• DOLAR 32.572
  • EURO 34.977
  • ALTIN 2424.64
  • ...
Coğrafyamızın İslam`la Şereflenmesi–13
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Ahmet Yılmaz / Araştırma

Cesaret ve Kıyamın Diyarı Elazığ (Palu-Harput) Yöresinin FethiCesaret ve Kıyamın Diyarı Elazığ (Palu-Harput) Yöresinin Fethi

Elazığ yöresini hem fetih hem tarih açısından Palu ve Harput diye iki bölgede görmek gerekir. Tarihî Şimşat şehrinin yerini tutan Palu, Elazığ-Bingöl arasındaki bölgeyi teşkil ederken Harput yöresi, El Cezire`nin uç noktalarından birini teşkil etmektedir.

"Palu" kelimesinin aslı Balu`dur, bu kelime Rum ağzında Balouos olarak kullanılmıştır. Xerpete ve Harput adı ise "Har(taş)- pert(kale)" açılımıyla "Taş Kale" anlamına gelmektedir. Şehrin adının geçmişte "Carcathiocerta" olduğu ve "Carcath=şehir", "Certa=kale" şeklinde "Şehir Kale" anlamına geldiği de iddia edilmektedir. Müslümanlar, Harput`a Hısn-ı Ziyad demişlerdir.

Harput, Osmanlı günlerinde bir sancaktı; Palu ise bir hükümet. "1834`te Doğu eyaletlerini ıslah etmek üzere görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa, Harput`un yerini gelişmeye uygun bulmayarak ovada yer alan Agavat Mezre`sini Harput vilayet merkezi yapmış; böylece Elazığ şehri doğmuştur.
Elazığ`ın ilk adı Mezre`dir. Mezre, 1862`de Sultan Abdülaziz tarafından Ma`muratü`l Aziz diye adlandırılmış. Bölge halkının kısaca el-Aziz dediği bu ad, 1937`de Bakanlar Kurulunca Elazığ diye değiştirilmiştir. (1)

İSLAM ELAZIĞ YÖRESİNDE

İslam orduları, Hicri 17`de Amed (Diyarbakır) önlerine geldiğinde bugünkü Elazığ yöresinde yegâne şehir, Palu ile Harput arasında, Murat nehri kıyısında yer alan Şimşat`tı. Harput ve Palu o zamanlar sadece birer kaleydi.

Yöre; bütün coğrafyamız gibi M.Ö. 2000`lerde hüküm süren ve Kürtlerin ilk atalarından kabul edilen Hurrilerin yerleşim alanıydı; Hurrilerden sonra Hitit, Urartu, Med, Pers, Part, Roma, Sasani hakimiyeti görmüştü, en son Bizans`ın elindeydi.


Amed`in fethi uzun sürünce Fatihimiz Hz. İyaz b. Ganm (ra), ordusunun en gözde komutanı Halid b. Velid (ra)`ı Amed`e yardım göndermeye çalışan çevre kalelerin fethiyle görevlendirdi. Hz. Halid (ra), 300 kişi gibi sayıca küçük ama cesarette kahraman bir birlikle çevre kalelerin fethine yöneldi, kısa bir süre içinde Palu kalesini İslam sınırları içine aldı. Aynı dönemde Hani(Hana), Hetah (bugün Lice`nin bir köyü) ve Silvan civarındaki Zülkarneyn kaleleri de alınarak bu kalelerdeki Bizans askerlerinin Amed önlerine gelerek bir savaşa yol açmaları engellendi.


Harput Kalesi ise bu süreçten sonra muhtemelen M. 642–650 yılları arasında fethedilmiştir. Ancak Fatihimiz Hz. İyaz (ra), Mardin yöresindeki Matkab zaferinden (Hicri 15-M. 637) sonra Medine`ye, Hz. Ömer (ra)`e gönderdiği mektupta fethettiği kaleler arasında Ziyad`ı da sayar ki burası Harput kalesi olmalıdır. Bu bilgi doğru ise Harput`un fethinin Mardin`in fethinin hemen sonrasına denk geldiği söylenebilir.


Bu noktada asıl üzerinde durulan Şimşat şehridir; bu şehir ad yakınlığından dolayı Samsat (Sümeysat-Adıyaman`ın ilçesi) ilçesi karıştırılmıştır.


Bir ad karışıklığı söz konusu değilse, Hz. İyaz (ra), Hicri 15(Miladi 637)`te Habib b. Mesleme komutasındaki İslam birliklerini Şimşat`a gönderdi. Habib, Şimşat`ı fethetti ama daha sonra Şimşat yeniden Bizans`ın eline geçti.


Hz. Osman (ra), kendi hilafet döneminde Şam Valisi Muaviye`ye Şimşat`ı fethetmesini emretti; bunun üzerine Muaviye, Habib b. Mesleme ve Safvan b. Muattal komutasındaki birlikleri Şimşat`a gönderdi; Şimşat şehri Ruha(Urfa) şartları üzerinde sulhla fethedildi.(2)


Harput yöresi, sonraki dönemde defalarca Bizans saldırılarına uğradı. Emevi-Abbasî dönemlerinde Erzurum`dan Malatya`ya ve oradan Tarsus`a uzanan bölge uç bölge (Avasım, Suğuru`l İslam) kabul ediliyordu. Burası sürekli bir cihad alanıydı. İslam dünyasının her yerinden mücahidler, Bizans`la cihad etmek için bu bölgeye geliyorlardı.
Suğuru`l İslam, kendi içinde Suğuru`l Armeniyye (Erzurum yöresi); Suğuru`l Cezire (Malatya yöresi) ve Suğuru`l Şam (Tarsus yöresi) diye üçe ayrılmıştı. Buna göre, Harput yöresi Suğuru`l Şam sınırları içinde kalıyordu. (3)

 

Bütün uç bölgeler gibi Harput yöresi de tarihî bir hassasiyet kazanmış ve İslamî hassasiyetini genellikle belirgin bir şekilde muhafaza etmiştir.


HARPUT`U SON KEZ SELÇUKLULAR FETHETTİ


Hicrî ilk üç asırda Harput yöresi hakkında elde çok bilgi yoktur. Ancak, Hicri 367`de (M. 977–978) Hamdanî reislerinden Ebu Tağlib`in burada olduğu bilinmektedir. Yöre bu tarihlerde, Abbasilerin zayıf düşmesinden dolayı Bizans`ın eline geçti; Bizans, Harput yöresinde yeniden hakimiyet kurdu.


Bu hakimiyet, muhtemelen 1087 veya hemen öncesine kadar sürdü. Selçuk Beylerinden Çubuk Bey, Harput Kalesi`ni ele geçirdi. Kale, o tarihten bugüne hep İslam hâkimiyetinde kaldı.


Harput, yeni dönemde Çubuk Oğulları ve diğer Selçuklulardan sonra uzun süre Artuklu hakimiyetinde kaldı. Harput Artukluları, Selahaddin-i Eyyübî`nin Mardin-Dunaysır (Kızıltepe)`de olduğu bir sırada Eyyübîlere bağlılıklarını bildirdiler. Eyyübîlerle birlikte gerek iç gerek dış savaşlara katıldılar.


Artuklular, hakim oldukları bütün yöreler (Mardin, Hasankeyf) gibi Harput`a da çok hizmet ettiler. Bugün Harput`ta başta büyük değere sahip Ulu Cami olmak üzere, onların çok sayıda mührü vardır.


Harput, 1244`te Moğol istilasına uğradı, o dönemde Selçuklu Sultanı İzzettin Keykâvus Türkmen, Kürt ve Arapları Moğollara karşı örgütledi. Hakkârili mücahidlerden Şerafeddin Ahmed ve Musullu Şerafeddin Mehmet askeri birlikleriyle birlikte yöreye geldiler. Sultan, Şerafeddin Ahmed`e Malatya`yı; Musullu Şerafeddin Mehmet`e ise Harput`u vermişti. İki mücahid de Moğollarla çarpışmışlarsa da yöre halkından yeteri kadar destek almadıklarından başarılı olamadılar ve fedaileri ile birlikte yörede şehid oldular. (4)


Harput, Dulkadiroğulları ve sonrasında Akkoyunlu-Safevi hâkimiyetlerinin ardından coğrafyamızın diğer yöreleriyle birlikte 1515`te İdris-i Bitlisî`nin çabalarıyla Osmanlı hakimiyetine geçti. Bir sancak olarak düzenlenen ve Diyarbakır`a bağlanan Harput, 17. yüzyılın ortalarından itibaren Van Mirlerine bırakılmıştır. (5)


PALU HÜKÜMDARLARI


Palu yöresi, iç içe geçtiği Diyarbakır yöresiyle birlikte Bizans saldırılarından daha emin bir süreç yaşadı. İslam`ın Hicri 17(M. 639)`deki fethinden sonra muhtemelen, bir daha küfrün hakimiyetini görmedi, 1240`larda bütün yöremizde yaşanan Moğol yağması dışında İslam dışı bir unsurun kılıçlarını görmedi.


Palu; Amed (Diyarbakır) ve Meyyafarkin (Silvan) birlikte Hamdanî yönetiminden sonra 101 yıl Mervanî yönetiminde kaldı (984–1085). Mervanîlerin Selçuklular tarafından yıkılmasından sonra, (uzun süre Mervanî yönetimi gören diğer yörelerimizde görüldüğü gibi) Palu`da tam bir dış yönetim yerine (Çubukoğulları, Artuklular, Dulkadiroğulları, Akkoyunlu hakimiyeti altında) özerk Mir yönetimleri devam etti.


Yörede ta Eğil ve Adıyaman Besnî`ye kadar uzanan ve kendilerini Hz. Abbas (ra) soyundan kabul eden Mirdasî aşireti mirleri hakimiyet kurdu. Pek çok Kürt Mirinden farklı olarak Palu Mirleri "Hükümdar" diye vasıflandırılmıştır. İdris-i Bitlisî`nin aracılığıyla diğer Kürt beyleri ile birlikte 1514`te Osmanlı`ya katılan Palu hükümdarlarından özellikle Cemşid Bey 60 yıl süren hükümdarlığı sırasında büyük bir şöhrete kavuştu ve Kanunî Sultan Süleyman`a Doğu seferlerinde danışmanlık etti.(6)


Palu`da mir hakimiyeti, Kürt mirliklerinin dağıtıldığı Batılılaşma Devrimi Tanzimat`a kadar devam etmiştir. Palu Kaymakamlığının resmi belgelerine göre son Palu Beyi 1838`de Nizip`te Osmanlı-Mısır Savaşı`na katılan Süleyman Bey`dir(7). (Bu savaşa, başta Cizre Beyi Bedirhan Paşa olmak üzere pek çok Kürt beyi katılmıştır.) Bu bilgiye göre Palu hükümdarları 800 yılı geçen hakimiyetleri ile Cizre ve Bitlis mirlerini de geçerek Kürtler arasında en uzun süre hükümdarlık yapan ailedir.


Palu, Şeyh Said Kıyamından sonra adeta tasfiye edildi. Çarşıbaşı Mahallesi`nde çıkan bir yangın sonucu çarşı bölümünün büyük bir kısmının yanması ile ilçe, 1928`de Palu Kalesi´nin batısındaki Zeve (Yukarı Palu) denilen yere yerleşmiştir. Bir süre burada kalan ilçe, yerleşim yerinin heyelan alanı olmasından 1954`te buradan da taşınarak Talabi (şimdiki İstasyon) denilen Murat Nehri kıyısındaki düzlük arazi üzerine kurulmuştur.


O tarihte 360 küsur köyü bulunan Palu, daha sonra Karakoçan ve Sivan (Servi)`ın ayrılması ve köylerin bir kısmının Bingöl merkeze bağlanması ile iyice küçülmüştür. 150´ye yakın köyü kalan Palu`nun, 1988`de Kovancılar, Arıcak ve 1990`da Alacakaya´nın ilçe olmasıyla sadece 36 köyü kalmıştır. (9)


ELAZIĞ TÜRKLERİ VE ŞEYH SAİD KIYAMI


Elazığ Türkleri; Ergani ve Eğil Türkleri gibi Şeyh Said Kıyamı`nı desteklediler ve şehir önüne gelen Şeyh Şerif Hazretlerinin askerlerine şehri gönüllü olarak teslim ettiler.


Elazığlılar için bunun geçerli bir gerekçesi vardı:


Kıyamın önderlerinden Şeyh Şerif Hazretleri, pek çok kıyam önderi gibi daha önce Ruslara karşı cihad etmiş; albay rütbesiyle komutanlıkta bulunarak yörede büyük bir sevgi kazanmıştı. Cihaddaki başarıları halk arasında destan olarak anlatılıyordu.


Şeyh Şerif için Rus dış tehlikesinden sonra İslamî değerlere yönelen iç tehdit ve bunun neticesinde Hilafetin kaldırılmasına itiraz etme "la" deme nedeniydi. Aynı kanaat İslam`a hakkıyla inanmış Elazığ Türkleri için de geçerliydi. Türk veya Kürt olmak, İslamî sorumluluğu ne azaltır ne de artırırdı. İtirazın sebepleri makul; itiraza öncülük edenler güvenilir alimlerdi. Irk farklılığı, Müslümanlar arasında o güne kadar bir tutum gerekçesi değildi; o gün de olamazdı. Şeyh Şerif`in Kürt, Çerkez veya Arap olması tali bir mesele bile olamazdı.

Ancak Elazığ Türklerinin akide kaynaklı bu tutumu, içeride kıyamı bir Kürt isyanı olarak anlatarak Türkleri cepheye süren Cumhuriyet Hükümetinin tezine ağır bir darbe vuruyor ve kıyamın Batı illerine yayılması sorununu doğuruyordu.

Cumhuriyet Hükümeti, hemen harekete geçti ve yöre halkının hiç bilmediği "Özel Harp Teknikleri" devreye girdi. Elazığ esnafının dükkanları bilinmeyen kişilerce yağmalandı, Elazığ`da pek çok şayia yayıldı. Şeyh Şerif`in bütün çabasına rağmen bu hile, halkın bir bölümünün askerlere yardım etmesine ve Şeyh Şerif kuvvetlerinin Elazığ`dan çıkarılmasına yol açtı.

Şevket Efendi, Hamit Ağa, Hacı Hüsnü Efendi gibi Ergani, Eğil Türkleri de Şeyh Said Kıyamı`na katılmışlardı(10). Ancak Elazığ Türkleri daha büyük bir topluluktu. Cumhuriyet yönetimi, hep Ergani Türklerini gündemde tuttu ama asıl dikkatini Elazığ Türkleri üzerine verdi. Elazığ Türklerini, alttan alta, Kürtlerin istiklalini destekleme cehaleti ve kendi ırkına ihanetle suçladı. Halkı "ihanetten pişmanlık" psikolojisine sokarak değiştirme yoluna gitti; Elazığ halkında eksik görülen "ırkı aidiyet"in oluşması için zemin hazırlandı.

Sosyal mühendisliğin Devlet Planlama Teşkilatı eliyle teknik bir düzeye ulaştığı 1960 İhtilalinden sonra Elazığ Türkleri arasında milliyetçilik örgütlü olarak yaydırıldı.
70`li yıllarda milliyetçilik, Alevi ve dolayısıyla Komünizm karşıtlığıyla Türk-Kürt bütün halkın gözünde "meşru" ve "ortak" bir kimliğe büründürüldü. Bu programdan sonra Elazığ`ın Palu yöresi dışındaki Zaza gençleri arasında bile Türk milliyetçiliği yayıldı, yörede bir tür milis kuvvetler oluştu.

Milliyetçilik, bireyler için habis bir hastalık; toplumlar için sonu gelmez bir kargaşa ve huzursuzluk kaynağıdır. Bu habis hastalığa çare, hastalığın Kürtçe versiyonunu yaymak değil; İslam`a sarılmaktır.


80`li yıllarda İslamî şuurun yayılması ve 90`lı yıllarda Alparslan Türkeş`in aşırı laik tutumu, daima dindar kalan Elazığ Türkleri arasında milliyetçiliği frenledi.
Elazığ`da ortak değer bugüne kadar İslam`dı; bundan sonra da İslam`dır. Elazığ; Türk ve Kürdüyle İslam`a sarıldıkça huzur bulacak ve kuvvet kazanacaktır.

KAYNAKLAR:
1. MEB İslam Ansiklopedisi, Diyanet İslam Ansiklopedisi Elazığ, Harput maddeleri
2. Ahmet Demir, İslam`ın Anadolu`ya Gelişi
3, 4. Nureddin Ardıçoğlu, Harput Tarihi
5. İbrahim Erdoğdu, Sancaktan Mukâta`aya Geçiş Sürecinde Harput Sancağında Ehl-i Örf Taifesi
6. Şeref Han, Şerefname
7, 8, 9. Palu Kaymakamlığı Sitesi
10. Şeyh Said`in İstiklal Mahkemesindeki ifadesi
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir