EL - VEDUD (cc)
EL - VEDUD (cc)
“Velîlerini ve iyi kullarını, rahmet ve rızasına erdiren ve biricik sevilmeye lâyık olan.”
Âlemde, sevgisi gönüllerde cennet pınarları çağlatan sadece O`dur. Gönül toprağına O`nun muhabbetinin damlası düştü mü, artık iki cihanın da baharı elindedir. Çünkü biricik sevilmeye lâyık olan O`dur. O da bu muhabbeti karşılıksız bırakmaz, iyi kullarını, velîlerini sever, onları lütuf ve ihsanına gark eder.
Kur`an bize haber veriyor:
“O, (tevbe eden mü`minleri) çok yarlığayan, (dostlarını) çok sevendir.” (Buruc 14)
Bu vezindeki kelimeler, iki türlü mana ifade eder: Seven, sevilen. Bu mübarek ism-i şerifte her iki manayı bulmak mümkün. Çünkü Allah`u Teâla sevilmeye en lâyık olandır. Zât-ı Kerîmi de iyi kullarını sevendir. Âlemde O`nun aşkı, gecesi olmayan bir gündür ki, o aşka kanat açanlar güneşler elde etmişlerdir.
Annelerin yüreğine o müthiş rahmeti koyan, çocukları için onları âdeta bir rahmet ağacı yapan Allah`u Teâla, iyi kulunu, has kulunu sevmez mi? Ve bir kere de sevdi mi, onu başkalarına bırakır mı?
Allah sevgisi, bütün amellerin ve işlerin ruhudur. Bütün güzellikler, haseneler, keremler hep o pınardan çağlar. Çünkü Yüce Allah sevdiği kulları için bitmez feyiz kaynakları açmıştır.
Ve yine Kur`an-ı Kerim`de şöyle buyurulur: “Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra, günahlardan tevbe edip O`na sığının.”
“Gerçekten benim rabbim çok merhametlidir, çok sevgilidir (mü`minleri çok sever).” ( Hud 90)
Cihan toprağında gam seline değirmen olan insanlar vardır, işte o kimseler hata ve isyandan döner, tevbe eder, rabbinin rahmetinin gölgesine gelirse affa mazhar olurlar. Bununla da kalmazlar, Allah onları sever.
Bir misal verecek olursak, Bişr-i Hafî Hazretleri kâfidir. Önceleri sarhoş, işe yaramaz, meyhaneden çıkmaz bir adamdı. Zengin bir ailenin çocuğu idi ve günah deryalarında yüzüyordu. Bir gün, yine meyhaneden çıkmış, o yana bu yana yalpalayarak gidiyordu. Yolda, çamurlar içinde Allah ism-i şerifi yazılı bir kâğıt gördü. Gelip geçen bilmeyerek çiğnemişti. Derhal o kâğıdı aldı, öptü, yüzüne gözüne sürdü, üzerine güzel kokular döktü. Sarhoşluğun da verdiği bir perişanlıkla ağladı ve ism-i celâl yazılı kâğıdı yücelere astı. Ona bakıp bakıp inledi...
Sonra yattı. Az sonra da bir rüya gördü. Ona hitap ediliyordu:
“Ey Bişr! Sen bizim ismimizi çamurdan kaldırıp yüce bir yere koydun. Biz de senin ismini ulular arasına katacağız ve seni temizleyeceğiz, haberin olsun!”
Bu hitabın tesiriyle Bişr hemen yatağından fırladı.
Kendisinde sarhoşluğun eseri kalmamıştı. Derhal gözyaşlarını ırmak etti ve tevbeye koyuldu. O türlü tevbe etti ki, âlem de şaştı, meyhaneciler de şaştı. Derken Hak aşkı galebe çaldı ve hayran gezdi. Bundan sonra da ayağına ayakkabı giymedi. Onun için kendisine “Hafi” dendi. Ve cihan mülkünde velîlerin serdarı oldu. Şöyle buyurdu:
“Ahmaklara bakmak göze azab, cimriye bakmak gönüle işkence!”
İşte Allahü Teâlâ kendisine dönenleri böyle sever ve yüce mertebelere ulaştırır.
“El-Vedûd” ism-i şerifi bize en mukaddes sevgilinin Allahü Teâlâ olduğunu ifade ediyor. Gönüllerde sevgi ırmakları çağlatan da şüphesiz ki Allah`tır.
Kuş, yükseklere kanadıyla uçtuğu gibi, kul da aşk ve muhabbetle göklerin fevkine yükselir.
Kişinin çoluk çocuğunu, sarayını, köşkünü, malını, mülkünü sevmesi fıtrî ve tabiîdir. Ama bu sevgi Allah muhabbetini gölgeleyecek dereceye gelmemelidir. Ve elindeki bütün bu nimetlerin Allah`u Teâla`nın bir bahşişi olduğunu idrak ederek, sevgisini rabbine karşı daha ziyade tutmalıdır. Yarın evlatlar, mallar, mülkler elden çıkar, sadece Allah dostluğu baki kalır.
Varlığın sebebi olan Cenâb-ı Peygamber (s.a.v) çok kere Rabb-i Kerîmine şöyle duâ ederlerdi:
Allah`ım! Seni sevmeyi ve seni seveni sevmeyi ve senin sevgine beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasib et.
Senin sevgini sıcak ve hararetli günde soğuk suyu sevmekten bana daha sevimli kıl.”