• DOLAR 32.59
  • EURO 34.807
  • ALTIN 2498.927
  • ...
`Boynumuzdaki Mushafları Tekmelediler`
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Sabri Acet / Mardin
Ezanın yasaklandığı ve İslami bir eserin dahi yıllarca zindanlarda kalmaya sebep olduğu karanlık yıllar… İslam`ı yaşamanın suç sayıldığı o yıllarda zulmün en şiddetlisiyle karşı karşıya kalan bölge halkının çektikleri sıkıntıları dönemin canlı tanığından dinledik. Ömrünün büyük bir bölümünü ilim tahsiliyle geçirmiş ve hayatını İslami hizmetlere vakfetmiş bölgenin tanınmış âlimlerinden Molla Yunus Taş, özellikle kırsal kesimlerde yaşanan mağduriyetlerin hiçbir vicdana sığmayacağını ifade etti. Halen doğduğu topraklarda Mardin-Derik ilçesinin (Karacadağ yöresi) Pirinçli Köyü’nde fahri imamlık yapmakta olan Molla Yunus, şahidi olduğu 1940’lı yıllardan bugüne uzanan zulmü, gazetemize anlattı.
 
Seydam öncelikle ezan okumanın dahi yasaklandığı o karanlık dönemdeki genel durumdan bahseder misiniz?

O yıllar âlimlerin ve ilmin ayaklar altına alındığı yıllardı. Arapça okumak ve okutmak bile İstiklal Mahkemelerinde yargılanmak ve darağaçlarında asılmak demekti. İslam’ın izzeti ve şerefinin yerlerde sürüldüğü yıllardı. Devletin İslam’la mücadele ettiği ve İslam`ı yok etmek için seferber olduğu bir dönemdi. Özelikle Doğu`da bu baskıların haddi hesabı yoktu. Eğer o dönemler ile ilgili arşivler açılırsa yapılan vahşet bir nebze de olsa anlaşılacak ve yapılan vahşetin günümüzdeki baskıcı dikta rejimlerin baskısından hiçte geri kalmadığı görülecektir.
 
O dönem ile ilgili anılarınız varsa bizimle paylaşır msınız?

1940’lı yıllardı. Daha 8 yaşlarındaydım. Babam Molla Muhammed hem muhtar ve hem de köyümüzün fahri imamıydı. O dönemlerde Kur’ân-ı Kerim dersleri gizli olarak veriliyor, alınıyordu. Köyde olduğumuzdan, babam bizlere gizlice Kur’ân-ı Kerim dersi veriyordu. Askerler köye geldiğinde biz Kuran-ı Kerim’leri ve Arapça eserleri saklardık. O zamanlar bizim buralar ormanlıktı.

Babamın köyde olmadığı bir gün abim Ali’yi de ikna ederek Pirinçli köyündeki imamdan ders almak için Pirinçli’ye gittik. Pirinçli köyünün imamı Bekir adında takvalı bir zattı. Biz dersimizi aldıktan sonra Mushaflarımızı boynumuza asarak yola çıktık. Aynı zamanda hava yağışlıydı. İki köyün ortalarına geldiğimizde iki jandarma eri bizi yakaladı. O zamanlar jandarmalar yaya veya atlı dolaşırlardı. Bizler Türkçe de bilmiyorduk. Askerlerden biri Kürtçeyi az çok biliyordu. Bize nereden geldiğimizi ve boyunlarımızdakilerin ne olduğunu sordu. Biz mezarlıktan geldiğimizi ve ölülere Yasin’i Şerif okuduğumuzu söyledik. Ders aldığımızı söylememiz halinde hem suçumuzun artacağı ve hem de ders veren imamın başının yanacağını bildiğimiz için böyle bir cevap verdik.

Boyunlarımızdaki Mushafları alarak tekmelediler. Ellerimizi bağladıktan sonra döve döve köye doğru yürüttüler. Bizi iki köy arasında yağmur münasebetliye taşan küçük dereciğe batırdılar. Abim Ali de bana “Hep senin ısrarınla geldim. Yoksa gelmezdim” diyerek beni tekmeledi. Abim Ali, gürültü yapınca onu silah dipçikleriyle dövmeye başladılar. Abim bu dipçik darbeleri neticesinde bayıldı. Abim bayılınca ben öldü sandım. Onlar abim ile uğraşırken ellerinden kaçıp köye haber verdim. Babam köye dönmüştü, köylüleri de alarak askerlerin üstüne yürüdüler. Askerler kalabalık köylüleri görünce bırakıp gittiler.

CAMİLER AHIR OLARAK KULLANILDI

O dönemlerde ezanın Arapça okunuşu yasaklanarak Türkçe okutulmaya başlandı. Dayatılan bu zulüm ile ilgili yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz?

O dönemlerde ben 15 yaşlarındaydım. Abim Ali’yi askere göndermiştik. Fakat günlerce Diyarbakır asker toplama merkezinde bekletildiğini öğrendik. Burada askerler kötü şartlardan dolayı bitlenmiş bir halde ağır şartlarda günlerce Diyarbakır’da bekletilmişlerdi. Ağabeyimin bu durumunu haber alan babam, ağabeyime yardımcı olmak amacıyla Diyarbakır’a gitmeye karar verdi. Ben de ısrar edip onunla gittim. Müslümanların 5. Harem-i Şerif’i olan Diyarbakır Ulu Cami asker toplama merkezi olarak kullanılıyordu. Cami bölümlerinin ahır, yatakhane, yemekhane, tuvalet ve eğitim yeri olarak kullanıldığına şahit oldum. Babam caminin bu halini görünce beddualar ederek ağlamaya başladı. Neden ağladığını sordum. Babam; yapılan zulmü ve Ulu Cami’nin fonksiyonunu anlatınca ben de onunla beraber ağladım.

Sonra çarşıya çıktık. İkindi saatlerinde Türkçe ezan okundu. Ben ezanın Türkçe okunduğunu duymuştum ama o güne kadar hiç dinlememiştim. Bizim köyde ezan ya Arapça okunurdu ya da okunmazdı. O gün ilk defa ezanın Türkçe okunduğuna da şahit oldum. Zaten başta ne olduğunu da bilmiyordum. Babama “Bu nedir” diye sordum. Çok şaşırmıştım. Babam yine dayatılan sisteme bedduaları sıraladıktan sonra ağladı. Ben de onunla ağladım.
Bu baskılar ne zamana kadar sürdü?

Bu şekildeki şiddetli baskılar ve Türkçe ezan zulmü, Adnan Menderes dönemine kadar sürdü. Adnan Menderes, bu baskıları kaldıracağının sözünü verdi. Adalet Partililer özellikle Doğu`da kazanmaları durumunda şeriatla hükmedeceklerinin sözünü veriyorlardı. Halk ona kurtarıcı gözü ile bakıyordu. Seçimlerden sonra Türkçe ezan uygulaması kaldırıldı. Bazı alanlarda kolaylıklar sağlandı. Fakat baskılar hiç bitmedi. Özelikle Doğuda baskılar hiç durmadı.

MÜSLÜMANLAR İKİ ATEŞ ARASINDA KALDI

90’lı yıllarda inançlı insanlar için çok zorlu geçtiğini biliyoruz. Peki, Hocam bize 90’lı yıllarda neler yaşandığını anlatabilir misiniz?

90’lı yıllar Doğu halkının ve özelikle inançlı Müslümanların iki ateş arasında kaldığı yıllardı. O yıllar bir yandan PKK, bir yandan da sistem ile bazı derin yapıların halka ve inançlı insanlara kan kusturduğu yıllardı. İnsanlar kaçırılıyor, işkencelerden geçiriliyor ve bir daha haber alınamıyordu. PKK ise köy-cami basıyor insanları aşağılıyor, öldürüyor ve Allah’ı inkâr ediyordu. Birçok âlim Hizbullahidir diye ya devlet tarafından tutuklanıp işkenceye maruz kalıyordu ya da PKK tarafından katlediliyordu. Birçok imam ve dindar kişinin ev ve işyeri kundaklanıyordu. PKK dindar insanları ajanlıkla, devlet ise İrancı, terörist diye suçlayarak insanların gözünden düşürmeye çalışıyordu. Devlet camilere baskın düzenleyerek Kur’ân-ı Kerim dersi veren bölge insanlarını örgüt üyeliğinden hapislere atıyordu. Devletin ulaşamadığı kırsal kesimlerde ise korucular ile bu baskı sürdürülmeye çalışılıyordu. PKK ise yüzlerce kişilik gruplar ile dindar olarak bilinen köyleri basıyordu. Kısacası dindar halk ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. O dönemde etkin olan basın, özellikle de Kartel medyası ve PKK yandaşları, inançlı halkı ve İslami camiayı karalayıcı yayınlar yapıyordu.
Bu dönemde siz neler yaşadınız?

Komşu köylerden Kani Panika Köyü PKK’nın mayın tuzağı sonucu onlarca ferdini feda etti. Tek suçları ise dindar olmaktı. Gündüz vakti devletin köy basmaları ve silah aramaları gece ise PKK’nın köyü basması sıradan bir hal almıştı. Askerler evlere silah bırakıp insanları tutuklatıyordu. Ben de şehit Malcolm X’in hayatını anlatan kitap bulunduğu için yargılandım. Derik Kaymakamlığı Pirinçli Köyü Camisini bastı ve şehit Malcolm X’in hayatını okuduğum için hakkımda tahkikat başlattı. Defalarca PKK’dan da tehdit aldım. Dindar insanlar için yaşamın hiçbir garantisi yoktu. Bölge insanının hangisini dinlerseniz o yıllar ile ilgi sayısız anısı vardır. 90’lı yıllar “Bir dokun bin ah işit” yıllarıdır. Yaşanan zulmün ve suçluların vebali ahirette çok büyük olacaktır.

Seydam, rahatsızlığınıza rağmen bizleri kırmayıp zaman ayırdığınız için Allah razı olsun. Allah çektiğiniz sıkıntıların ecrini kat kat versin.

Allah sizden de razı olsun ve sizleri İslam`a hizmetçi kılsın inşallah.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir