Ulusalcı Kürtlerde Alinasyon Süreci ve Dindar Kürtleri Hizaya Getirme Çabaları
Kürt edebiyatı üzerine akademik araştırma yapacak akademisyenler, Kürt edebiyat tarihi açısından zengin kaynaklara ulaşırlar.
Kürt edebiyatı üzerine akademik araştırma yapacak akademisyenler, Kürt edebiyat tarihi açısından zengin kaynaklara ulaşırlar. Şu ana kadar yapılmış çok değerli çalışmaları küçümsememekle birlikte, bu çalışmaların çok yetersiz olduğu kanaatindeyim.
Son asırdaki ulusalcı tepkiselliği hariç tutarsak, Kürt edebiyatı ve tarihi, kelimenin tam anlamıyla “Şeriat, Tarikat” eksenlidir. Hoşlansak da hoşlanmasak da, beğensek de beğenmesek de realite budur. Melay-é Cezeri, Seyda Ehmedé Xani, Feqiyé Teyran, Mevlana Xalidé Şehrezori vs. Bunlar Şeriat ve Tarikat ile insicam etmiş Kürt edebiyatı binasının kolonları ve direkleridir. Bunlarsız bir Kürt edebiyatı tasavvur dahi edilemez.
Osmanlının son iki yüz yılına damgasını vuran “Üç Tarz-ı Siyaset”in üçüncüsü olan Türkleşme hastalığına bulaşan aydınlar, “din” olgusu karşısında sola meyletmenin de etkisiyle objektif bir duruş sergileyememiş, bütün dertlerin ve olumsuzlukların kaynağını dinde ve dindarlarda arama kolaycılığına kaçmıştır. Kuşkusuz bunda Frenk memleketlerinde kendilerine barınma imkânı bulan ve “İslam Dinine Karşı Olma” ortak paydasında, yolları bu devletlerin tarihi- kadim politikalarıyla kesişen Türk-Kürt jönlerinin etkisi büyüktür. Bu süreç, milliyetçi sol çizgideki elitist Türklerin alinasyon(kendine ve toplumuna yabancılaşma) sürecidir aynı zamanda. Aline olmuş yönetici kesim, kendileri ile aynı paralelde düşünmeyen ve aynı yaşam tarzını benimsemeyen, “adam edilmeye muhtaç” kitleleri, İsmet İnönü’nün torunu Gülsüm Bilgehan’ın deyimiyle “te’dip” ve “tenkil” lerle adam etmiştir. Hatta bu kesimin on yılda yarattığı(!) on beş milyon gencin çoğu, kendi oyları ile bu adam edilmeye muhtaç kesimlerin oylarının aynı olmaması gerektiğini yüksek perdeden dile getiriyorlar. Tam bir, alinasyondan “narsiszm”e evrilmiş paranoyak ruh hali…
Şimdilerde Avrupa’yı mesken tutmuş milliyetçi sol çizgideki kimi Kürt aydınlarının durumu, yukarıdaki tarihi gerçeklikle ne kadar da örtüşmektedir. Dindar Kürtleri “Ümmetçi” olmakla suçlayıp “Bağımsız Kürdistan” projesinin önünde engel olarak görenler, laik ve sol terminolojiyle konuşmadıkları ve kendileri ile aynı reflekslere sahip olmadıkları için Mustaz’afları ve Peygamber Sevdalıları’nı üç aşağı beş yukarı aynı suçlamalara maruz bırakmaktadırlar. Umarım bu sürecin akıbeti nasyonal sosyalist Türklerinki gibi olmaz.
Tarihi gerçeklik ve pratik, “reel politik” açıdan yol haritası belirlemeye çalışan insanlara çok ciddi “veri”ler sunar. Yazının başında dile getirdiğim “Kürt edebiyatı realitesi”, toplum mühendisliği makamını deruhte ettiğine inanan, kerametleri kendilerinden menkul Ulusalcı-Sosyalist Kürtler açısından ne anlam taşıyor?
Mevlana Xalidé Şehrezori gibi bir Kürt müctehidin milyonları bulan Türk ve Arap müridinin olmasının sizce bir karşılığı yok mudur?
Bitlisli bir Kürt, hem de devrin siyaseti tarafından sürgün edilmiş ve sakıncalı hale getirilmiş bir dağlı(ırkçı kafanın “kıro” tanımlamasına uyan)’nın yani Molla Said-i Kürdi’nin etrafında Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin(hala hayattalar), Zübeyir Gündüzalp, Bayram Yüksel, Hulusi Yahyagil(rahimehumullah)…gibi Türklerin olması ve üstelik onun çamaşırlarını yıkayıp şahsi temizliğini dahi üstlenmiş olmalarının sizin çağdaş ve modern(!) jargonlarınızda “anlaşılabilirliği” ne kadardır?
Adıyaman ili, Kahta İlçesi’ne bağlı Menzil köyündeki şeyh efendinin(beğenip beğenmemeniz önemli değil, sosyal bir olguyu kastediyorum) Kürt olduğu bilinmesine rağmen on binleri bulan Türk müridinin olması basit bir mesele midir?
Son olarak biz değil onlar bize hakaret ediyor dediğiniz ama geçmişlerini kirlilikle suçladığınız; örgütlülük ve cemaatselliklerini de “jitem, kontra ve devlet kurmuştur” gibi, söyleyenin kalitesini düşüren, şehir efsanesine dönüşmüş ve şu ana kadar somut hiçbir delilin ibraz edilemediği, Doğu Perinçek’in 2000’e Doğru dergisinden mamul basit nakaratlarla itham edip böylelikle en ağır hakaretlere maruz bıraktığınız Mustaz’af camianın içindeki binlerce Türk ve Arap’ın varlığı sizin için bir şey ifade etmiyor mu? (Dürüst olalım, siz de iyi bilirsiniz ki Kürt illerinde yaşayan onurlu bir insana yapılabilecek en ağır hakaret onu devlet ajanlığı ile suçlamaktır.)
Evet, milliyetçiliği bütün türevleri ile reddetme ve milliyetçilik ya da ulusalcılığa “sıfır tolerans” tanıma mükellefiyetindeki hiçbir Müslüman, ulusalcı jargona ait terminolojiyi kullanamaz, kullanmamalıdır. Ancak kendisini bu terminoloji ile tanımlayan insanları da anlar ve onlara anlayış gösteririz.
Mütedeyyin bir insan olarak aynı anlayışı, yukarıda soru şeklindeki sosyal olguları da göz önünde bulundurarak herkesten bekleme hakkım olduğunu düşünüyorum.
Karşılıklı hakaretlerin medeni insanlara yakışmayacağını “Sizin düşünceniz size benimki de bana” şeklindeki erdemli tavrı gösterebileceğimizi ümit ediyorum. Esasen “Özgür Birey” olmak da budur.
Kurdé neke terka din; lı bawe dı be xain
(Dini terk etmeyen Kürt, yanınızda hain oluyor)
Hüseyin Mansur / Doğruhaber