• DOLAR 32.386
  • EURO 35.122
  • ALTIN 2326.454
  • ...
Ulusal Kur`an ve Ezan
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

 Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber

1924`te Halifeliğin Kaldırılışı ve Tevhid-İ Tedrisat Kanunun Kabulü, 1925`te Şapka İnkılâbı, 1926`da Medeni Kanunun Kabulü, 1929`da Türkçeciliğin Başlaması ve 1932`de Türk Dil Kurumunun Kuruluşu gibi Türkiye`nin geçirildiği süreçten sonra, sıra dinin bizzat kendisine gelmişti. Bu anlamda ilk adım Ezan`ın Türkçeleştirilmesiydi.

İslam`ın Şiarlarından Ezan:

İslamı diğer din ve ideolojilerden ayıran, tanınmasına vesile olan işaret ve sembollere şiar denir. Hz. Peygamber (SAV) Medine'ye hicret ettikten sonra Müslümanlar güven içinde camide cemaatle namazlarını kıldılar. İlk günlerde ezan yoktu. Müslümanları uyarıp namaza çağıracak bir yöntem gerekiyordu. Yahudiler gibi boru çalma, Hıristiyanlar gibi çan çalma teklifleri yapıldı ise de Hz. Peygamber (SAV) bunları kabul etmedi.

Abdullah b. Zeyd bir gece rüyasında, elinde çan bulunan bir zat gördü. Namaza çağırmak üzere bu çanı satın almak istedi. Yeşil elbiseli zat; "Sana bundan daha hayırlı bir yol göstereyim" dedi ve bugüne kadar okuyageldiğimiz ezanı öğretti. Uyanır uyanmaz Resûlullah'a (SAV) koşan Abdullah b. Zeyd gördüklerini anlattı.  O da "Bu gördüğün Allah'ın izniyle hak olan bir rüyadır" buyurdu. Sesi daha gür olduğu için Hz. Bilâl'e öğretmesini söyledi. Hz. Bilâl uygun bir yere çıkıp ezanı okumaya başlayınca Hz. Ömer, bir yandan elbisesini giyerek heyecan içinde koşup geldi ve aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü söyledi.

Ezanın Türkçeleştirilmesi:

Böylece bu güne kadar minarelerden okunan ezan tespit edilmiş oldu. Bu durum tüm İslam ülkelerinde ilk günkü gibi uygulandı ve şiarlaştı. Ancak Türkiye`de 1932-1950 yılları arasında, 18 yıl ezan Türkçe olarak okundu. Aslında daha Osmanlı zamanında Türkçe ezan isteyenler olmuştu. Meşrutiyetten sonra bazı zevat yavaş yavaş bu isteklerini dile getirdiler. Bu özlemi Ziya Gökalp, 1918`de yazdığı “Vatan” şiirinde şu şekilde dile getirmiştir:

 "Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur.
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın."

Atatürk, 1932 yılında Türkçe ezanın okunmasının caiz olup-olmadığını tartışmaya açmış ve caiz olduğu kanaatine varmış. Bunun üzerine Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi hafızlardan bir komisyon kurularak, ezanın Türkçe çevirileri yapıldı.

Ezanın Türkçeleştirilmesi ile İlgili Takip Edilen Yöntem: 

Ezanın Türkçeleştirilmesi için Atatürk`ün emri ile hafızlar Dolmabahçe Sarayı`nda çalışmaya başlarlar. Kur`an`ın ilk tercümesi, 22 Ocak 1932 günü Yerebatan Camii`nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu. Bundan 8 gün sonra 30 Ocak 1932 tarihinde ise Türkçe ezan Hafız Rıfat Bey tarafından, Fatih Camii`nde okundu. 3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesinde Ayasofya Camii`nde Türkçe Kur`an, tekbir ve kamet okundu. 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Riyaseti, ezanın Türkçe okunmasına karar verdi. Karar tüm Türkiye`ye bildirildi. Tabi buna uyulmak istenmedi. Ancak 4 Şubat 1933 tarihinde müftülüklere buna uymayanların cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderildi. Daha sonra 6 Mart 1933 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi`nin bir tebliği ile Sela Türkçeleştirildi. 1941 yılında çıkarılan 4055 sayılı kanunla Türk Ceza Kanunun 526. Maddesine bir fıkra eklendi. Değişikliğe göre Arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hapis ve 10 liradan 200 liraya kadar para cezası ile cezalandırılacaklardı.

Amaç:

Türkçe ezanla amaçlanan şey, dini duyguların zayıflatılmasıdır. Çünkü ezan Türkçeleştikten sonra halk cami ve mescitlerden uzaklaştı. Boş kalan cami ve mescitler buğday deposu, ahır, at bakım yeri gibi amaçlar için kullanıldılar. İslam`ın bu kurumu yerine Cumhuriyetin bir kurumu olan Halkevleri yerleştirilmeye çalışıldı.

Sözde halk ezanın lafızlarını anlayacak ve daha bir aşkla ibadet edeceklerdi. Ancak durum hiç de denildiği olmadı. Dini duygular zayıfladı. Birçok cami kapatıldı. İnsanlar evlerine çekilip ibadet etmeyi tercih ettiler. Çünkü yukarıda tarif ettiğimiz üzere şiar olan ezanın aslı değiştirilmiş ve kutsiyeti kaybolmuştu. İnsanlarımız halısı üzerinde bulduğu bir çöpü alıp, cebine atmak suretiyle saygı duyduğu camiler ahır haline getirildi. Kutsiyetleri kaldırıldı. Amaç da buydu zaten.

İçerik konusuna girersek ezanda toplam (Tekrarlar ve edatlar hariç) 10 kelime var. Bu 10 kelimenin 4 tanesini (Allah, İlah, Muhammed, Resulullah) zaten günlük dilde kullanıyoruz. Eğer Müslüman olmak için söylenmesi gereken Şahadetin kelimelerini çıkarırsak bu rakam 6 kelime olur. Bilinmeyen 4 kelime kalır ve bunlardan biri de felah`tır. Zaten bu da bir sorun olarak çıkmıştı Türkçecilerin karşısına. Çünkü anlamı kurtuluştur. Ezanı Türkçeleştirenler o kelimeye gelince tıkanıyorlar. Çünkü milletin kurtuluş kelimesini anlamasını istemiyorlardı. Bundan endişe duyuyorlar. Millet bunu laiklikten kurtulmak şeklinde anlarlarsa diye bir korkuya kapılıyorlar. Bu nedenle “Felah” kelimesini aynı olduğu gibi okutuyorlar. Onu da katarsak geriye 3 kelime kalıyor. Bunlardan “Hayya” haydi demek, “Salah” namaz demek, “Ekber” de en büyük demek. Dolayısıyla herhangi birisine en fazla 3 dakika içinde öğretilebilecek kelimelerdir bunlar.

Halkın Tepkisi ve Tekrar Arapça Ezan:

Halk bir türlü Türkçe ezanı kabullenmedi. Diğer değişiklikler bir şekilde sineye çektirildiyse de Arapça ezan yasağı delindi. Bunun için birçok kişi ceza aldı. 1950 yılında seçimleri kazanıp iktidara geçen Demokrat Parti`nin ilk icraatı ezanı aslına çevirmek oldu. Ezan-ı Muhammedi`nin 16 Haziran 1950 tarihinde Arapça okunması yasağı kaldırıldı. 17 Haziran`ın ikindi vaktine denk gelen tekrar Arapça ezanı, ilk defa ezanın bu kadar kişi tarafından dinlenmesine ve ağlamasına neden olmuştur. Sanki Hz. Bilal yeniden ezanı okuyor gibi bir manevi hava vardı. Mustafa Armağan “Türkçe Ezan ve Menderes” adlı kitabında Türkiye`nin çeşitli yerlerinde oluşan bu atmosferi anlatmıştır;

Trabzon'daki havayı Kutuz Hoca'nın hatıralarından okuyoruz:

"Yeni karardan haberim olmadığı için ezanı Türkçe okumaya başladım. Caminin önünde oturan cemaatten haberi duyanlar vardı; bana bağırmaya başladılar. İlk anda ne olduğunu anlayamadım, anlayınca da şaka zannettim. Ciddi olduğuna kanaat getirince Arapça okumaya başladım. Minaredeyim; bir de ne göreyim, kadın erkek herkes camiye doğru koşarak gelmeye başladı, uzak evlerde ise insanlar avluya çıktılar. Bir bayram havası, bir basü bade'l-mevt (Yeniden diriliş) yaşandı o gün."

Ahmet Lütfi Kazancı ise Çorum'daki o günü şöyle hatırlıyor:  

"Ulu Cami'nin batıya bakan kapısı önünde gördüğüm aksakallı bir ihtiyar, müezzinin yolunu kesti. "Ezan Arapçaya çevrilirse, Ulu Cami'de ilk Cuma Ezanını ben okuyayım diye nezrettim (Adakta bulundum). Kurbanların olayım, beni mahrum etme!" diye yalvarıyordu. İhtiyarın isteği kabul edildi. İç ezanını o okudu. Camiyi dolduran binlerce insanın sel gibi gözyaşı döktüğüne şahit oldum. Hayatım boyunca bu kadar kalabalık bir topluluğun birlikte gözyaşı döktüğünü bir daha hiç görmedim.”

O tarihte 13 yaşında bir çocuk olan tanığın gözüyle Konya'da ilk Arapça ezan okunduğu günden bir kesit: "Gittik, Kağnıcı Hafız'ı aldık, getirdik. Konya'da Kapu Camii var, minaresine çıkarmışlar, okumuş bir kere. Aşağıda cemaat hüngür hüngür ağlıyor. "Ulen bir daha oku" diyorlar Konya tabiriyle, "bir daha oku". Üç defa okuttular ezanı, ondan sonra millet gözyaşlarıyla camiye girdi."

 

 

 

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir