• DOLAR 32.607
  • EURO 35.025
  • ALTIN 2426.09
  • ...
Tarihte bugün (16.02.2016)
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

16 ŞUBAT

GÜNÜN AYETİ

“...Biz sabredenlerin mükâfatını, yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz.”

(Nahl suresi 96. ayetin meali)


GÜNÜN HADİSİ

“Sabır imanın yarısıdır.”

(Ebu Nuaym, Hatip)


GÜNÜN SÖZÜ

“İmanın zirvesi, hüküm için sabır ve kadere de rıza göstermektir”

(Ebu Derda)


TARİHTE BUGÜN

600: Papa I. Gregory, hapşıran kişiye "Tanrı seni kutsasın" denebileceğine karar verdi. Her dinin hatta her düşünce sisteminin kendine has bir literatürü vardır. Bu literatür içinde yer alan kelime kullanımları ve deyimler o düşünce sisteminin gücüne imalı bir göstergedir. Örneğin vardığınız bir beldede "Selamun Aleykum, Allah razı olsun, Allah, Peygamber,Kur'an..." gibi İslami literatürün bolca kullanıldığını gördüğünüzde o beldenin din yönünün baskın olduğunu varsaymanız doğaldır. Ki dediğimiz gibi, bir düşünce sistemine ait olan kelime kullanımlarının ve deyimlerin sosyal hayatta varlığını göstermesi, o düşünce sisteminin etkinliğine de ima eder. Papa I. Gregory, Hıristiyan dünyasındaki en önemli Papalardan biridir. Hatta Reformcular bile onu "son iyi Papa" olarak tanımlarlar. Çok kapsamlı eserleri ve bine yakın mektubunda verdiği fetvalar tutulmuştur. İşte verdiği fetvalardan biri de hapşıran kişiye "Tanrı seni kutsasın" demektir.

Allah Resulü (asv) bilindiği üzere müslümanın müslüman kardeşleri üzerindeki haklarından biri olarak aksırdığında ve hamd ettiğinde ona "Yerhemukellah"  demesidir. Buna göre müslümanın müslüman üzerindeki bu hak şöyledir:Hapşıran kişiye; "Elhamdulillah" demesi haktır.
Onun yanında olan müslüman kardeşi de ona; "Yerhemukellah" der.

Hapşıran kişi dilerse ona mağfiret dileyen kardeşine dua eder. Örneğin; "Yehdina ve yehdiyekumullah" "Allah bizi ve sizleri hidayete erdirsin" gibi bir dua olabilir.
Bilmeliyizki; Yüce ve tertemiz dinimize ait olan literatürü sosyal hayatımıza sokabildiğimiz oranda onun rengini de topluma sokmayı artırabiliriz.

1459: Akşemseddin vefat etti. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin adlarıyla meşhur olan Akşemseddin, Hacı Bayram-ı Veli`nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet`in hocalarındandır.

1644: Şeyh Yahya Efendi vefat etti. Yahya Efendi Hicri 900, Miladi 1495 yılında babası Şamlı Ömer Efendi Trabzon kadısı olarak görev yapmakta iken Trabzon`da doğmuştur. Bu tarihte Yavuz Sultan Selim`de Trabzon`da vali olarak bulunmakta idi. Oğlu Kanuni Sultan Süleyman da Yahya Efendi`nin doğduğu hafta Trabzon`da dünyaya gelmiştir. Kanuni Sultan Süleyman`ın annesi Hafsa Sultan`ın sütü az olduğundan,  Yahya Efendi`nin annesi Sultan Süleyman`a da oğlu Yahya Efendiyle beraber süt vermiş ve onun süt annesi olmuştur. Böylece Yahya Efendi de meşhur Kanuni Sultan Süleyman`ın süt kardeşi olmuştur. Şeyh Yahya Efendi, ilim ve zühd yolunda ilerlemişti. Gün gelmiş, süt kardeşi Kanuni Sultan Süleyman padişah olmuştu. Ancak Kanuni Sultan Süleyman, eşi Hürrem Sultan ile Sadrazam ve aynı zamanda damadı olan Rüstem Paşa`nın telkin ve teşvikleri sonucu kendisine isyan ederek taht mücadelesine girecek iddiasıyla büyük oğlu olan Şehzade Mustafa`yı boğdurttu. Şehzade Mustafa'nın annesi Gülbahar Hatunu da saraydan kovdu. Bu zulme tüm ülke ters tepki göstermiş ve padişahı kınamıştı. Şeyh Yahya Efendi de bir mektupla tepkisini dile getirmiş ve öldürttüğü oğlu Mustafa'nın annesi Gülbahar Hatunu tekrar saraya almasını istedi. Bu hareketi Kanuni tarafından cüret ve saygısızlık telakki edilen Yahya Efendi evvela müderrislikten azledilmiş sonra da günlük 50 akçe ücret ile emekli edilmiştir. Şeyh Yahya Efendi emekli olunca Beşiktaş`taki evi ve mescidinde inzivaya çekilmiş ve böylece bütün ömrünü bu dergahta ilim öğretmeye ,tefekkür ve zikirle geçirmeye başlamıştır.

1925: Tayyare Cemiyeti bugünkü adıyla Türk Hava Kurumu kuruldu.

Türkiye`de havacılık sanayisini kurmak, askeri, sivil, sportif ve turistik havacılığın gelişmesini sağlamak için 16 Şubat 1925`te Atatürk`ün emri ile kurulmuş bir dernektir. Kurulduğunda Türk Tayyare Cemiyeti adını taşımaktaydı. 1935 yılında Türk Hava Kurumu adını aldı. Kurum, üye aidatları, kurban derisi, fitre, zekat toplama faaliyetleri, pul satışı, kurum işletmelerinin etkinlikleri, gibi kaynaklardan gelir elde eder. Özellikle kurban derisi, fitre, zekat toplama yetkisi verilmesi yıllarca tartışıldı. Çünkü bu yetkisine dayanarak zorbalığa varan uygulamalarla müslümanlardan kurbanlarının derileri, fitre ve zekatları toplandı. Bu gelirler ise özellikle kimi dönemlerde gayri meşru işlerde kullanıldı ve kurban derisi gelirlerinde bazı yolsuzluklar yapıldığı gündeme bir kaç kez geldi. Neticede Laik Devlet olgusuyla dini devletten kovan anlayış, devletin dine istediği gibi müdahale ettiğinin bir örneğini burada da gösterdi.

1950: Yeni Seçim Kanunu ikinci defa görüşülerek kabul edildi. Böylelikle gizli oy ve açık tasnif esaslarını getiren çoğunluk sistemine dayalı seçimler başladı. Milli Şef İsmet döneminde oylar açık verilir ama gizli tasnif edilirdi. CHP'nin gadrine uğramaktan korkan halk zaten başka parti de olmayınca açık oy vermek zorunda olduğundan CHP'ye oy verirdi. Sonra açıktan verilen oylar gizlice tasnif edilirdi. Bunun adı da demokrasi idi.


1959: Fidel Castro,  Batista'nın 1 Ocak'ta başkanlıktan uzaklaştırılmasının ardından Küba devlet başkanı oldu.

1981: Genelkurmay Sıkıyönetim Askeri Hizmetler Koordinasyonu Başkanlığı bir bildiri yayımlayarak aralarında Abdullah Öcalan ve Kemal Burkay'ın da bulunduğu 45 kişinin 19 Mart tarihine kadar yurda dönmeleri çağrısında bulundu. Öcalan 15 Şubat 1998'de kendisiyle işi bitenler tarafından Türkiye'ye teslim edilirken Kemal Burkay bu çağrıdan tam 20 yıl sonra 2011'de Türkiye'ye döndü. İşin garip tarafı daha Türkiye'ye getirilmeden uçaktayken "Benim de Annem Türk" diye dayılarına biat eden Öcalan, 2011 yılında dönen Kemal Burkay'ı Kürtleri asimile etme projesinin bir parçası olarak görüp alışılmış Marksist çamur taktiğiyle ajan provokatör  ilan etti, hem de aynaya bakma erdemini bile gösteremeden...


1984: Lübnan`ın önemli alimlerinden ve Hizbullah`ın fikir öncülerinden Şeyh Rağıb Harb şehid edildi. Onun şehid edilmesinden sonra Hizbullah Genel Sekreterliğine Abbas Musavi geçmiştir. Abbas Musavi selefi Ragıp Harp'ın anma töreninden dönerken 8 yıl sonra aynı günde bir suikastle şehid edilmiştir.

1985:  Lübnan Hizbullahı “açık mektup” ile varlığını kamuoyuna duyurdu. Hizbullah, kendi doktrinini 16 Şubat 1985 tarihli bir dökümanda açıkladı. Bu döküman, Lübnan`daki ve tüm dünyadaki mazlumlara yönelik açık bir mektup gibiydi. Mektup, hareketin dört hedefini açıklıyordu: Lübnan`daki tüm Amerikan ve Fransız etkisini kırmak.. İsrail`in, Lübnan`dan tam olarak çekilmesi.. Lübnanlı Hıristiyan Falanjistlerin  adalete teslim edilmesi ve insanlara, kendi yönetim sistemlerini seçme hakkını vermek.


1992: Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Abbas Musavi şehid edildi ve yerine Hasan Nasrallah seçildi. Şehid Ragıb Harb`ın şehadetinin 8. yıldönümü münasebetiyle Cebşid Kasabasında 16 Şubat 1992 günü tertiplenen anma merasiminde İsrail aleyhine yaptığı sert konuşmasını tamamlayıp dönerken katil ve lain İsraillilerin helikopterden fırlattıkları roket saldırısında arabası isabet alarak, eşi ve 5 yaşındaki oğlu Hüseyin`le birlikte şehadet şerbetini içti.

1999: Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te, cumhurbaşkanı İslam Kerimov'a suikast girişimi yapıldı. Saldırıdan İslam Kerimov kurtuldu fakat 15 Özbek askeri öldü, onlarca kişi yaralandı. Saldırıyı Hizbut-Tahrir üstlendi. İslam Kerimov Komünist dönemden kalma bir diktatördür. 11 Eylül 2001 Saldırıları'nın ardından ABD'nin Orta Asya'daki yakın müttefiklerinden biri haline geldi. 2001 yılında Afganistan'daki Taliban rejimine yönelik yapılan saldırılar için bir hava üssünü ABD güçlerine kullandırdı. ABD'nin lojistik destek karşılığında Kerimov rejiminin insan hakları ihlallerini görmezden gelmesi pek çok insan hakları kuruluşunun tepkisini çekti. Mayıs 2005'de meydana gelen Andican olayları sırasında hükümet güçlerinin sert müdahalesi ABD hükümeti tarafından eleştirildi, bunun üzerine Kerimov ABD güçlerini sınır dışı etti ve Ruslar ve Çinlilerler ittifak arayışına girdi. Göstermelik seçim ve refarandumlarla cumhurbaşkanlığını uzatan Kerimov, Özbekistan'da namaz kılanları ve dini kitap okuyanları hapse attırdı. Risale-i Nurları yasaklatıp on binlerce kişiyi bu yüzden zindanlara tıktı.

2010: Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal tarafından bugün evinde ve makamında yaklaşık 6 saat süren aramanın ardından gözaltına alındı. Cihaner üzerinden büyük yaygaralar koparan laik elitistler Cihaner'in Ergenekonla arasındaki bazı belge ve iddiaları göz ardı ettiler. Aynı şekilde Cihaner'in İsmail Ağa Cemaati'ne yönelik operasyonları nedeniyle gözaltına alındığı iddia edilse de İsmail Ağa Cemaati bahanesiyle "Gülen Cemaatinin" üstüne gittiği için gözaltına alındığı konuşuldu. Bazı basın organları soruşturmayı ‘Ak Parti ve Gülen'i bitirme', ‘İrtica ile mücadele eylem planı' gibi darbe planlarının Erzincan'da yürürlüğe konulduğu' iddialarıyla gündeme taşıdı. Buna göre Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Ergenekon'un kimi darbe planlarını görev alanı olan Erzincan'da yürürlüğe koymaya başlamıştı. Başsavcı  İlhan Cihaner'in gözaltına alınması aynı zamanda büyük bir ikiyüzlülük olarak da tarihe geçti. Zira, ‘İrtica ile mücadele eylem planı' adı altında Türkiye'de Adana, Malatya, Elazığ, Mersin başta olmak üzere bir çok yerde İslami camia ve STK'lara operasyonlar yapılıp haksız tutuklamalara gidilirken ‘İrtica ile mücadele eylem planı'nın sadece Erzincan ayağının üzerine gidildi. Oysa o dönemde daha bir çok ilde ‘İrtica ile mücadele eylem planı' uygulanarak İslami kesimler sindirilmeye çalışılıyordu. Ancak Erzincan'da ‘İrtica ile mücadele eylem planı' bahanesiyle üstüne gidilirken diğer illerde bunun adı "Terörle Mücadele" oluyordu. Erzincan'da Başsavcı Cihaner, Gülen cemaatinin üstüne gidince adı Ergenekon olan yapı ve eylem planının aynısı polis ve hukuk içinde dayıları olmayan cemaatlere yapılınca teröristler operasyon oluyordu. İşin tuhaf ve riyakar yanı söz konusu diğer cemaatlerin "Bakın Erzincan'da deşifre edilen "İrtica ile Eylem Planı" bizim de üzerimizde uygulanıyor" feryatlarına ne bir bürokrat, ne bir hukukçu, ne de bir devlet yetkilisi kulak verdi.

2011: İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'ın "ülkenin kuzey cephesindeki sakin durumun hep böyle sürmeyeceğini" söylemesi üzerine Nasrallah, sınırda yüzlerce Hizbullah yanlısına yaptığı ve dev ekrandan yayımlanan konuşmasında, İsrail Lübnan'a girerse, "Hizbullah savaşçılarına" Celile'nin kontrolünü ele geçirmeleri emrinin verileceğini belirtti. Nasrallah, ayrıca 2008'de Şam'da öldürülen Hizbullah liderlerinden İmad Mugniye'nin öcünü almak için Hizbullah'ın İsrailli liderleri ve generalleri hedef alabileceği tehdidinde bulundu. Liderlere ve generallere saldırma kararının uygun bir zamanda alınacağını belirten Nasrallah, "Siyonist liderlere ve generallere sesleniyorum. Dünyanın neresinde olursanız olun, ne zaman olursa olsun dikkat edin, çünkü İmad Muğniye'nin kanı boşuna akmadı" dedi.

2012 : İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde Görülen Hizbullah Davasında, Tutuksuz Yargılanan 24 Sanığa Adeta Ceza Yağdı.

Daha Önce Serbest Bırakılanlar İçin De Yakalama Kararı Çıkarıldı..

Mahkeme, Hacı İnan, Emin Ekici, Abdulsettar Yıldızbakan, Burhan Ekineker, İlyas Kutulman, İbrahim Evliyoğlu, Mehmet Bayram Eren Ve Sabahattin Alkan`a Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezası Verdi.

Sanık Avukatları Verilen Kararın Deliller Doğrultusunda Değil Siyasi Düşünceler Doğrultusunda Verildiğini Belirtti.

2012 : Moro Müslümanları, Filipinler Yönetimi İle Barışın Sağlanması Noktasında Anlaşmaya Vardı.

Üç Gün Süren Barış Görüşmelerinde Her İki Taraf Bölgede Devam Eden Şiddetin Sonlandırılması İçin Anlaşmaya ardı.

Anlaşma Neticesinde Moro İslamî Kurtuluş Cephesi Direnişçileri Eylemlerini, Filipin Ordusu İse Operasyonlarını Durdurma Kararı Aldı.

MERCEK

16 ŞUBAT 1903: Panama bağımsızlığını ilan etti. ABD, Panama Kanalı üzerindeki hakları satın aldı.

Panama, Orta Amerika'da ve Güney Amerika'yı Orta Ameri¬ka'ya bağlayan Panama Kıstağı üzerinde ku¬rulu bir cumhuriyettir.  Panama'nın gerçek halkı Kunalar, Guaymiler, Çokolar ve başka Yerli kabilelerden oluşuyordu. Bölgeye Avrupalı kâşifler 16. yüzyılın başında geldi. İspanyollar bölgeyi ele geçirdi. Lakin 1821'de İspanyolları kovan Pa¬nama bağımsızlığını ilan etti ve birkaç ay sonra bir eyalet olarak Kolombiya'ya bağlandı.

1879'da Panama'da kanal açılması ciddi ola¬rak gündeme geldi. Fransa, İngiltere ve ABD bu konuyla yakından ilgilendiler. Panama'da açılacak bir kanal Amerika'nın iştahını kabarttıkça kabarttı. Panama 1903'te ABD desteği ile Kolombiya'dan ayrıl¬dı. Aynı yıl kanalın açılma ve işletilmesini ABD'ye bırakan bir antlaşma imzaladı. Ayrıca, ülkede karışıklık çıkarsa ABD'ye müda¬hale hakkı da tanıdı.

ABD bu hakka dayana¬rak birçok kez Panama'ya askeri müdahalede bulundu. Panama'nın siyasal yaşamında hu¬zur ve denge sağlanamadı. Askeri darbeler, hileli seçimler sürdü. Son olarak Amerika'yı tanımayan Noriega yönetimi Aralık 1989'da ABD güçle¬rinin Panama'yı işgal etmesiyle son buldu.
Burada konunun vurgusu açısından Panama Kanalı'na da değinmek gerek.

Panama Kanalı, Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus'unu birbirine bağlayan su yoludur. Bu kanal Güney Amerika ve Kuzey Amerika'yı birbirinden ayırır.

Panama Kanalı projesiyle önce, Süveyş Kanalını açarak ün kazanan Ferdinand de Lesseps ilgilendi. Panamaya keşfe çıkmak için 8 mühendisle yola çıkan Lesseps Panama Ormanına yenik düştü ve 8 kişi gittikleri keşfi 5 kişi tamamladı.

Kötü olaylar bununla kalmayıp Lesseps'in 1880 yılında kurduğu Panama Şirketinin sermayesi 300 milyonluk hisse senedinden meydana geliyordu. Reklamlar yapıldı, Panamaya milyonlarca dolar para bağlayan küçüklü büyüklü hisse sahipleri çok umutluydu. Çalışmalara başlandığında Panama ormanının büyük darbesini yiyen işçiler yazın kavurucu sıcağın altında, Eylülde fırtına gibi yağan yağmurda hepsi koca koca olan kayalarla dolu Panama da çalışmaya çalışıyorlardı. Bunun yanında sıtma ve sarıhumma sinekleri her şeyi talan ediyordu.

Lesseps ise Avrupa ya iklimin zararsızlığını kanıtlamak için ailesiyle birlikte Panamaya gitti. Ancak ailesinin tümünü orada kaybetti. İşçiler ölüme çok yakındılar, 1881-1889 yılları arasında 17 bin işçiden 5 bini telef oldu. Böylece şantiye kapatıldı ve şirket battı. Bunun üzerine bu projeye Amerikalılar el attılar.

Amerikalılar önceden tedbirli olup her türlü önlemi aldılar bataklıklara bolca petrol dökülerek Sarıhumma ve sıtmaya sebep olan sivrisinekler yok edildi ve  en kuvvetli makineler kullanıldı. Projede 30 bin zenci 12 bin Avrupalı işçi ordusu çalıştırılıyordu. Amerikalılar başarmışlardı Panama Kanalını 3 Ağustos 1914 günü hizmete açtılar ve yine aynı gün ilk kez bir gemi Panama Kanalından geçmiş oldu. 77 kilometre uzunluğundaki kanalın yapımı sırasında toplamda 27 bin beş yüz işçinin öldüğü söylenir. Kanaldan önce Horn Burnunu dolaşarak gidilen 22.500 km.lik yol kanal sayesinde 9500 km.ye inmişti.

Açılışından 2002 yılına dek, yaklaşık 800.000 geminin geçtiği tahmin edilen Panama Kanalı'ndan her yıl 14.000'den fazla gemi geçmekte olup taşınan yük miktarı 203 milyon tonu bulmaktadır.

Kanal boyunca yolculuk yaklaşık 9 saat sürmektedir.Ayrıca kanalda bulunan indirgeçli kaldırgaç sayesinde aşılması zor olan noktalarda gemiler ilerleyebilmekte ve ivmasyon kazanabilmektedir.

Panama kanalı dünyanın mühendislik harikasıdır ve en pahalı kanaldır.Kanal, bölgenin sosyoekonomik koşullarını geliştirmiştir. Panama kanalı ile Panama halkının refah seviyesi yükselmiştir. Kanal ülkenin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.

Panama Kanalı deniz seviyesinden 28 metre yukarıdadır.Sıvıların dengesi kanunundan faydalanılarak gemiler kanal içinde yavaş yavaş yükseltilir ve aynı metotla diğer tarafa doğru indirilir.

Panama Kanalı, Güney ve Kuzey Amerika'yı ayırıp Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus'unu birbirine bağlayan su yolu olması itibariyle Amerika'nın iştahını kabartmış ve 16 Şubat 1903 yılında Amerika, Panamaya Kolombiyadan bağımsızlığını kazanmasında yardım ederek karşılığında Panama Kanalı üzerinde tasarruf hakkı elde etmişti.

**************************************----------------*******************************
1992: Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Abbas Musavi şehadet edildi ve yerine Hasan Nasrallah seçildi. Şehid Ragıb Harb`ın şehadetinin 8. yıldönümü münasebetiyle Cebşid Kasabasında 16 Şubat 1992 günü tertiplenen anma merasiminde İsrail aleyhine yaptığı sert konuşmasını tamamlayıp dönerken katil ve lain İsraillilerin helikopterden fırlattıkları roket saldırısında arabası isabet alarak, eşi ve 5 yaşındaki oğlu Hüseyin`le birlikte şehadet şerbetini içti.

"Gidin İsraillilere söyleyin! Biz Muhammed Ordusuyuz, geri döndük ve Kudüs yolunda ilerliyoruz. Biz direnişiz, direnişi başlattık. İşgal altındaki tüm İslam toprakları kurtuluncaya kadar da direniş olarak kalacağız"
Şehid Abbas Musavi

"Ebu Yasir lakabıyla anılan ve Lübnan Hizbullah'ının "Seyyidüşşüheda" olarak nitelediği ve bunu da hak eden Abbas Musavi'yi en iyi yine onun dava arkadaşı ve kendisinden sonra halefi Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah anlatsa" gerek deyip Hasan Nasrullah`ın Abbas Musavi'yi anlattığı konuşmasından alıntı yapıyoruz:

“O, Kerbela için doğmuştu, gönlünde Hüseyin`in adı ve anısı vardı ve damarlarındaki kan hışım ve inkılapla kaynıyorken gözlerinde toplanan yetimlerin ve kimsesizlerin gözyaşları idi. Mehdi`nin cesur adamlarıyla birlikte gerçekleştireceği zafere dikmişti gözünü.

Soyu Muhammed (s)`e ulaşan ve yüksek makamlı, değerli babalar ve tahir anneler sülalesinden gelen, Resulullah (s)`ın torunu Ebu Yasir`di bu. O; zahit bir düşünür, ilmiyle amel eden bir alim ve mücahit bir kıyamcıydı. Yoksul bir evden çıkmıştı ve bu özelliği değişmemişti; geriye ne ev ne mülk bıraktı, borçlarının ödenmesi için bile yeterli gelmeyen, yılların kullanılmış ve aşınmış hale getirdiği bir miktar sade eşyadan başka mirası yoktu. İşinde asla yapmacıklık bulunmayan mütevazı bir insandı, kimsesizleri sever ve fakirlere yakınlaşırdı. Mücahit ve şehitlere aşk duyar, şevk beslerdi. Yetimlere gözleriyle hizmet eder ve yaralara şifa bahşederdi. Esaret altındaki aziz mücahitler hep aklındaydı; o, öncüydü ve her zaman en ön safta duran bir liderdi. Hiçbir şeyi sadece kendisi için istemezken, zamanın zorlukları karşısındaysa başkalarıyla yoldaşlık etmeye çekinmezdi.

O, Kerbela için doğdu ve oraya sefer etti, ceddi Hüseyin gibi eşi ve çocuğuyla birlikte üstelik.

Büyük şehidimiz, 1982 yılında varlığını ilan eden ve en temel hedefi, yeryüzünün ve insanın özgürleştirilmesi ve saldırgan Siyonistlerle mücadele etmenin yanı sıra halkımız için barış ve huzurun sağlanması olan bir cihat hareketinin genel sekreteriydi. Elbette bu hareket, hiçbir zaman başkasının övgüsünü ve maddi yardımını talep etmemiştir ve en iyi gençlerinden oluşan yüzlercesini – ve hatta kendi rehberini- de bu yolda şehit olarak sunarak “istişhadi operasyonlar” dönemini açmış ve cihat ve fedakarlık ruhunu ihya etmiştir.

Şüphesiz, şehit mücahit Seyyid Abbas Musevi`nin faziletli, savaşçı ve düşünür eşi Ümmü Yasir ve masum çocuklarının İsrail tarafından suikaste uğratılması, Siyonist terör örgütlerinin kutsal Filistin topraklarına yürüdüğü ilk günden beri işledikleri seri cinayetler listesine eklenmiştir. Bu terör mangaları; çocukların öldürülüp göğüslerinin yarılmasının; kadınlara ve kızlara saldırılıp erkeklerin katliama uğratılmasının ve evlerin yakılıp toprakların kanuni sahiplerinin elinden zorla alınmasının öncüsü olmuşlardır hep.

Şüphesiz, Seyyid ve ailesinin şehadeti kıyam ve hareket doğurmak için öyle büyük bir kudrete sahip ki, direnişin imza attığı cihat operasyonlarının toplamı bile onunla eşit olamaz ve biz onun şehadetinde, düşmanın bizi uğratmak istediği ve beklentisinde olduğu o yenilginin dehşetinden defalarca kat daha yüksek ve daha büyük zaferlere tanık olduk.

Bizler, düşman liderleri ve komutanlarına, bizi yok etmekle tehdit eden ve bunun hesabını yapanlara diyoruz ki: “Biz böylesi hesaplaşmalar için hazırız ve inşallah savaşı kazanacağız. Siz ümmetimiz içersindeki bir takım zelil adamlara bakmayın, aksine düşman için bazı özel hesapları olan ve zaferi kendilerine ait kılacak olan şehitlere ve kahramanlara bakın.”

Biz sizinle ahitleşiyoruz ve söz veriyoruz ki bu misyona, bu ümmete ve güney Lübnan ile Aziz Kudüs`e; Şehit Seyyid Abbas Musevi ve onun vefalı eşi ve küçük Hüseyin`e vefakar kalacağız.

Seyyid`in kendi pak kanıyla meydana getirdiği bu görkemli ve yüce yolda hareket edeceğimizin sözünü veriyoruz size!

Ve son olarak ben, Hizbullah`ın komutanı ve önderi olarak ve şehidin ailesi ve İslami direniş hareketinin şerefli evlatları adına, bu şehadet düğününe  katılan herkese teşekkür ediyorum."

Irak'ta okuduğu medrese döneminin akabinde memleketi Lübnan'a dönen Musavi, çalışmalarına başlar. Önce bin bir zahmetle kiraladığı bir evde irşad çalışmalarına başlar. Zamanla bu ev yetmez ve çalışmaları ihlasıyla beraber gelen İlahi yardım neticesinde büyür. Hizbullah çalışma alanlarını ve birimlerini artırıp genişlettikçe Siyonist Yahudilere karşısında da başarılar elde eder. Tek bir kiralık ev ile yola koyulan Abbas Musavi'nin açtığı yoldan giden kararlı ve cesur mücahidler ümmete unuttuğu zaferleri tekrar yaşatır. Netice de azminin ve kanının bereketiyle İsrail, işgal ettiği Lübnan topraklarından sökülüp atılır.

Şehidlerin Efendisi Abbas Musavi, her türlü mezhep ve meşrep taassubunun üstüne çıkıp küresel düşmanlara karşı ittifak ve ittihadın savunucusu olmasıyla Sünniler arasında da sevilen bir lider olarak yer etmiştir. Onun şu sözü ümmetin, ne olursa olsun birlik olmasının gerekliliğini ifade eder;

“Biz birbirimizle, Allah düşmanlarıyla mücadele yolunda rekabet etmeliyiz ve bundan dolayı İslam`a bağlılık dışında her bağlılığı reddediyoruz. Sakın kimse “ben filan tarafa veya filan oluşuma bağlıyım” demesin! Hepimiz “bizler İslami direnişin çocuklarıyız”, hepimiz “Hz. Muhammed bin Abdullah (sav)`ın getirdiği bu dinin evlatlarıyız” demeliyiz, evet bu bağlılık her birimize  şeref ve izzet bahşedecektir.”

Abbas Musavi, dünyanın gerçek teröristleri olup İslami Cihad Hareketlerini terörist olarak ilan edenlere şöyle cevap vermektedir; “Ben tüm dünyalıların karşısında, uluslararası merkezlere ve Birleşmiş Milletler kurumuna seslenerek diyorum  ki benim silahlı bir şekilde vatanımı savunmaya hakkım var; hatta bu kirlenmiş merkezlerin maddeleri ve beyannamelerinde yazılıdır ki eğer biri, başkasının vatanına girerse saldırıya uğrayan taraf silahla ülkesini savunabilir, bunun için, silah taşıdığım zaman ve İsraillileri Sur`da öldürdüğümde, hak benden yanadır, çünkü ben İsrailli`yi İsrail`de öldürmedim, bilakis onu Lübnan toprağının üzerinde öldürdüm, ama onunla siyasi diyaloga girdiğim zaman, İsrail tarafı oyun ve hileye baş vurabilir ve ben  böyle bir sahnede dünya kamuoyunun gözü önünde günahkar sayılırım ve İsrail günahsız ve her türlü suç ve cinayetten uzak görünür.”

1952 yılında Lübnan`ın Bekaa vadisinin Nebi Şayt beldesinde dünyaya gelen Abbas Musavi, Irak`ın Necef kentinde 8 yıl medreselerde eğitim görmüştür. İmam Humeyni`nin fikir ve söylemlerinden derinden etkilenmiştir. 1978 yılında Irak`tan Lübnan`a geri dönmüştür. 1982 yılında Şeyh Subhi el-Tufeyli ile birlikte Hizbullah`ın kuruluşuna öncülük etmiştir.

1983-1985 yılları arasında Hizbullah`ın Özel Güvenli Birimi`nin liderliğini yapmıştır. Özel Güvenlik Birimi Lideri olduğu yıllarda Hizbullah bir çok gizli operasyonunu başarıyla sonlandırmıştır.

1985-1988 yılları arasında ise Hizbullah`ın Askeri Kuvvetler Komutanlığını yapmıştır. Mayıs 1991′de Hizbullah`ın genel sekreterliğine seçilmiştir. 16 Şubat 1992 günü Siyonist rejime ait Apaçi helikopterleri ile şehid edilmiştir. Hanımı ve bir çocuğu da kendisi ile beraber şehid olmuştur.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir