzerine halkın sokağa çıkmasını engellemek için aynen Mısır gibi özel kuvvetler oluşturdu.
 
Şimdi “başkenti Kudüs olacak Filistin devleti” diye sağda solda sarf ettikleri sözlerin içi boş ve anlamsızdır. Çünkü Kudüs davasını katleden ve Kudüs halkının hayat damarlarını kurutan, Kudüs’ün düşman için hazır ve kolay bir lokma olmasını sağlayan bu yönetimdir.
 
Sürece bakarak Filistin yönetimiyle bu yönetimin başında yer alan liderlerin herkesten daha çok Kudüs’e ve Kudüs halkına sırtlarını çevirdiklerini, buradaki halkın işgalcinin kirli planlarına karşı sürdürdüğü direnişi zayıflattıklarını söylemek mümkündür.

filistinhaber

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir