• DOLAR 32.377
  • EURO 34.98
  • ALTIN 2325.71
  • ...
Küresel temsil ve akamete uğrayan projeler
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Dünya siyasetine büyük oranda yön veren “Uluslararası Sistem (US)” diye resmi hüviyeti olmayan bir söylem vardır. Siyaset bilimi; (US)`yi dünyadaki güç dağılımını esas alarak, lokomotifliğini ABD`nin yaptığı (Haçlı Siyonist) batı bloğu olarak gösterir.

Bu (US) dünya üzerindeki hakimiyetini bir kısım resmi ve özerk kuruluş üzerinden hissettirir. Örneğin resmi kuruluşlardan; BM, NATO, AB, NAFTA, AGİT, AİHM, APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü) BM dahilinde Güvenlik Konseyi ve Adalet Divanı vb.. yapılar her sorunda sorumluluk alacak şekilde dizayn edilmişler. Buna her sorundan sorumlular da denilebilir.)

Örnek kuruluşlar olarakta; İMF, FED (ABD Merkez Bankası) BIST(Dünyadaki tüm merkez bankalarını ve borsaları kontrol eden mekânizma) Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IBRD(Uluslararası yeniden yapılanma ve Kalkınma Bankası)… Standard and Poors (SP)… gibi para merkezli kontrol sistemleri inşa edilmiştir.

Bazı ülkeler bu etkin denetörlerin radarlarından kurtulmak için yeni bir bölgesel güç birlikleri oluşturmaya çalışsalar da bunlardan sadece Rusya, BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) ve ŞİÖ (Şangay işbirliği Örgütü) gibi yapılara işlerlik kazandırarak siyasi ve ekonomik hiterlandını (US)`in yıkıcı kontrolünden kısmen koruyabilmiştir.

Diğer bölgelerdeki güç dağılımı ne olursa olsun (US)`in takibinden kurtulamamışlardır. Örneğin; ABD, Asya Pasifikteki eko-siyaseti kontrol edebilmek için APEC`e sonradan katılmış ve zaman içerisinde total gücü sayesinde bu kuruluşta da dinamo olacak tarzda söz sahibi olmuştur.

Gerek uluslararası sistemin gerekse de Rus-Çin gibi doğu bloğu temsilcisi büyük güçlerin en büyük ilgisi İslam Coğrafyasına ve Ümmete yönelmiştir.” dense hiç de abartılmış sayılmaz. Bu negatif ilgiyi 57 İslam ülkesinin bölgesel veya küresel çapta kurmaya çalıştıkları projelerin işlevsiztirilmesinde ya da akim kılınmalarında görmek mümkündür.

Müslümanların ve sair insanların bilinç altına zerk edilen zehirli bir soru vardır; Müslüman ülkeler ve halklar hep geri kalmış durumda, bunun sebebi “din ve ulema” değil mi? Diye bununla direkt olarak İslam, ikinci planda da Müslümanlar suçlanmaktadır.

Oysa kısaca yakın tarih gözden geçirilse; bütün İslam beldelerinin işgallere uğradıkları ve bağımsızlıklarını (kısmen de olsa) daha yeni kazandıkları görülür. Örneğin;

-Körfez ülkeleri, Irak, İran, Suriye bağımsızlıkları 1930-1950 arası

-Kuzey Afrika ve Sahra altı 1950-1960

-Türkî Cumhuriyetler 1990`dan sonra…

bağımsızlıktan sonra da bu ülkelerin hiçbiri kendi başkentinden idare edilmemiştir.

Washington-Londra-Tel Aviv ve Moskova gibi güç merkezlerinin gölgesi hiçbir zaman bu ülkelerin üzerinden çekilmemiştir. Bir yandan kukla idareciler atanmış, bir yandan ehil olmayan bürokratlar itina ile yerleştirilmiş; böylece ipler her daim kuklacıların elinde kalmıştır. Dönem dönem gayret-i diniye yahut gayret-i milliyesi galebe çalan liderler ortaya çıksa ya suikastlere kurban edildiler ya da ülkeleri yıllarca ambargolar ile te`dip edildiler.

Hal böyle iken İslam ülkelerinin tüm insanlığa hitap edebilecek kapasitede büyük projeler ortaya koymalarını beklemek de biraz haksızlık olur. Darbeyle iş başına gelen veya icazetini mezkur başkentlerden alan yöneticilerden İslam adına hizmet beklemek de ayrı bir saflık konusudur.

Buna rağmen İslam ülkelerinin çeşitli kuruluşlara imza attıkları görülür. Bunlardan birkaçı;

-         İİT- İslam işbirliği Teşkilatı 57 ülke Merkezi- Cidde

-         Arap Birliği- 22 ülke- Merkezi Kahire

-         Körfez İşbirliği Konseyi- Basra körfezinin sadece batısındaki krallıklar

-         Büyük Mağrip Birliği- Kuzey Afrika`daki Müslüman ülkelerin Gümrük Birliği temelinde başlattıkları, ancak Arap Baharı ile tam akamete uğrayan bir proje idi.

-         Diğer çalışma da Türkiye`nin gayretleriyle bir şemsiye altında beraber hareket etmeye yönelik “Türki Cumhuriyetlerle” ilgili süregelen projedir.

İslam dünyasında çeşitli vesilelerle ortaya konulan ama yukarıdakiler gibi ya atıl bırakılan ya da çizgisinden saptırılıp (US)`in hizmetine sokulan irili ufaklı birçok kuruluş ve proje ortaya kondu.

Ancak iki proje var ki; bunların endişe uyandırıp çok hızlı bir şekilde akamete uğratılması her Müslüman için ibretlik birer hadisedir.

Bunların ilki; (Diktatör) Kaddafi`nin hayalini kurduğu “Afrika Birliği” projesidir. Kaddafi, ‘Büyük Mağrip Birliğinin kıskançlıklara ve siyasi çekişmelere kurban edildiğini gördüğünde, temelleri, 1963`te atılmış ama üzeri küllenmiş “Birlik” fikrini tekrar canlandırmak istemişti. Bu konuda oldukça hızlı yol alınmış ve en son 2009`da Sirte`de atılan imzalarla 2014 tarihi 32 Afrika ülkesi için Avrupa Birliğine benzer yeni bir yapının startı olarak belirlenmişti. Bu anlaşmaya göre Afrika ülkeleri “Tek Para- Tek Ordu ve Tek Devlet” amacıyla hareket edeceklerdi.

Lakin ne hikmetse; “Arap Baharının” güçlü ateşi Libya`ya sıçradığında Londra- Paris ve Roma, Kaddafi`nin diktatör olduğunu hatırlatmış ve tezviratta bulunuyorlardı. Oysa çok kısa bir süre önce Kaddafi Elyesse Sarayının Bahçesinde “Çadır” kurmuş ve Sarkozy ile poz vermişti. Hakeza İtalya Başkanı Berlusconi`nin malikanesinde düzenlediği “Cunga” partilerine de lojistik(!) gönderdiğini yine batı basını yazmaktaydı.

Kısaca; Kaddafi`nin diktatör olduğu hatırlanmıştı. Kaddafi nihayette hak ettiği cezayı buldu. Fakat Libya fiilen üç parçaya bölündü ve artık Afrika`da ‘Birlikten` bahseden hiç kimse de kalmadı.

İkinci proje ise; Erdoğan`ın iyi niyetle akıllara ve gönüllere arz ettiği “Şamgen” projesi idi. Buna göre; başta Türkiye`yle Suriye arasında Gümrük” kalkacak ve zamanla çevredeki diğer Müslüman ülkeleri kapsayarak genişleyecekti. “ekonomik entegrasyon, siyasi, sosyal ve askeri sorunları zayıflatıp ortadan kaldıracaktı…”

Ama yine ilginç bir şekilde; oldukça verimli adımlar atılmış olmasına rağmen Suriye`ye sıçrayan ateşle bu proje de akamete uğramış oluyordu.

Burada müsebbip olarak Esad`ın ve Baas`ın barbarlıkları (haklı olarak) gösterilse de “İslam Coğrafyası halklarının “Birlik” projelerine neden izin verilmediği üzerinde düşünülmelidir.”

(US) insanlığa iki şey sunmakta, hatta dayatmaktadır. Bunlar; Sekülerize edilen Hristiyanlık ile Kapitalizmin mutasyon geçirmiş hali neo liberal ekonomik sistemdir. (US)`in; hiçbir şekilde İslam referanslı herhangi bir oluşumun tüm insanlığa olumlu manada bir çağrıda bulunmasına ya da bir model sunmasına göz yumması söz konusu değildir.

(US)`in gücü üç sacayağı üzerinde yükselir. Bunlar; Askeri Güç- Medya ve Paradır. Bu üçünün etkisindeki gönüllüler ordusuyla birlikte, yöneldikleri İslam ülkelerinin kılcal damarlarına kadar sirayet ettiklerinden, kontrolü elden bırakmazlar.

Arap baharı rüzgârının ilanihaye kendi tahtlarını da sallayacağını bilen Körfez Krallıkları daha ilk günden bu baharı boğmaya çalıştılar ve en son Suriye`de bunu durdurup rüzgârı tersine çevirdiler. Mısırda darbe, Libya ve Suriye`de iç savaş (US)`in gönüllü maşası olan bu krallıkların eseridir.

Hülasa: İslam dininin başka hiçbir inanç veya ideolojide bulunmayan muazzam bir dinamizmi vardır ki; bu olgu, Müslümanların uzun süre statik durmalarına ve yenilgiyi kabullenmelerine engeldir. İslam dünyası âlimiyle-siyasetçisiyle devamlı, çıkış hareketlerinde bulunacaklardır. Hedefe nail olabilmek için güçlü bir ekonomi kadar, güçlü bir ordu, güçlü bir istihbarat ağı ve en önemlisi güçlü bir iman/irade gerekmektedir. Bu konuda İslami STK`ların ve camiaların da yapıcı faaliyetler ile toplumu ve siyaseti “İman ekseninde” dönüştürmeye çalışmaları gerekir.

Ümmetin zorlu bir dönemden geçtiği gerçeği göz önünde bulundurularak, keskin söylemlerden, ihtilaflı konulara değinmekten ve fitne ateşine odun taşımaktan uzak durulmalıdır. Enerji, neslin kazanılmasına ve her alanda idarecilik yapacak yönetici kadroların yetiştirilmesine harcanmalıdır.

Fiemanillah

Faruk kuzu

Bu haberler de ilginizi çekebilir