• DOLAR 32.531
  • EURO 35.002
  • ALTIN 2435.09
  • ...
Coğrafyamızın İslam`la Şereflenmesi – 7
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Antakya, Antep, Maraş yöresi fethedilmişti. Ama İslam orduları, Malatya’ya kadar uzanmışsa da Anadolu içlerine girememişti. Bizans, Batı’da savunmasını güçlendirmişti. Bir tıkanıklık yaşanıyordu o cephede.


Ahmet Yılmaz / Araştırma Mardin, Urfa(Ruha), Harran, Nusaybin, Re’su’l Ayn (Ceylanpınar), Tilmevzen (Viranşehir), Siverek civarı fethedilmişti. Bölgemizin güney ova kesimi boydan boya İslam’ın hâkimiyeti altına girmişti. İslam, içlere doğru bir çıkış arıyordu. İslam’la coğrafyamızın iç bölgeleri arasında Karacadağ ve Mardin eşiği vardı. Bu iki dağ kitlesinin arkasında Amed kalesi** bulunuyordu.

Amed, o günlerde belki Nusaybin, Harran ve Re’su’l Ayn’dan daha büyük değildi. Ama coğrafyamızı birbirine ve Rum diyarı Anadolu’ya bağlayan yolların kavşak noktasıydı.

Fatihimiz İyaz b. Ganm(ra) ile Urfa halkı arasında “Ruha Şartları” üzerine yapılan sulh antlaşması İslam fethini olgunlaştırmış, coğrafyamızda İslam’la karşılaşanların nasıl bir muameleye tabi tutulacağına dair sağlam bir vesika olmuştu. Böylece coğrafyamızın fethi için siyasi ve sosyal anahtar oluşmuş; sıra coğrafik anahtardaydı. O anahtar Amed’di. İslam orduları, Amed’i fethetse bölgemizi fethetmiş sayılacaktı.

İSLAM ORDUSU DİYARBAKIR ÖNÜNDE

Hicri 18, Miladi 639*…Amed’in el değiştirmesinin zamanı gelmişti. Ama o güne kadar her el değiştirme; Amed için bir felaket, kadınların ve çocukların dahi katledildiği bir katliam olmuştu. O güne kadar el değiştirmek, Amed için tufandı; taş ve toprağın varlığını sürdürmesi, neredeyse bütün canlıların ise ölümü ve onların yerine yenilerin gelmesi demekti.

Milat’tan Sonra 359’da Sasanî Kisrası II. Şapur, şehri ele geçirirken kan çanağına dönüştürdü, kadın erkek demeden kimi bulduysa katletti. Miladi 503’te Sasani Kisrası I. Kavad, şehirde öldürdüğü seksen bin kişinin cesetlerinden bir yığma tepe oluşturmuştu. Bir yıl sonraki Bizans kuşatmasında çocuklar açlıktan ölmüş, kadınlar cesetlerin etlerini pişirir olmuştu. İşgalci Bizanslar, zulme doymamış olacaklar ki o kuşatmadan sonra şehrin çevresindeki yerleşim alanlarında on iki yaşından büyük bütün erkekleri öldürmüşlerdi. (Ş. Beysanoğlu D. Bakır Tarihi C-1)

Fatihimiz, İyaz(ra), yaklaşık bin sahabenin bulunduğu sekiz bin kişilik ordusuyla Amed’i kuşattı. Kendisi, Mardin Kapı’yı, Said b. Zeyd, Urfa Kapı’yı; Muaz b. Cebel, Dağ Kapı’yı, Halid b. Velid ise Yeni Kapı’yı (Su Kapı-Babu’l Ma) tuttu. (Allah, onlardan ve bütün sahabelerden razı olsun)(1)

Şehrin melikesi Meryem ed-Dariye idi. İyaz(ra), acele etmedi, Meryem’e teslim olması için mektup gönderdi. Ancak Meryem teslim olmadığı gibi civar şehirlerden yardım da istedi.

Kuşatma uzun sürdü. İslam orduları bu sırada Palu, Hani, Lice, Siverek, Bingöl ve Ergani gibi Bizans zulmündeki kalelere hücumlar düzenledi. Meyyafarkin’i (Silvan’ı) fethetti. Böylece Meryem ed-Dariye, Bizans zalimlerinin yardımından yoksun kaldı.

DİYARBAKIR COĞRAFYAMIZIN KİLİDİDİR

Vakidî’nin anlattığına göre İyaz b. Ganm(ra), fetih öncesinde komutanlarıyla yaptığı istişarede şöyle diyor: “Burası zor bir şehirdir. Bölgenin “gözdesidir” burayı aldık mı tüm diyar fethedildi demektir.” Şehrin hakimesi Meryem ed-Dariye de patriklerine yaptığı konuşmada “Siz de biliyorsunuz ki bu şehir bölgenin “kilidi”dir. Onu alan bütün bölgeyi ele geçirir” der.

Bölgemizin fethi, Diyarbakır’la tamamlanmış sayılır. Bundan sonraki fetihler hem kolay olmuştur hem de müştemilatın fethi gibidir. İnşaallah, o fetihleri de özetle de olsa anlatacağız.(2)

AMED BÖYLE EL DEĞİŞTİRME GÖRMEMİŞTİ

Beş aylık kuşatma sırasında nice hücum düzenlendi. Ama muhkem surlar yüzünden fetih nasip olmadı.

Nihayet, Halid b. Velid(ra) surun doğu(Dicle vadisine bakan) yönünde, eski Adliye’nin bulunduğu bahçeler tarafında sur duvarlarında gördüğü gizli bir su deliğinin genişletilerek oradan içeri girilebileceğini tespit etti.

Halid b. Velid(ra), bir gece, çoğu sahabeden oluşan yüz kadar mücahitle birlikte bu delikten içeri girdi. Buraya yakın olan ve şehrin fethinden sonra Fetih Kapısı (hastanelere çıkan yol üzerindeki kapı) ismini alan kapıyı açarak İslam ordusunun şehre girişini sağladı. Kapının açılışı sırasında yirmi beş sahabenin şehid olduğu bir çatışma yaşandı. Ama İslam’la Amed halkı arasına giren Bizans savunması aşıldı. İslam ordusu, Amed halkıyla yüz yüze geldi.

Amed halkı, muhtemelen Kudüs ve Urfa’nın fethinden haberdardı. Karşılarında İslam’ın adaleti varken Bizans için çarpışmanın anlamı yoktu. Halk teslim olmayı seçti.*** Pek çok kişi, İslam’la şereflendi. Geriye kalanlar ile ise Hz. İyaz(ra), Ruha Şartlarını esas alarak, “Heykeller ve onun etrafındaki nesneler, kendilerine ait olmak, mevcut kiliselerden başka kilise bina etmemek; düşmanlarına karşı Müslümanlara yardım etmek, bunlardan birine riayet etmedikleri takdirde Müslümanların himayesinden mahrum olmak şartıyla” anlaştı.

Beş ay boyunca bir şehirle uğraşan her ordu öfkeye kapılır. Ama İslam ordusu “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. (Alî İmran 134)” ayet-i kerimesiyle terbiye olmuştu, öfkesini kontrol etmiş, heva ve hevesiyle davranmamış; Yüce Peygamberinin(S.A.V.) Mekke halkına adil davrandığı gibi davranmıştı. Fatihimiz İyaz(ra)’ ın emriyle halk, silahlarını onun önüne bıraktıktan sonra halka şöyle seslendi: “Allah size karşı bize zafer ihsan etti. Şayet Allah-u Teala Peygamberimizi ‘Rahmet Peygamberi’ olarak gönderip de mü’minlerin kalplerine merhamet vermeseydi, hepinizi kılıçtan geçirirdik. Fakat Rabbimiz bize öfkemizi yenmemizi ve bağışlayıcı olmamızı emretmiştir…”

Amed, böyle bir komutan görmemişti, böyle bir orduyla karşılaşmamıştı, böyle bir muameleye tanıklık etmemişti. Eğer, Sasani Şapurlar, Bizans Patrikler burayı beş ay kuşatmak durumunda kalsalardı öfkelerinden şehirde bir tek canlı bırakmazlardı. Daha önceki el değiştirmeler, birer tufandı; bu ise hayata ve cennete açılan kapıydı.

KÜFÜR BİR DAHA DİYARBAKIRA HAKİM OLMADI

Amed, farkı gördü; teslim oldu ve bir daha şehrini asla küfre teslim etmedi. Diyarbakır’ın Antakya, Maraş, Urfa gibi şehirlerden en büyük farkı fetihten sonra asla düşmanın eline geçmemesidir. Bizans, Diyarbakır’ı yeniden işgal ateşiyle tutuşmuş, zaman zaman kuşatmış; hatta Batı’da şehri ele geçirdiği yaygaraları bile koparmış, kimi Batılı tarihçiler bu oyuna gelip Amed’in Bizans’ın elini geçtiği notunu bile almış.(3) Ama o günden bugüne Bizans ayağı bir daha Amed kalesine değmemiştir. Aradan 1300 yıl geçtikten sonra bile, I. Dünya Savaşı’nda ne Bitlis’e kadar gelen Rus ne Urfa’ya kadar gelen Fransız Diyarbakır’ı isteme küstahlığında bulunabilmiştir.***** Bu durum, şehrin varislerine büyük bir vazife yüklüyor. Şehrin varisleri, bu “mukaddes mirası” kendilerinden sonraki kuşaklara “İslam’ın yurdu olarak” teslim etmeye mecburlar. Bu, sırtlarına yüklenmiş bir vazifedir; bu vazifeyi yerine getirmekten gafil kalamazlar.

DİYARBAKIR, İSLAM’LA ŞEKİLLENDİ

Kürtlerin bugünkü toplumsal kimliği İslam’ın elinde şekillendiği gibi Diyarbakır’ın kimliği de İslam’la şekillenmiştir. İslamsız bir Kürt halkı tarihsiz, edebiyatsız ve diğer ortak değerlerden yoksun kalarak bir “hiç” olacağı gibi Diyarbakır da İslamsız bir hiçtir.

Hz. İyaz(ra), Mar Thomas kilisesinin bir kısmını, anlaşmayla alarak, fethin işareti olarak camiye çevirdi. Önce camiyle kilise yan yana durdu; sonra kilisenin diğer kısımları da camiye katıldı. Diyarbakır Ulucami, gittikçe tanındı; Mescid-i Haram (Kabe), Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Şam’daki Emevi Camisi’nden sonra İslam’ın 5. Haremi olarak bilindi.

Diyarbakır, kimi rivayetlere göre 500 sahabenin medfun olması ve özellikle Hz. Süleyman Camisi Meşhediyle mukaddestir. Hiçbir güç, İslam’ın izlerini ondan silemez.

DİYARBAKIR MERVANİLERLE GELİŞTİ

Türkiye Cumhuriyeti resmi kurumlarınca hazırlanmalarına rağmen gerek Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) gerek Diyanet İslam Ansiklopedileri şu tarihi hakikati aktarır: “Yarım asır emirlik yapan Naşrüd’Devle ‘nin(Mervani Emiri) zamanı hakikaten bu bölgenin altın devri olmuştur. Marvânoğulları zamanında, Diyarbekir bölgesi muhtelif âlim, şâir ve tabiplerin (msl. Ibn Butlan) ikametgâhı olmuş ve burada Amid şehri de İslâm âleminin dördüncü derecede gelen ilim ve edebiyat merkezlerinden biri hâline gelmiştir.”

Şehir merkezinde Kürtçenin yaygın ve resmi dil olarak konuşulması da Mervaniler dönemine denk geldiği gibi mezhebî kimlik de onların zamanında tamamlanmıştır. MEB İslam Ansiklopedisine göre yörede ilk dönemde Haricilik etkindi, sonra Hambeli, onun da ardından Maliki mezhebi etkin oldu. Şafiiler ise Mervaniler döneminde mezheplerini yayma imkânı buldular; yöre o dönemden sonra Şafii****** mezhebine geçti. Yöredeki Hanefiler ise Osmanlı döneminden kalmadır.

MÜNAZARAYLA FETHEDİLEN ŞEHİR: MEYYAFARKİN (SİLVAN)

Amed, kuşatmasının dördüncü ayında Hz. İyaz(ra), Hişam b. Hakem komutasındaki bir birliği Meyyafarkin’e gönderdi. İslam askerleri, geceleyin şehre Şah Burcu tarafından girdiler, kilisenin önüne vardılar. Sabahleyin İslam askerleriyle karşılaşan, şehrin hakimi Eslağors onlara ne istediklerini sorduktan sonra onlardan İslam hakkında bilgi aldı, ardından onları kiliseye kabul etti ve daha önce Kudüs’ün fethi sırasında Müslüman olup tekrar Hıristiyanlığa dönen Abdülmesih adlı papazla tartıştırdı. Münazaranın neticesinde Eslağors İslam’la şereflendi; Abdülmesih de yeniden İslam’a döndü. Böylece şehir, tarihte benzeri olmayan bir yolla, münazarayla fethedildi.

Eslağors, çevre kaleleri de İslam’a davet etti. Ama onlar, Eslağors’a savaş ilan etti. Bunun üzerine Hz. İyaz(ra), asker göndererek Eslağors’a yardım yetiştirdi. Hıristiyanlar yenildi. Müslümanlar, şehrin başına Eslağors’u yeniden vali olarak bırakıp Amed’e döndüler. (7)

CUMHURİYET, DİYARBAKIR’I EĞİTİMDEN MAHRUM BIRAKTI

16. yüzyılda Diyarbakır’ın geliri tüm Balkan ülkelerinin gelirlerinin 12’de biri kadardı. Osmanlı Dönemi’nde bu zenginlik zamanla tüketildi.(4)

Hilafetin kaldırılmasından sonra Cumhuriyete karşı kıyam eden Şeyh Said, Diyarbakır’ı alamayınca amacına ulaşamadı. Şehirde İslam mirasına karşı hücum serbest kaldı. Şehrin ilk valisi Hz. Sa’sa(ra)’nın mezarı bile yerle bir edildi. Şehrin surları, kısmen yıkıldı, pek çok kitabenin kayıtlı olduğu taşları dağıtıldı. Ancak Avrupalı arkeologların araya girmesiyle bu yıkım durdurulabildi.

Diyarbakır, yeni dönemde en çok eğitimden mahrum kaldı. Şehrin alim ve şeyhleri asılarak katledildi; medreselerinin kapatılmasıyla yetinilmedi, lisesinin kapısına bile kilit vuruldu. Şehir lisesi, ancak 1932’de Fırat’ın doğusundaki tek lise olarak eğitime açılabildi.

Şehir, buna rağmen gelişimini sürdürdü ve İslam döneminde kavuştuğu kültürel hareketliliğe ulaşmanın yoluna bir kez daha girdi. Bugün o yolda ilerlemektedir. (5)


 

Bu haberler de ilginizi çekebilir