• DOLAR 32.5
  • EURO 34.766
  • ALTIN 2489.586
  • ...
TARİHTE BUGÜN
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

TARİHTE BUGÜN / DOĞRUHABER / İSTANBUL / 23 ŞUBAT


İlk olarak 23 Şubat 2009'da Bazı çevrelerce bugün "Dünya İslam Günü" olarak ilan edildi. 23 Şubatta Allah Resulü (sav) Veda Hutbesini vermiş ve aynı gün yani 23 Şubatta Kur'an'dan son ayet inmişti. Bu ayet Maide Suresinin 3. ayetiydi. Allah Azze ve Celle bu ayetin bir bölümünde mealen "Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım" buyuruyordu. Bu İslam'ın tamamlandığı anlamına gelmekteydi. Hem Veda Hutbesinin irad ediliş tarihi hem de Maide suresinin 3. ayetinin Kur'an'dan inen son ayet olarak vahyedilişi bugüne tekabül ettiğinden bazı müslümanlar bugünü "Dünya İslam Günü" ilan ederek BM'e de başvurdular. Bu durum, diğer bazı müslümanlar tarafından eleştirilmektedir.

632: Eşref-i mahlukat, Server-i Kainat, Serdarımız, başımızın tacı Hz. Resulullah (sav) Veda Hutbesini irad buyurdu. Aynı gün Kur'an'dan inen son ayet olan Maide 3. ayet nazil oldu. Maide 3. ayette mealen; "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslamı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir." buyrulmaktadır. Bu ayette İslamın artık tamamlanmış olmasına ve Allah'ın din olarak İslam'dan razı olduğunu açıklamasına sahabelerden bazıları sevinmişlerdi. Ama Hz. Ebu Bekir bunun, Resulullah'ın vefatının yaklaşmış olduğu anlamına geldiğini anlamış ve ağlamıştır.

1919: Benito Mussolini İtalya'da Faşist Partisini kurdu.

29 Temmuz 1883 ila 28 Nisan 1945 yılları arasında yaşayan Mussolini, Adolf  Hitler ile birlikte faşizmin en önemli uygulayıcılarındandır. Gençliğinde hızlı bir Sosyalist olan Mussolini, Birinci Dünya Savaşında İtalya'nın tarafsız kalması gerektiğini söyleyen Sosyalistlerle çelişkiye düşer. Bu dönemde fikirsel evrim geçirir ve siyasi görüşü tamamen değişir. Kendini FAŞİZM adını vermiş olduğu yeni ideolojinin temellerini atmaya verir. Radikal sağ grupları kurduğu partide birleştirerek Sosyalistlere yönetimin geçmesini istemeyen Kralı tehdit ederek yönetime gelir. Kısa sürede Faşizmin etkisi tüm İtalya'yı kaplar. Dünya Savaşına Hitlerin yanında giren Mussolini, tüm diktatörlerle aynı akıbete uğrar ve Nisan 1945'te yani savaşın son günlerinde tanınmamak için Alman üniforması giyerek metresiyle beraber kaçmaya çalışırken İtalyan direnişine mensup partizanlar tarafından yakalanır ve göğsünden vurularak öldürülür.

1945: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etti.

Aslında bu tarih, 2. Dünya Savaşının son günleridir ve Türkiye sembolik olarak savaş ilan etmiştir. Burada Türkiye'nin amacı savaş sonrasında İngiltere ile arasında yakın ekonomik işbirliği sağlamaktı.

1947: Uluslararası standardizasyon organizasyonu ISO kuruldu. Uluslararası Standartlar Teşkilâtı, Uluslararası Elektroteknik Komisyonu'nun çalışma sahasına giren elektrik ve elektronik mühendisliği konuları dışında, bütün teknik ve teknik dışı dallardaki standartların belirlenmesi çalışmalarını yürütmek gayesiyle 1946'da Cenevre'de kurulan uluslararası teşkilâttır.

1951: Van'ın Özalp ilçesinde 33 köylünün sorgusuz sualsiz infaz edilmesinin duruşması yapıldı. Orgeneral Mustafa Muğlalı 33 insanın kurşuna dizilme emrini bizzat verdiğini söyledi. Muğlalı 1943'de 33 kişiyi infaz ettirmiş, CHP olayın üstünü örtmüştü. Demokrat Parti iktidarında dosya açılmış ve ceza verilmişti. Ancak cezasını tamamlamadan Muğlalı cezaevinde ölmüştür.

1966: Suriye'de askeri darbe oldu, hükümet devrildi. Fransızlardan bağımsızlık kazanan Suriye'de 1949, 1954, 1961, 1962, 1963, 1966 ve 1970 yıllarında birbirinden farklı darbeler gerçekleştirildi. 23 Kasım 1970'de Hafız Esad darbe yaptı. O günden öldüğü 2000 yılına kadar Suriye'yi diktatörlükle yöneten Hafız Esad'dan sonra yerine oğlu Beşar Esad geçti. Beşar da babasının yolunu tutarak kan dökme yoluna gitti.

1979: Camiden çıkarken zalimlerin kurşununa hedef olan Metin Yüksel, Fatih Camii avlusunda şehid edildi.

1980: Ayetullah Humeyni, ABD elçiliğindeki rehinelerin akıbetine İran parlamentosunun karar vereceğini belirtti.

1994: Türkiye cep telefonuyla tanıştı. Cep telefonu şebekeleri hizmete açıldı. Cep telefonu şebekelerinin açılışı Başbakan Tansu Çiller tarafından 1994 günü yapıldı. Çiller cep telefonuyla ilk görüşmeyi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le yaptı.

1996: Türkiye - İsrail arasında askeri eğitim ve işbirliği antlaşması imzalandı. İsrail İslam Dünyasının hatta insanlığın en büyük düşmanıdır. Buna rağmen uzun yıllar boyunca anlaşılmaz bir şekilde Türkiye'de müslümanların idaresine talip olan bir kısım zevat yine anlaşılmaz bir şekilde İsrail sevdasına kapılmıştır. Bunun sonucunda da kamuoyundan saklanan gizli askeri ve siyasi anlaşmalar yapılmıştır.

1998: Kapatılan Refah Partisinin yerine Fazilet Partisi kuruldu. Fakat dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş 7 Mayıs 1999`da Fazilet Partisi`nin kapatılması yönünde dava açtı ve bu dava neticesinde Fazilet de kapatıldı. Milli Görüş Hareketinin Faziletten sonraki son siyasi partisi Saadet oldu.

1998: İstanbul Üniversitesi rektörlüğü, sakallı, baş örtülü ve kimliksiz öğrencilerin yerleşke ve binalara girişini yasakladı.

1998: Usame bin Ladin bir fetva yayımlayarak bütün Yahudi ve haçlılara karşı cihad ilan etti.

2012 : Afganistan'daki Bir Nato Üssünde Kur'an-I Kerim Yakılmasının Ardından Başlayan Protestolar Sürüyor.
İslam Dünyasını Ayağa Kaldıran Menfur Saldırı Afganistan, Pakistan Ve Türkiye Başta Olmak Üzere Birçok Bölgede Büyük Eylemlerle Kınandı…
Afganistan`da Günlerce Süren Protestolarda Kan Döküldü… Toplamda En Az 35 Kişi Şehid Oldu…

2012 : Tesettür Seferberliği Platformu, Birçok İl Ve İlçede Yapılan "Tesettür"Konulu Anketin Sonucunu Yaptığı Basın Açıklamasıyla Kamuoyuna Duyurdu.

Anket Sonucuna Göre, Halkın Ezici Çoğunluğu Her Alandaki Başörtüsü Yasağının Önündeki Engellerin Kaldırılmasını İstedi.

Tessep`in 35 Farklı Sorudan Oluşan Anketine 12 Bin 33 Kişi Katıldı.

Anketteki En Çarpıcı Soru Olan "Ülkemizde Başörtüsü Haksızlığının Olduğuna İnanıyor Musunuz?" Şeklindeki Bir Soruya Ankete Katılanlardan Yüzde Doksanı "Evet, Cevabını Verdi.

MERCEK

632: Eşref-i mahlukat, Server-i Kainat, Serdarımız, başımızın tacı Hz. Resulullah (sav) Veda Hutbesini irad buyurdu. Aynı gün Kur'an'dan inen son ayet olan Maide 3. ayet nazil oldu. Maide 3. ayette mealen; "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslamı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir." buyrulmaktadır. Bu ayette İslamın artık tamamlanmış olmasına ve Allah'ın din olarak İslam'dan razı olduğunu açıklamasına sahabelerden bazıları sevinmişlerdi. Ama Hz. Ebu Bekir bunun, Resulullah'ın vefatının yaklaşmış olduğu anlamına geldiğini anlamış ve ağlamıştır.
Veda Haccı, Hz. Peygamber'in, hicri 10. yılda yaptığı Veda Haccı'nda sayıları yüz on dört bini bulan hacıya hitaben irad ettiği hutbedir. Peygamber (s.a.s) bu son hutbesinde, bundan sonra bir daha haccedemeyeceğini bildirip vefatının yaklaştığını ima ettiği, sonraki gelen günler de onun bu sözlerini doğruladığı için bu hacca Veda Haccı, bu hac esnasında irad ettiği hutbeye de Veda Hutbesi adi verildi. Veda Hutbesi her ne kadar tek bir hutbe imiş gibi kabul edilmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat ta, Mina da ve bir gün sonra yine Mina'da olmak üzere Arafe günü ile bayramın birinci ve ikinci günlerinde parça parça irad edilmiştir. Değişik yer ve zamanda irad buyrulduğu için de hutbe, birçok kişi tarafından birbirinden farklı şekillerde rivayet edilmiş, kişinin ya da grubun duyduğunu diğerleri işitmediğinden, hutbenin tamamının biraya toplanmasında bu farklı rivayetlerden yararlanılmış ve daha sonraki yıllarda bu üç ayrı yer ve zamanda buyrulan hutbe tek bir hutbe olarak bir araya getirilmiştir.

Veda Haccı`nda, Mekke`de, yüz binden fazla insana verilen Veda Hutbesi, İslam tebliğinin özü ve özeti niteliğindedir. Can, mal, ırz, din emniyeti gibi en temel haklardan kadın haklarına birçok konuya değinen ve sadece müslümanlara değil tüm insanlara seslenen bu çağrı yüzyılları aydınlatmıştır. Veda Hutbesi ile İslam`ın evrensel değerleri insanlığa armağan edilmiştir. 1948'deki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi`nden tam 1316 yıl önce verilen bu hutbe ile İslam`ın evrensel değerleri insanlığa armağan edilmiştir.

*****************************-------------------********************************
1979: Camiden çıkarken zalimlerin kurşununa hedef olan Metin Yüksel, Fatih Camii avlusunda şehid edildi.

17 Temmuz 1958`de Bitlis`e bağlı Kolongo`da dünyaya geldi.Sadrettin Yüksel Hoca`nın oğludur. Mücadeleci bir kişiliğiyle tanınırdı.

Şehid edildiğinde 20 yaşında idi. Genç yaşına rağmen , İslami hareketin içerisinde şuuru , uyanıklığı ve aktivitesiyle kısa zamanda sivrildi . 1977 yılında Fatih Daruşşafaka Caddesinde Komünist militanlarla giriştiği çatışmada üç kurşunla yaralanmıştı.

Her mitingde onu en ön safta görürdü Müslümanlar . Şehit olduğu günün bir gün öncesi İzmir`den gelmişti . İzmir`deki İran konsolosluğunda Müslümanlarla komünistlerin mücadelesinde yardımcı olmak için gittiği İzmir`den muzaffer olarak İstanbul`a döndü.

23 Şubat 1979 Cuma günü Cuma namazına müteakip caminin merdivenlerinden 50 m uzakta şehit edildi.Görgü şahitlerinin anlattığına göre Metin Yüksel, namazdan çıkınca , Fatih Camii`nin arka avlusunda gizlenen caniler , ona adıyla hitap ettiler . “Metin!” seslenişini duyan kardeşlerimiz , geri döndüğünde eli silahlı şahıslarla karşılaştı . Irkçılar , Metin`in ayağına doğru bir kez ateş ettiler ve kurşun ayak parmağını sıyırdı . Birkaç saniye içinde geçen olayda ikinci kurşun Metin`in karnına saplanmıştı . Merhum yere kapanmış kıvranıyor ve Kelime-i Şehadet getirmeye çalışıyordu , katiller başına üşüştü ve beynine iki el ateş ettiler. Metin`in oluk gibi akan kanları , Fatih Camii`nin avlu taşlarını kıpkırmızı yapmıştı.

Görgü şahitleri , hadiseden sonra Cuma`dan çıkan cemaati yanıltmak için , katillerin “ Allah u Ekber ” diyerek kaçtıklarını belirtiyor.

Ne var ki al kanlara bulanan gencin Metin olduğunu cami cemaati anlayıncaya kadar katiller çoktan kaçmıştı.

Şehit kardeşimizin vücudundan çıkarılan kurşunlar dört değişik silaha aitti .

Cumhuriyet gazetesi olayı, “Ülkücüler ile Akıncılar arasında başlayan kavga kan davasına dönüştü” şeklinde okurlarına duyurdu. Şehid edilmeden bir gün önce Metin Yüksel, MHP Bakırköy İlçe Örgütü ikinci başkanı Faruk Kartal`ı silahla yaralamak suçundan polis tarafından aranıyordu.

Şehid Metin Yüksel`in Bir Dava Arkadaşı ile Mülakat

Şehid Metin sohbet yaptığı gençlere şöyle diyordu bir keresinde; "Arkadaşlar, çok gençsiniz gücünüzün çok farkında olmayabilirsiniz ancak kesinlikle iyi biliniz ki, kafirlerin yığınlarına güç yetirebilecek bir kuvvete ve yüreğe sahipsiniz. Bunun farkına varınız. Siz beyaz bir sarık gibisiniz üzerinizde lekeler hemen belli olur buna göre yaşayınız. Ve şehadete aşık olunuz ki o da sizi ALLAH`A götürsün.

Şehid Metin Yüksel, Türkiyeli Müslümanların yüz akı olacak şekilde bir hayat sürmüş, bu hayatını da şehadetle taçlandırmıştı. O Türkiye'nin en karanlık dönemlerinde, kardeşin kardeşi vurduğu sağ-sol dönemi olarak adlandırılan zamanda İslam feneri ile önünü aydınlatmayı bilmiş, can gibi kutsal bir emaneti ne sağ ne sol, ne o ne bu gibi batıl fikirler için değil Alemlerin Rabbi olan Allah için vermek gerektiğini kanıksamıştı. Evet, bu canlar değerlidir, kıymetlidir.. Hiç bir batıl dava bu canları uğrunda verecek kadar üstün değildir. Ama aynı zamanda bu canlar, Hz. Allah uğrunda bir paçavra gibi tutsak olduğu bedenlerden sökülüp atılacak kadar kıymetsizdir. İşte Metin de öyle yapmıştı. Fikir cinayetlerinin ortasında batıl davalardan imtina etmiş, canını Rabbine adamaktan da çekinmemişti.

ALLAH ŞEHADETİNİ KABUL ETSİN...

25 ŞUBAT 1994: Tatvan'da Gıyaseddin Barlak Hoca şehit edildi.

"Yatağımda ölmek istemiyorum. Ben İslam davası için mücadele edip şehit olmak istiyorum"

(Şehid Gıyaseddin Barlak)

1966 yılında babası Molla Ahmet Barlak, Van'ın Özalp Yünkuşak köyünde fahri imam iken oğlu Gıyaseddin dünyaya geldi. Çocukluğunu Yünkuşak köyünde geçiren Gıyaseddin'in ailesi 1974 yılında asıl memleketi olan Batman'ın Gercüş ilçesine yerleşti. Gıyaseddin, eğitim öğretim hayatına Gercüş'te başladı. Saçı, kirpikleri ve vücudu bembeyaz olduğundan gözleri iyi görmeyen Gıyaseddin, buna rağmen okumaktan hiçbir zaman geri durmadı. Gıyaseddin'in vücudu güneşte kaldığında hep yanıyordu.  Bundan dolayı pek güneşte durmuyor ve güneşli havalarda dışarıya çıkamıyordu.  Gıyaseddin, okuldaki başarısı ve güzel ahlakı nedeni ile okul öğrencileri arasında sevilip sayılan biri oldu. Okulundaki başarısı ile birlikte İslami öğrenime kendini adayan Gıyaseddin, okul çıkışında Kur'an-ı Kerim dersini alabilmek için caminin yolunu tutardı.
Zeki ve akıllı olan Gıyaseddin isteseydi doktorluk, öğretmenlik gibi daha cazip meslekleri kazanabilecekken temiz ve imanlı bir nesil yetiştirme derdinde olup, imam olmayı tercih etti. Bu nedenle düz liseden imam hatibe geçiş yaptı. 1989–1990 yıllarında Mardin İmam Hatip Lisesini dışarıdan okuyarak bitiren Gıyaseddin, 1993 yılında girdiği imamlık sınavını kazanarak imam oldu.

İnsanlara faydalı olabilmek ve temiz imanlı bir nesil yetiştirebilmenin yolunun Kur'an-ı Kerim ve İslami kitapları okumaktan geçtiğini biliyordu. Bu yüzden ara vermeden ilim öğrenmeye devam etti. Gercüş'te Siirtli Molla Yusuf'dan, Silvan'da Molla Salih'ten, Ergani'de Molla Mustafa'dan, Cizre'de Şeyh Zeki'den ve Sason'da Molla Ali gibi hocalardan dersler alarak okudu.

Ağabeyi Mahmut Barlak, kardeşi hakkında şunları dile getirdi: "Toplam 8 kardeşiz. Kendisi gibi iki erkek kardeşimiz daha beyaz tenlidir. Gıyaseddin aile içerisinde güzel ahlakı, temiz huyu ile sevilen biriydi, arkadaşları arasında da iyi bir örnekti. Beyaz tenli oluşu ile de akraba, komşu ve çevresinde ayriyeten sevilen bir çocuktu. Kardeşler arasında da bir nevi denge unsuru idi, herkesle iyi geçinirdi.

Şehidin güzel bir sesi vardı, bundan dolayı Kur'an'ı daha güzel okurdu. Çok ihtiyarlanmış ve yatağa mahkum olmuş dedeme aile içerisinde en çok yardımcı olan oydu. Bundan dolayı dedeme bir şey lazım olduğu zaman ondan başkasından istemezdi. Bu yüzden dedemin hep duasını almıştı. Gıyaseddin  küçüklüğünden beri devamlı İslami  camianın içinde bulunmuş, gayri İslami hiçbir oluşumun içinde bulunmamış, gayri İslami bir ahlak edinmemişti.

Şehid Gıyaseddin, Müezzin olarak görev yaptığı Tatvan Merkez camisinde güzel ahlakı ile cami cemaatinin sevgisini kazanmış, okuduğu Kur'an-ı Kerim ve ezanlarla büyük takdir almıştı. Kısa bir süre zarfında camide Kur'an dersini verdiği bir sürü talebesi olmuş ve bunlarla çok iyi bir diyalog içerisine girmişti. Onun bu çalışmaları bütün Tatvan'da kısa bir zamanda duyulur olmuştu.

Yakın arkadaşlarından olan bir müslüman, çok sevdiği arkadaşı Molla Gıyaseddin'in şehadete olan özlemini ve İslam'a hizmet aşkını şu ifadelerle anlatıyor: "Molla Gıyaseddin, hasta olduğu bir zamanda ziyaretine gittik, durumu çok ağırdı. Hal hatırını sorduğumuzda ‘Allah'a şükürler olsun iyiyim. Ama yatağımda ölmek istemiyorum. Ben İslam davası için mücadele edip şehit olmak istiyorum' dedi. Görev yaptığı Tatvan'dan bizim evimize izne gelmişti. İzni bittikten sonra ısrarla birkaç gün daha kalmasını istedik. Fakat kendisi; ‘Asla olmaz ben Kur'an-ı Kerim okuyan yüzlerce talebenin vebalini taşıyorum. Sonra bunun cevabını nasıl veririm' diyerek aynı gün Tatvan'a gitti. Molla Gıyaseddin, beyaz saçlı ve beyaz tenli olduğu için iyi göremiyordu. Bundan dolayı bazı hizmetlerden geri kalınca üzülüyordu. Oysa kendisi arkadaşlarının yaptığı hizmetin daha fazlasını yapmak isterdi. Kesinlikle gözünün az görmesini kendine mazeret yapmaz, elinden gelenin fazlasını yapardı."

Yine bir arkadaşı onun şu yönünü anlatıyor; "Molla Gıyaseddin, huy olarak boş durmayı sevmezdi. Bu yüzden Gerçüş'te Öğretmen Kitap Kırtasiyede çalışmaya başladı. Gençler ile diyalogu iyi olduğundan çok seviliyordu. Tek amacı gençlere İslami terbiyeyi aşılamaktı. Bu yüzden gençlere kitap hediye eder, değişik yerlere gezmeye götürür, saatlerce İslamı anlatırdı. Amacı İslami bir nesil yetiştirmekti"

Bir öğrencisi Molla Gıyaseddin hakkında şunları dile getirdi: "Tatvan'da Merkez Yeni Camii'nde müezzinlik yaptığı ilk günlerde gönülden yanık bir dille okuduğu ezanlar duyanların ilgisini çekiyordu. Mahallelileri bilhassa gençleri kendisine çekti. Gençler onunla tanıştıktan sonra da kuvvetli bir bağ ile kendisine bağlanıyordu. Kısa bir zaman sonra Kur'an dersleri vermeye başladı. Derse  gelenlerle ayrı ayrı ilgileniyor ve çok özenle ders veriyordu. Tatvan'da dağınık durumda olan İslami faaliyetleri toparladı. Her kesimden insanlar etrafında toplanıyordu. Onun bu hizmetlerini hazmedemeyenler çevresinde bir araya gelen gençlerin ailelerini uyarıyor ve gençleri aleni takip ederek gözdağı vermek istiyorlardı."

Babası Ahmet Barlak, "Oğlum, bir yıllık nişanlı idi, kimseye zararı dokunmamıştı. Tek amacı yetişen yeni neslin İslam'dan haberdar büyümesi idi. Ömrünü İslam'a adamış bir peygamber sevdalısı idi. Biz onu Ramazan Bayramından hemen sonra amcasının kızı ile evlendirecektik; ama kısmet olmadı. Allah onun hakkını zalimlerin yanına bırakmasın" dedi ve oğlunu anlatmaya devam etti; "Oğlum 1993 yılında Tatvan Merkez Camiine müezzin olarak atandı. Bir yıla yakın süre orada görev yaptı. Camiye gelenlere İslam'ı anlatıp Kur'an öğretiyordu. Yüz on öğrencisi vardı. Oğlumun kimseye bir zararı dokunmadı, kimsenin namusuna göz dikmedi, kimsenin malını çalmadı, tek gayesi İslam'dı. Allah'a şükürler olsun, İslam için çalışıp mücadele etmenin bir mükafatı olacak ki, oğlum 1994 yılı Ramazan ayında Perşembe akşamı teravih namazından sonra eve giderken karanlık odaklarca kurulan pusuda şehid edildi, daha 28 yaşında idi"

Şehid Gıyaseddin Barlak'ın şehadeti, aynı zamanda derin devlet adıyla yuvalanmış habislerin karanlıklarda çevirdiği işlerin deşifre olmasında da manidardır. Zira Şehid Gıyaseddin'i bizzat şehid eden Murat ismindeki mürted, BBC Türkçe dahil bir takım medyada çıkan itiraflarında Molla Gıyaseddin'i nasıl şehid ettiğini anlatmış, silahı ve emri kimlerden aldığını anlatmıştır. Ama ne yazık ki, bu itiraflar karşısında harekete geçilmemiş ve gerektiği gibi bu cinayetin üzerine gidilmemiştir. Zira, Polis-İtirafçı çetesinin itirafçı kanadından olan Murat Kurtboğan, polislerle yaptıkları karanlık işleri teker teker açıklamaktaydı. Anlatımların en ilginci de polis marifetiyle işlenen cinayetler serisi ve bu serinin ilk halkasını oluşturan Molla Gıyaseddin cinayetiydi. Murat Kurtboğan adlı mürted katil, itiraflarında gördüğü işkencelerden dolayı polisle çalışmayı kabul ediyor. Murat Kurtboğan'ın işlediği siyasi bir suç, polisin yardımıyla adli suçmuş gibi gösteriliyor. Böylelikle daha az ceza alan Murat Kurtboğan, cezaevinde olmasına rağmen sık sık hastane bahanesiyle emniyete getirilerek gözaltına alınanları teşhis ediyor hatta kendi beyanıyla işkence bile yapıyor. Bu dönemde itirafçı Murat Kurtboğan ile A. D. adlı bir Komiser muhatap olmaktadır. Bu komiserin tayini çıkınca yerine Hakan adında bir polis gelerek Murat Kurtboğanla irtibatı sağlar. Bu arada Murat Kurtboğan'ın sevki Bitlis Cezaevine çıkar. Bitlis Cezaevine gittikten sonra Hakan adlı bir polis cezaevine kadın sokarak Murat'ın zina yapmasını sağlar. Ve beraberce ortalığı nasıl karıştırabilecekleri üzerine plan yaparlar. Murat Kurtboğan, Tatvan'da Molla Gıyaseddin Barlak'ı tanıdığını, onu öldürmeleri halinde ortalığın karışabileceği tavsiyesini verir.

Kurtboğan anlatımlarına devamla şöyle demektedir;  “15 Şubat 1994 günü polis Hakan, itirafçı Nurettin, yanlarında bir kadınla beraber ziyaretime geldiler. Getirdikleri kadınla beraber oldum. 23 Şubat 1994'te yine polis Hakan, polis Ahmet ve itirafçı Nurettin cezaevine gelerek seni eğlenceye götüreceğiz dediler. Dışarı çıkardılar, nasıl bir eğlence olacak diye sorduğumda Molla Gıyaseddin'e yönelik benim önerilerim doğrultusunda eylem yapacağımızı anladım. Polis Hakan bana ve Nurettin'e 9 mm çapında birer Astra marka tabanca verdi. Polis aracıyla Tatvan merkeze gittik. Komiser Yrd. Hakan eylemin yapılış şekliyle ilgili PKK itirafçısı Nurettin'e gerekli talimatları verdi. Molla Gıyaseddin'in olduğu sokağa gittik. Molla Gıyaseddin karşıdan gelince silahımı çıkardım, iki el ateş ettim, sendeledi. Nurettin de en az dört el ateş etti. Sokakta bazı kapılar açıldı, ancak kimse bizi fark etmedi. Bizi bekleyen polis aracına bindik ve uzaklaştık. Tatvan çıkışında eylemin detaylarını polislere anlattık. Komiser Hakan beni durgun vaziyette görünce nedenini sordu. Ben de uzun zamandır elime silah almamıştım, ondan dolayı biraz heyecanlandığımı söyledim. Kendisi bana moral vermeye çalıştı, sonra beni tebrik etti ve Bitlis cezaevine teslim etti.”

Cezaevine gelişte kendisini karşılayan ikinci müdür M. Ç. dışarıya çıkarıldığından kimsenin haberinin olmaması gerektiğini, koğuştakilere de mutfakta yapılan aylık temizlik işini yaptığını, ondan dolayı fazla kaldığını söylemesini, hatta gardiyanların da bundan haberdar olmamaları gerektiğini tenbih ettiğini belirtmiştir.
Derin Devletin kirli işlerine sadece bir işaret olan anlatımlar bizzat Murat Kurtboğan adlı itirafçı katilin kendi anlattıkları olup medyaya yansımakla beraber DGM dosyalarında da bulunmaktadır. Bu kirli işler BBC Türkçe'nin bile dikkatini çekmiş, itirafların ortaya çıktığı dönemde BBC Türkçe haber programlarında bu ititrafları gündeme getirmiştir. Derin Devlete hizmet eden ve görevlerine ihanet eden bir takım resmi hüviyetli memurların karıştığı bu karanlık işler hem devlet hem de medyaca görülmemiş, üstüne gidilmemiştir. Sonuç olarak Molla Gıyaseddin, kanının hesabını tek hesabı olan Allah huzurunda soracak, katillerinin yanına kalmayacaktır.
Allah Şehadetini Kabul Etsin...
 
 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir