• DOLAR 32.569
  • EURO 34.93
  • ALTIN 2433.265
  • ...
Bir Kaç Kelam Eder misin?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Ümidsizlik

Dedim: Eyyühel-Üstad! Sohbetimizin üzerinden bir ay geçti. Ben o zaman ‘devam edelim mi?’ demiştim, siz ‘başka zamana…’ demiştiniz. Sanırım, şimdi sizin dediğiniz zamandayız..

Dedi: Olabilir..

Dedim: Öyle ise, sorabilirim..

Dedi: Evet, sorabilirsin.

Dedim: Efendim, insana bulaşan bazı ciddi hastalıklar var.

Dedi: Evet.

Dedim: Bunlar içinde, en öldürücü olanlardan biri de ümidsizliktir. Siz doğru olarak buna ye’s diyorsunuz. Diyeceğim ki, insanın, özellikle de mü`minin, böyle, feci bir hastalığa yakalanması nasıl olur?

Dedi: Arkadaş! Salih amele ve ilahi taate muvaffak olamayanlar, azaptan korkarlar. Ardından da o feci hastalık olan ye’se düşerler.

Dedim: Anladım anlamasına ama herhalde bu, öyle, durup dururken olacak bir şey değildir. İnsanın aşamalar geçirerek yaşadığı bazı haller olmalı, değil mi?

Dedi: Evet, öyle…

Dedim: Burada durur mu bu iş? Me’yus, yani ümidsiz olan kişi sırf ümitsizlik haliyle kalır mı?

Dedi: Kalmaz. Mesela, böyle bir me’yusun gözüne, dini meselelere münafi en küçük ve zayıf bir emare, kocaman bir burhan olarak görünür.

Dedim: Yani kocaman bir delil…

Dedi: Burada da kalmaz. Böyle zayıf birkaç emareyi elde eder etmez.

Dedim: Ne yapar?

Dedi: Diğer emarelerin sevk ve yönlendirmesiyle ilan-ı isyan ederek İslam dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder.

Dedim: Gerçekten bu büyük bir felakettir. Şu halde, bu gibi bir hastalığın pençesinde olan birine ne tavsiye edersiniz? Bunun bir hal ve şifa çaresi yok mu?

Dedi: Var. Olmaz olur mu? Allah (cc)’ın hudutlarını belirlediği dairede iyi iş yapamayanlar, o salih amellere muvaffak olamayanlar, ye’se düşmemek için şu ayete müracaat etsinler:

“(Ey Muhammed!) De ki: Ey kendilerine karşı günah işlemekte aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira Allah bütün günahları bağışlar. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (39/53)

Ucb

Dedim: Bir de “ucb” var. Kendini beğenme. Yeisle beraber en dehşetli hastalıklardan biri de budur, yanılıyor muyum?

Dedi: Hayır, isabet ettin…

Dedim: Şu halde, bunu açar mısın? Ucb’e giden adam hangi yolları kullanır, bu hastalık ona nasıl bulaşır?

Dedi: Arkadaş! Ümitsizliğe düşen adam, azaptan kurtulmak için, dayanacak bir noktayı aramaya başlar.

Dedim: Demek ki, ucb’un binasında ye’sin harcı vardır…

Dedi: Öyledir. Azaptan kurtulmak için dayanak noktası arayan adam, bakar ki, bir miktar hasenat ve kemalatı var.

Dedim: Yani yaptığı bir miktar iyilik vs.

Dedi: Evet. Ve adam, hemen o kemalatına bel bağlar.

Dedim: O iyiliklerine güvenir.

Dedi: Öyle güvenerek der ki: “Bu kemalat beni kurtarır, yeter” diye bir derece rahat eder.

Dedim: Yani. Açıkçası kendi kendini aldatır. O azıcık ameline güvenerek bir derece rahatlaması doğru olmadığına göre, o zaman, bunu nasıl tanımlamak gerek?

Dedi: İşte ucb dediğimiz şey budur. Kişinin amellerine güvenmesi ucbdur.

Dedim: Peki, bu hal insana ne yapar?

Dedi: İnsanı dalalete atar.

Dedim: Doğru yoldan çıkarır, saptırır yani! İyi ama neden?

Dedi: Yoldan çıkarır… Çünkü insanın yaptığı kemalat ve iyiliklerde hakkı yoktur.

Dedim: Hâlbuki insanlardan bir kısmı kemalat ve iyilikleri kendi el ve iradelerinin ürünü olarak telakki ederler.

Dedi: Kendilerini aldatıyorlar. Çünkü o kemalat ve iyilikler onların mülkü değildir ve o kemalat ve iyiliklere güvenemezler.

Dedim: Biraz açar mısın?

Dedi: Mesela… şuuri olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir.

Dedim: Yani ben farkında olmadan, ben habersizken..?

Dedi: Evet. Ve o fiiller, şuuri oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden, sabit olur ki, o fillerin faili bir Sani-i Zi Şuur’dur.

Dedim: Tam anlamak istiyorum. Yani o fiiller, işler, hadiseler bilinçli bir plan ve program dâhilinde geliştikleri halde, ben bir ilişki ve münasebet kuramıyorum… Ve bu da göstermektedir ki, o fiilleri meydana getiren şuur sahibi bir yaratıcı vardır, böyle mi anlayayım?

Dedi: İyi. Daha da derinleşmen lazım. Dolayısıyla ne sen failsin ve ne de senin esbabın…

Dedim: Öyle ise, bir çözüm…

Dedi: Malikiyet davasından vazgeç. Kendini mehasin ve kemalata masdar olduğunu zannetme.

Dedim: Yani iyilik ve kemalatların asıl kaynağı ben değilim.

Dedi: Ve kat’iyyen bil ki, senden yalnız noksan ve kusur vardır.

Dedim: Nasıl?

Dedi: Çünkü su-i ihtiyarınla, sana verilen kemalatı bile tağyir ediyorsun.

Dedim: Yani kötü ve isabetsiz tercihlerimle fıtratımda bulunan olgunlukları, güzellikleri ve tertemiz duygu ve kabiliyetlerimi bile değiştiriyorumdur?

Dedi: Öyle! Ve bilesin ki, senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksubedir.

Dedim: İyi kazanım ve güzel eylemlerim hep Allah (cc)’tan, O’ndan ihsan u ikramdır. Ve kötülüklerim ise, kendi iradi birikimim ve nefsimin topladıklarıdır… Netice?

Dedi: له الملك وله الحمد ولاحول ولا قوة الا بالله de.

Dedim: Yani, mülk Allah (cc)’ındır. Hamd de O’nadır. Ve kuvvet ve kudret ancak (ve ancak) O’nundur.

Gurur

Dedim: Efendim! Gururu da sormak istiyorum. Gurur ile hareket eden birisini ne gibi tehlikeler bekler?

Dedi: Evet, gurur ile insan, öncelikle, maddi ve manevi kemalat ve mehasinden mahrum kalır.

Dedim: Mesela?

Dedi: Mesela… Eğer gurur sevki ve nedeniyle, kişi başkalarının kemalatına tenezzül etmeyip, kendi kemalatını yeterli ve daha yüksek görürse, o insan nakıstır.

Dedim: Neden?

Dedi: Böyle gurur sahibi insanlar, malumat ve keşfiyatlarını…

Dedim: Yani bilgi, ilim, tespit ve keşiflerini…

Dedi: Evet. Bilgi ve keşiflerini daha üstün, daha yüksek görmekle,

Dedim: Ne olur?

Dedi: Eslaf-ı izamın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar.

Dedim: Yani bizden önceki büyüklerimizin irşad ve keşiflerinden, tespit, tecrübe ve yol göstermelerinden mahrum kalırız. Yani gururla hareket eden birisi böyle, mahrum kalır.

Dedi: Öyle. Ve ayrıca evhama maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar.

Dedim: Vehim ve wesweselere maruz kalıp çizgiden saparlar…

Dedi: Evet.

Su-i Zann

Dedim: Eyyühel Üstad! Su-i Zann’a da temas eder misin?

Dedi: Evet. İnsan hüsn-ü zann’a memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir.

Dedim: Aksi ile hareket edenler vardır. Bazı kötü düşüncelerini ve kötü ahlaklarını bu gibi hususlardan beri olanlara atanlar vardır.

Dedi: Doğru değildir. Kendisinde bulunan su-i ahlakı, su-i zann saikasıyla başkalara teşmil etmesin.

Dedim: Yani herkesi kendi gibi kötü ruhlu bilmesin…

Dedi: Öyle. Ve başkaların bazı hareketlerini, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin.

Dedim: Hakkında malumat sahibi olmadığı ve hikmetini de bilmediği başkalarına ait eylem ve amelleri kabih ve çirkin görmesin, öyle mi?

Dedi: Hikmetini bilmediği için kabih bilmesin.

Dedim: Bir örnek!

Dedi: Mesela, büyük seleflerimizin hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek su-i zann’dır. Su-i zann ise, maddi ve manevi içtimaiyatı zedeler.

Dedim: Toplumsal hayatımızın, cemiyetimizin maddi ve manevi değerlerini zedeler, zarar verir.

Dedi: Öyle…

Dedim: Allah (cc) razı olsun.

____________
Not: Konular Mesnevi-i Nuriye’den, metinler ise tarafımdan oluşturulmuştur.
Muhammed Mehdi Gül / İnzar Dergisi / Aralık 2011

Bu haberler de ilginizi çekebilir