• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
Sınırın Sıfır Noktasında Sınıfta Kalmak
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Ahmet Yıldırım / Doğruhaber
Uludere katliamı üzerinden bir hafta geçti. Yaşanan katliamın oluşturduğu acı, katliamın arkasındaki sırlar veya “ihmaller”in gölgesinde kaldı.

Muhalefete veya bir kısım medyaya esip gürlese de hükümet bu olaydaki pasif, hatta anlaşılmaz tutumuyla psikolojik irtifa kaybetti.

Hatırlayalım olayın ilk saatlerini, hatta ilk gününü. PKK’ye yakın haber siteleri, olayı ilk elden duyan bazı kesimler, yaşanan katliamla ilgili haberleri duyurmaya başladı. Roj Tv gece yarısından itibaren canlı yayına geçti. Ama sabah oldu, ne hükümetten ne devletin diğer organlarından tek kelimelik açıklama gelmedi. İlginç olan ise, Türk medyasının daldığı derin sessizlikti. Yaşanan çatışmalarda ölen PKK’li ya da asker haberlerini dakika farkıyla veren medya, bu olayda adeta kör, sağır kesildi. Gün ağardı, saatler ilerledi ama anlaşılmaz sessizlik bir türlü bitmedi. Derken ürkek haberler, kıytırık altyazılar geçmeye başladı. Gün ortasına gelindiğinde ise tartışmalar “Terörist mi, Kaçakçı mı?” tartışmasına dönüştü.

Nihayet akşama doğru iktidar kanadından parti sözcüsü kameraların karşısına geçmeyi başardı. Katliama getirilen izahat ise yaşanan bunca sessizliği karşılamaktan oldukça uzaktı:

“Operasyon kazası!”
Gerçekten “kaza” olabilir miydi? Elbette olabilirdi. Ama velev ki kaza bile olsa bu denli sessizliğin anlamı olabilir miydi? Orada 35 tane vatandaşınız, bizzat istihbaratınızın yönlendirmesiyle savaş uçaklarınız tarafından vurulmuş, ama siz, neredeyse yirmi dört saat geçmesine rağmen hala olayın ciddiyetinin bilincinde olmuyorsunuz. Olacak iş mi? Bu durumda olayın kasıtlı olmadığı konusunda artık kimi inandırabileceksiniz ki!

İnsanlar bombalara hedef oluyor, çok geçmeden sivil oldukları anlaşılıyor. Hızlıca olay mahalline hareket etmesi gereken devlet veya hükümet yetkilileri, “kaza”nın oluşturduğu şokun da etkisiyle yaraları sarması gerekirken, cenazeler ve yaralılar en ilkel şartlarda, katırların sırtında istiflenerek taşınıyor. Basit hastalıklarda sergilenen “Ambulans helikopter” şovları, gerçeklik karşısında kayboluveriyor.

Böyle bir vurdumduymazlık karşısında geç gelen “kaza” beyanına tepkiler yükselmesin de neye yükselsin. Velev ki birileri cenazeler üzerinden istismar politikası güdüyor bile olsa, istismara giden yolda elinizden geleni ardınıza koymamanız, en az istismar kadar hazin bir tablo oluşturmuyor mu?

Bombalama, kaza ya da birilerinin kasıtlı istihbaratı sonucu da olabilir. Hatta Heron ve Predatorlar üzerinden ABD ve İsrail’e teslim edilen operasyonel süreçte büyük bir kazık da yemiş olabilirsiniz. Ama yaşanan bu denli bir trajediye lakayt kalmakla kalmadınız, bilakis bu katliamın savunuculuğuna da soyunarak devletçi refleksin verdiği hoyratlığa teslim oldunuz. Aradan günler geçmesine karşın “Tazminat” kartını bir lütuf niyetine tedavüle soktunuz. Oysa tazminatın bir lütuf olmadığını en çok sizlerin bilmesi gerekirdi.

Hani PKK’nin son Çukurca eyleminde ölen 26 asker için takındığınız yas havası vardı ya! Tamam ciğeriniz yanmıştı, hükümet olarak da devlet olarak da bir takım uygulamalar ortaya koydunuz. Kutlama ve resepsiyon türü etkinlikleri iptal ettiniz. Televizyonlar eğlence programlarına ara vermek durumunda kaldılar. Elbette anlaşılabilir bir uygulamaydı. Ama aynı şeyin katledilen 35 sivil için de yapılması gerekmez miydi? Roboski’den ağıtlar yükselirken yılbaşında eğlence niyetine sergilenen kepazeliğin insani bir izahatı olabilir mi? Kaç televizyon kanalı “Vur patlasın” çılgınlığından geri kaldı? Taksim’i saran baldırıçıplaklar etrafında duyulan “taciz” hassasiyeti, bir anda katliam gerçekliğini bile geride bırakmadı mı?
BDP cenazeleri istismar edebilir, CHP meseleden siyasi rant elde etmenin hesaplarını yapmış olabilirdi. Hatta kimi medya organları “sorumsuzca” manşetler atabilir, kimi köşe yazarları cambazlık yapmış olabilirdi. İyi de sizler, hem de devletçi söylemi özümsediği aşikar olan hükümet olarak nerede idiniz? Gerekli adımları ilk başta atıp üzerinize düşeni yapmış olsaydınız, suçlamalarınızın bir anlamı olabilirdi. Ama geç kalmakla kalmadınız, meseleye sıradanlık kazandırma peşine düştünüz.
Bunca pasif, hatta ilgisizliğiniz ortadayken başkalarını suçlama içerisine girmeniz, hem gerçekliğinizin sorgulanmasını beraberinde getirdi, hem de inandırıcılığınızı dümdüz etti. Kısacası Uludere’de, Roboski köyünde, sınırın sıfır noktasında sınıfta kaldınız.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir