Demos Kendi Kratos`una İnanmıyor
Mehmet Emin Özmen / Araştırma
Demokrasi kelime kökeni itibariyle; “demos” (halk) ve “kratos” (egemenlik) sözcüklerinden türetilmiştir. Kısacası halkın egemenliği diye çevrilebilir. Yani bir ülkedeki halkın, yönetimde söz sahibi olmasıdır. Tabi laikliğin ne olduğu hususundaki tartışmaların aynısı, demokrasinin tanımı için de geçerlidir desek, herhalde abartı yapmış olmayız.
İnsanoğlu, eskiden beri Allah`ın yeryüzündeki idaresine el uzatmak gibi bir pratik içindedir. Yani güneşin, ayın veya yıldızların hâkimiyetini Allah`a veren insanoğlu, maalesef yeryüzündeki hâkimiyeti kendi eline almak istemektedir.
Bundan dolayı sonu “izm” ile biten bir sürü felsefi görüş ortaya atmış ve bütün bu izmler evirile evirile, en son demokrasi denilen, sözde mükemmel sistemi doğurmuştur.
Kısaca demokrasi, halkın egemenliğine dayalı idare sistemi demektir. Demokraside egemenliğin gerçek sahibi “halk”tır. Halk belirli sürelerle yapılan seçimlerde yöneticilerini seçmek suretiyle egemenliğini kullanır.
Bu şekilde metinlerde mükemmel görünen mevzuatlarımızın, uygulamalarda ne gibi sakıncalar ortaya çıkardığı hepimizin malumudur. Yani bir anda mükemmel olarak gördüğümüz Demokrasi, aslında kendi içinde bir çelişkiler yumağıdır.
Örneğin demokrasilerde yönetime ehil olmayan kişilerin seçilmesine engel olacak herhangi bir yapı var mı? Öyle ya bizler, ülkelerin tarihinde meclislere temsilci olarak seçilmiş ama aslında iki tane hindiyi bile idare edemeyecek nice kişiler gördük.
İşi biraz daha ileri götürürsek; 1987-1992 yılları arasında İtalya'da Radikal Parti'den milletvekilliği yapan Cicciolina lakaplı İlona Staller`in yaptığı esas iş, bizim gazetede yayınlanamayacak kadar utanç vericidir. Yaptığı bu iş sayesinde milletvekili seçilen bu kadın, bir ülkenin yasama işini üzerine almıştı. Bunun gibi futbolcu, sanatçı, komedyen olup da yasama gibi kendi alanlarını oluşturmayan veya yasama faaliyetinden hiçbir şey anlamayan ama oy potansiyeli bulunan nice kişilerin, meclislerde arz-ı endam ettiklerine şahidiz.
Ya da bir başka soru soralım. Asıl amacı demokrasiyi kökten kaldırmak olan ama bütün örgütlenmesini ve seçim çalışmalarını demokratik bir biçimde yapan bir siyasi parti seçimi kazanırsa, demokratlar ne yapacak? Örneğin Patagonya`da “A” siyasi partisi, yapılacak seçimlere tamamen sivil bir şekilde hazırlanarak, halkın oyuna talip olmaktadır. Ama seçim sonrası, eğer kazanırlarsa demokrasiyi tamamen ortadan kaldıracaklarını beyan ettiklerini farz edelim. Yapılan seçim sonucu, bu parti % 60 veya 70 ile seçimi kazanmış olsun. Bu tamamen halkın istediği parti gelip, ülkenin başına konacak mı? Biz bu tür durumlarda demokrasilerin, gayri demokratik yöntemlerle savunma refleksine girdiğini görüyoruz.
Öyle ya madem burada asıl olan halktır ve seçim vaatlerini bile bile bu partiye oy vermiştir, o zaman saygı göstermek gerekmez mi? Demokratlık bunu gerektirmiyor mu? Madem halk egemenliğine dayalı bir idare istiyoruz, o zaman halkın isteklerine boyun eğmek gerekmez mi?
Bu sorular arttırılabilir. Ama bizler sadede gelelim. Türkiye veya başka ülkelerde olsun, seçim sonuçlarını hazmedememe gibi bir sonuç ile karşılaşıyoruz. Örneğin Can Dündar gibi bir kişi kalkıp, Avrupa`nın Türkiye`nin halk, yani “demos” tarafından seçilmiş hükümetine müdahale etmesi gerektiğini, o duygusal sesiyle, yalvarırcasına talep ediyor.
Hani esas olan halktı? Hani egemenlik kayıtsız şartsız milletindi? Bu parlamento milletin seçimiyle oluşmadı mı? Peki demokratik ve hatta gayri demokratik yöntemlerle mağlup edemediğiniz rakiplerinizi, Batı`ya yıktırmaya çalışmanız ne kadar etiktir?
Türkiye daha demokrasiyi tam olarak hazmedemedi diyebilirsiniz ama bu çağrılar bizim sözde en demokratlarımız tarafından, demokrat ülkelere yapılıyor. Ya da kendimizi geçelim. İşte daha yeni yapılan ABD seçimlerinin sonuçlarını kabullenemeyen “demoslar” ülkelerini allak bullak ettiler.
Ülkede seçim var. Adaylar ortaya çıkmış ve Trump halkın verdiği oylar ile başkan seçilmiş. Peki demokratlık raconu gereği bu sonuca saygı göstermek gerekmiyor mu? Yok işte demos kendi egemenliğine inanmıyor ki, her yerde isyan gösterileri var.
Yine bizim ülkede, izleyici oylarıyla birinci seçilen “Diriliş Ertuğrul” dizisinin, Altın Kelebek ödülü ile taltif edilmesi gerekirken, bizatihi ödülü verenler tarafından, izleyici oylarına hakaret edilircesine, itibarsızlaştırıldığını hepimiz birlikte seyrettik. Elmalı Hamdi Yazır`ın torunlarından olan Okan Bayülgen`in yine izleyicinin zekâsı ile alay edercesine soytarılıklar yapması da bu tahammülsüzlüğün bir yansımasıdır.
Bütün yazıyı göz önünde bulundurarak soralım. Demokrasinin neresi mükemmel?