• DOLAR 32.33
  • EURO 35.076
  • ALTIN 2300.997
  • ...
Coğrafyamızın İslam`la Şereflenmesi–15
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 


Pazar, 21 Kasım 2010 13:40 YAZI DİZİSİ - YAZI DİZİSİ
vanharitasi

Ahmet Yılmaz / Araştırma

Medreselerle Hayat Bulan VAN YÖRESİNİN FETHi

Binlerce yıllık tarihiyle insanlığın ana adreslerinden biri olan Van yöresi, İslam’la şereflendikten sonra bugünkü kimliğine kavuşmuş ancak tarihi değeri ve coğrafik güzelliğiyle Ermenilerin “düş ülkesi” olmayı sürdürmüştür. Ermeniler, medreselerle hayat bulan bu aziz İslam beldesine yeniden Haç dikmek için 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında bir kez daha harekete geçerek Van’ı yakıp yıkmışlardır.

O büyük felaketten yine maneviyat rehberlerinin sayesinde kurtulan Van yöresi, bugün modernleşmeye karşı direnerek İslam’ın kendisine kazandırdığı şerefi korumaya çalışmakta ve tahripkâr kültür işgalcilerine karşı direnmektedir.

Tarihi ve dünya harikası coğrafyasıyla Van, tabii olarak pek çok efsaneye konu olmuş; isminin kökeni hakkında değişik iddialar ortaya atılmıştır. Milattan önce 900–600 yıllarında bölgede hüküm süren Urartular, Van yöresine Biani Ülkesi demişlerdir. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Büyük İskender’in Van Kalesindeki Vank adlı bir mabedin adını şehre verdiğini belirtmektedir. Ancak bu bilginin doğruluğu kuşkuludur.

Tuşpa Kalesi etrafında kurulan eski Van şehri, başlı başına bir değer olmakla birlikte Erciş, Müks, Gevaş gibi tarihî ilçeleriyle Van yöresi, şehrin tarihine sığmayacak kadar zengin bir geçmişe sahiptir. Van, ancak çevresindeki bu zengin tarih içinde anlatıldığında gerçek kimliğiyle ele alınmış olur.

İSLAM ORDULARININ VAN YÖRESİNE GİRİŞİ

Bütün coğrafyamız gibi tarih boyunca, Urartu, Med, Pers, Roma, Sasani, Bizans hakimiyetleri gören Van yöresine İslam ordularının girmesine Ahlat’ın fethi vesile olmuştur. Hicri 17, Miladi 639’da Bizans’a bağlı Ahlat Valisi Sityinus, Ahlat kalesini saran İslam ordularından kurtulmayı ve İslam’ı coğrafyamızın dışına atmayı şöyle düşlüyordu:

“Onlarla Vestan(Gevaş) Ovası’nda savaşacağız. O geniş ova, savaşa uygun bir yerdir. Müslümanların tanımadığı o araziyi biz çok iyi biliriz, bunun geçitlerini tutar, Müslümanlardan kimseyi sağ bırakmayız. Sonra Diyar-ı Bekr’i ve Diyar-ı Rabia’yı da onlardan geri alırız.”

Ahlat’a gönderilen İslam elçileri kalede esir tutulmuştu. Onlardan gelecek haberi merakla bekleyen Fatihimiz Hz. İyaz b. Ganm (ra), durumu arkadaşlarıyla istişare etti ve İslam ordusu karargahının Vestan Ovası’na taşınmasına karar verdi.

Vestan’daki İslam ordusu karargâhından Ahlat’a haberciler gönderen Fatihimiz İyaz (ra), Ahlat valisinin Müslümanlara karşı büyük bir ittifak kurduğunu haber aldı. Kaledeki esir Müslüman elçilerin hâli onu düşündürdü ancak “La Havle ve la kuvvete illa billah” diyerek Rabbine güvendi.

Hz. İyaz (ra), Vestan’da iken hastalandı, sahabeler ve tabiinler yanına gelip ona şifalar diledi. 10 günlük bir beklemeden sonra Ahlat’tan hayırlı haberler geldi. İslam’ı Vestan’da yenip coğrafyamızdan atmayı düşleyen Sityinus’un evinde iç savaş çıktı. Kızı Taron, Müslümanların safında savaştı ve Ahlat İslam’a teslim oldu.

Hz. İyaz (ra), Vestan’da iken çevredeki kalelerle savaşsız antlaşmalar yaptı, çevre kaleleri İslam hâkimiyetine bağladı. Dolayısıyla Van yöresinin İslam hakimiyetini tanıması, Hicretten sadece 17 yıl sonra Miladi 639’da gerçekleşmiştir.

Ancak, Bizans başta Erzurum (Kalikya) olmak üzere rahat durmuyor; Ermenilerle birlikte İslam’a karşı cepheler kuruyordu. Bunun üzerine Hz. Osman (ra) zamanında Hicri 25’te Habib b. Mesleme komutasındaki bir ordu, Erzurum’a gönderildi. Bölgedeki bütün Hıristiyanların Ermeni beyi Ermenyakos etrafında buluşmaları üzerine Habib, Hz. Osman (ra)’dan yardım istedi. Hz. Osman (ra), ta Küfe’den başlayarak yörede adeta bir seferberlik ilan ederek İslam ordularını Habib’in yardımına gönderdi. Küfe askerlerinin yanında Muaviye yönetimindeki Şam ve El Cezire bölgesinden altı bin kişi Habib’in yardımına ulaştı. İslam ordusu, kendisinden kat kat fazla olan 80 bin kişilik Bizans ordusunu bir gece baskınıyla püskürttü.

Bizans tehlikesini bertaraf eden Habib, yöredeki İslam hakimiyetini pekiştirmek için Müks’e (Bahçesaray) giderek yörenin hakimiyle anlaştı. Ardından askerlerini Erciş ve yine Van sınırları içinde yer alan Bacüneys’e göndererek buralardan cizye topladı.

Yöredeki Ermeni beylerin Habib’e Hz. İyaz’dan aldıkları amannameleri gösterdikleri düşünülürse Habib’in bu yöredeki çalışmalarını bir fetih olarak görmekten öte, fethin pekiştirilmesi olarak görmek gerekir.

ERMENİ MUSİBETİNİN KAYNAĞI

Van ve felaket denince akla Ermeniler gelir. Ne yazık ki Ermeni belasının kaynağında İslam ordularının bu halka yönelik hoşgörüsü vardır.

İslam orduları, Van Ermeni beylerini ortadan kaldırmak yerine onları Ermeniyye (Armanya)’nin İslam valisine bağlı özerk emirlikler şeklinde içişlerinde serbest bırakarak iş başında tuttular. Nedenini tam bilemediğimiz ancak İslam ordularının bir an önce Kafkas dağlarını aşmak için bir ara çözüm olarak düşündüğünü tahmin ettiğimiz bu ayrıcalık, Ermeni toplumunun İslam sınırları içinde Hıristiyan kimliğini korumasına ve İslam’a karşı yüzyıllar boyunca Bizans; modern çağda ise Rusya ve Batı Hıristiyanlığı için “maşa” işlevi görmesine yol açmıştır.

Çoğu İslamî endişeden yoksun Emevi Halifeleri, sanatkârlıkları ile ünlü Ermenilerin İslamlaşması için çaba göstermediler hatta kimi rivayetlere göre büyük miktarda cizye aldıkları Hıristiyanların İslamlaşmasını engellediler. İslam’la şereflenen Hıristiyanlardan cizye almaya devam ederek İslam’a yönelişi kayda geçirmediler.

Abbasi Halifesi Mansur döneminde (M. 770–772) Ermeniler, büyük bir ayaklanma başlattılar. Yörenin valisi Hasan b. Kahtabe ayaklanmayı bastırmaktan aciz kalınca Abbasi Halifesi bölgeye destek ordusu gönderdi, Ermeniler Erciş önlerinde tarihî bir yenilgiye uğradı.

806’da Halife Harun Reşid, Bizanslara karşı Ermeni desteğini kazanmak için Ermeni Aşot’u Ermeniyye Meliki ilan etti. Miladi 9. yüzyılın sonunda Abbasi Halifeliği zayıflarken Bizans, Ermeni beylerini kazanma politikası geliştirdi. Şehinşah-ı Armen olmaları kendilerine yetmeyen Ermeniler, Bizans’ın bu politikasına fazlasıyla destek verdi.

11. yüzyılın başında Abbasi devleti iyice zayıflarken Bizans İmparatorluğu yöredeki Ermeni beylerini teker teker ortadan kaldırarak, onlara hıyanetin ödülünü (!) verdi; Ermenilerin önemli bir bölümünü Fırat’ın batısına göç ettirdi. Böylece yöredeki Ermeni varlığı azaldı ama sona ermedi.

VAN, MEDRESELERLE İSLAMİ KİMLİĞİNE KAVUŞTU

Ermenilerle yapılan anlaşma ve onlara yönelik İslam’la şereflendirme hizmetlerinin önemsenmemesi Van yöresinde İslam’ın kökleşmesini geciktirdi. Bu gecikme, 10. yüzyıldan itibaren yörede yerel İslamî hanedanların oluşup medreseler kurmasıyla son buldu ve Van, aydınlanmakla kalmadı, güneş gibi etrafını da aydınlatmaya başladı.

Mervanilerin atası, Baz bin Dostık, ilk önce Van Erciş yöresini ele geçirdi; daha sonra 983’te Diyar-ı Bekr ve ardından Musul’a uzanan bir hanedanlık kurdu.

1046 yılında Mervani yönetimindeki Van topraklarını gezen seyyah Nasır-ı Hüsrev, Vestan’ı canlı bir ekonomik yapıya sahip, Müslüman ve Hıristiyanların sulh içinde yaşadıkları bir yer olarak tarif etmektedir.

Ancak Mervanilerden sonra yörede daha büyük bir değişim ortaya çıkar. Mervaniler, Selçuklular tarafından dağıtılmasına rağmen yörede pek çok Kürt hanedanlık oluşur ve bunlar Van yöresine ilim ve irfan üzerine kurulu yeni bir yapı getirir. (Ahlat’ın Sökmen şahları ve sonra Ahlat Eyyübi beyleri de medreselere büyük yatırım yapar. Ayrıca Eyyübiler döneminde Van çevresindeki Ahlat-Bitlis yörelerinde yerel hanedanlıklar büyük güç kazanır.)

Van yöresi 14. yüzyılda Karakoyunlu hakimiyetine girer ama yerel yönetim Hakkari beylerinden Melik İzzeddin Şir’in elindeydi. Timur geldiğinde İzzeddin Şir, bir süre yönetimde bırakıldı ve Kürdistan beyi ilan edildi.

Gevaş’ta İzzeddin Şir adına büyük bir medrese açılmıştır. Medrese hâlâ Hişet Mahallesi’nde kalıntı olarak durmaktadır.

Van yöresinde İslamî hizmetlerin doruğa çıkması sonraki dönemde Hizan Beyleri ve Mahmudî Beylerinin medreseleri sayesinde olmuştur.

Şerefname’nin Sahibi Şerefhan, Van ve Müks’te (Bahçesaray), “Isbayerd Hükümdarları” ve “Müks Beyleri” kollarıyla hüküm süren Hizan Beylerini şöyle anlatır:

“Xizan adı, dillerde ağızlarda yaygın halde dolaştığı gibi eskiden “seherlerde kalkanlar” anlamına gelen “Seherhizan” idi. Çünkü Kürdistan şehirleri arasında bu ülkenin halkı gece ve seherlerde kalkıp ibadet etmekle, günahlardan sakınmakla, dindarlıkla, güvenilir olmakla ve dine sımsıkı sarılmakla ün yapmışlardı.”

Gerek Isbayerd Hükümdarları gerek Müks Beyleri arasında günahkarlar elbette vardır. Onlar da cezalarını görmüşlerdir. Ancak bu durum söz konusu beyliklerin medreselerle İslam’a yaptığı hizmeti gölgelemekten uzaktır.

Şerefhan, Hoşab Mahmudî Beylerinden Şêr Beyi ise şöyle anlatır: “İyi kalpli, sofu meşrepli, ilim ve ibadet adamlarına eğilimi olan, vakitlerini bilginlerin, fazilet sahiplerinin, tasavvuf şeyhlerinin yanında geçiren bir adamdı. Beytullah’a gidip Hac da yaptı.”

Bitlis Norşin’de yer alan Tağ Medresesi, son iki yüzyılın kuşkusuz en önemli eğitim kurumlarımızdandır. Başta Üstad Bediüzzaman ve Şeyh Ahmed-i Haznevi olmak üzere pek çok ilim ve irfan sahibinin yolu o medrese ve oradaki dergâhtan geçmiştir. Daha önce Bitlis’i anlatırken hikâyesini verdiğimiz Tağ Medresesi’nin kaynağını bir daha veriyoruz.

TAĞ MEDRESESİ’NİN KAYNAĞI MÜKS’TÜR

Han Mahmud’un diyarı Müks (Bahçesaray) yöresinde dev bir medrese vardı. Manevi hava o kadar etkili olmuş ki mir hanımları bile kendi vakfiyeleri üzerinden medreseler inşa etmişlerdir. Örneğin, Hizan ile Müks arasındaki bölgede yer alan Isbayerd Beyliğinin Miri Abdi Beyin hanımı Miranete Hanım (Mükslü Eyyüp Han Beyin kızı ve Müks Beyi Han Mahmud’un halasıdır), Müks’teki Mir Hasan Medresesi’nin bir benzerini “Babamın yurdunda büyük bir medrese vardı. Burada neden olmasın?” diyerek Tağ’da kurmuş ve bu medreseyi büyük mürşid Şeyh Abdurrahman-ı Taği Hazretlerinin babası Mele Mahmud’a vakfiye olarak vermiştir. Türkiye’deki İslamileşmede çok büyük öneme sahip Tağ Medresesi ve dergahı bu vesileyle oluşmuştur.

BATILILAŞMA- ERMENİ VAKALARI VE CUMHURİYETİN İLANI

19. yüzyılın başında Batılılaşmayla birlikte mirlikler yıkıldı, bazı medreseler sahipsiz kaldı. Ermeniler güçlendi harekete geçti. Aynen Ahlat beyi Sityunis gibi Van’da Müslümanları yenip İslam’ı ta Maraş’a kadar coğrafyamızdan atma düşüne kapıldı. Önce 1896, sonra 1915’te Van şehri Ermenilerce yakıp yıkıldı.

Cumhuriyet’ten sonra Üstad Bediüzzaman Van’dan sürgün edildi. Horhor Medresesi tarihe karıştı. Van, kendisini Medresettüzzehra’ya kavuşturmak isteyen Üstad’nın gidişiyle ilmi yönden yetim kaldı, Van’da ilim eğitimi bitti.

Ne acıdır ki 30–40 yıl önce Van yöresinin çoğu köyünde sadece, Mardin ve Cizre yöresinden giden Ramazan imamları dediğimiz muvakkat; neredeyse hepsi az eğitimli ve geçim derdinde imamlar bulunuyordu.

Batılılaşmanın ilk devresi Tanzimat, Van’ı Ermenilere karşı silahlı savunmadan yoksun bıraktı. En büyük aşaması Cumhuriyet Devrimleri ise Van’ı ilim-irfan savunmasından etti, kültürel işgale açtı. Van, bugün buna direniyor; medreselerinde âlimlerin, feqilerin sesinin yankılanacağı günleri sabırsızlıkla bekliyor.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, boşuna Van’ı seçmemiş; konumu, tertemiz zozan havası, insana hayatın doğuşunu hatırlatan güzel suları ve sıcak insanıyla dünyanın en büyük ilim merkezi olmaya her zaman adaydır Van.

VAN’DA KÜRESÜNNİ MÜSLÜMANLARI

Önemli bir bölümü I. Dünya Savaşı sonrasında ve Cumhuriyet Döneminde Van yöresine İran Azerbaycan’ından göç ettirilmiş Şafii Müslümanlardır. Bir kısım Kürtçe konuşsa da ezici çoğunluğu Türkçenin Azeri lehçesiyle konuşur ve kendisini Azeri Türkü kabul eder. Ancak Şafii olmakla Azeri çoğunluktan ayrılır. Küresünni Müslümanlar, bildiğim kadarıyla, dünyada Şafii mezhebine mensup, kendilerini Türk kabul eden tek topluluğu oluşturur.

Van yöresinde önemli bir nüfusa sahip Kuresünni Müslümanlarla yörenin kadim halkı arasında İslam sayesinde bir bağ oluşmuş ve her iki tarafa yönelik ırkçı (Kürtçü-Türkçü) eğilimlere rağmen bu bağ yerini düşmanlığa bırakmamıştır.

Kaynaklar:

1.MEB İslam Ansiklopedisi Van maddesi, Büyük Larousse Ansiklopedisi

2. İbn-i Esir Tarihi

3. Şeref Han, Şerefname

4. Ahmet Demir, İslam’ın Anadolu’ya Gelişi

5. Vakidi, Fütûü’ş-Şam (Hasan Gülşen Çevirisi)

Bu haberler de ilginizi çekebilir