• DOLAR 32.583
  • EURO 34.715
  • ALTIN 2491.92
  • ...
Avrupa`daki Müslüman gençliğin terörle imtihanı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Bir an için kendimizi 1960'lı yılların dünyasında Avrupa'ya işçi olarak giden, ırkı, dini, hatta dilini dahi düşünmeksizin kendi halindeki bir vatandaşının yerine koyalım. Geride bırakılan aileler, onlara imkân dahilinde gönderilen harçlıklar, biraz fazla kazanç elde edince ana vatana dönüp kendi hayat çarkını çevirme hayalindeki bir kuşağın saf insanları. Oysa hayat bu kadar basit değil. Kısa vadeli iş sözleşmeleri ile geldikleri ülkeler sadece onları yutmadı, geride bıraktıklarını da çekip almakta gecikmedi. Hatta bir iki kuşak sonra ana yurtlarını hatırlayabilenlerin sayısı da iyice azaldı. Bir anlamda kendi ülkeleri de onları başlarından atıp unutarak üzerlerinden epeyce bir yük atmıştı. Misafir edildikleri ülkelerin o yıllardaki yöneticileri de onları sadece iş gücü görmüşler ve nasıl olsa karınları doyup biraz da cepleri para görünce uçup gidecek kimseler gibi algılamışlardı. Müspet anlamda bu insanların yaşadıkları çevrelerde kendi değerleri ile sosyalleşmeleri için neredeyse kıllarını kıpırdatmamalarının bedelini şimdilerde ödüyorlar. Misafirin kalıcı olacağı hesap edilmediğinden içinde yaşadıkları toplumla uyum sağlayacak yönlerini yok saydılar. Zira onlara sadece iş lazımdı, işçilere de aş lazımdı.

BATI'NIN HESAP ETMEDİĞİ

Milyonlarca Türk, Arap, Kuzey ve Sahraaltı Afrikalı, İranlı, Pakistanlı, Hintli, Endonezyalı Müslüman yanında çoğu Portekiz, İspanyol, İtalyan Güney Avrupalı ile Polonyalı, Romen, eski Yugoslavyalı olmak üzere Doğu Avrupalı Hıristiyanlar; Hindistan'dan, Çin'den, Vietnam'dan, Afrika'dan gelen Hindu, Budist, Animist toplumlar da Batı Avrupa topraklarını yurt edindiler. Hıristiyanlardan din ile alakası olanlar derhal kendilerine en yakın mahallelerdeki kiliselerde yapılan ayinlere iştirak ettiler. Papazların ilgisiyle ülkelerinde bile görmeyecekleri bir dini atmosferi fazlasıyla elde ettiler. Hindular, Budistler, Animistler ise kendi içlerine kapalı topluluklar olarak ve de inandıkları değerlerini Avrupa'da yaşama konusunda fazla beklentilerinin boşa çıkacağından emin gibiydiler. Ancak Müslümanlar söz konusu olunca durum gelecek için hiçte iç açıcı olmayacak gelişmelerin habercisi gibiydi. Ülkeleri onları Batı Avrupa'ya gönderirlerken bir gün camiye ihtiyaçları olacağını hiç düşünmemişlerdi. Çoluk çocuğa karışıp yeni nesiller yetiştireceklerini hiç hesap edilmemişlerdi. Oysa ki kendilerine verilen en sıradan haklar bile onlara büyük fırsatlar vermekteydi. Artık aileleri ile de yaşamaya başlamışlardı. Yetişkin çocuklarının çoğunu kendileri gibi işçi yaparken yeni doğanları ise kreşlere ve anaokullarına gönderdiler, peşinde farklı alanlarda eğitim gördüler.

İKİ KÜLTÜR ARASINDA SIKIŞANLAR

Ne var ki bunlar büyüdükçe iki kültürün arasında sıkışıp kaldılar. Okulda ruhunu Hıristiyanlıktan alan Batı kültürü, evde becerebildikleri kadar geldikleri yörelerin değerleriyle iç içe geçmiş geleneksel İslam kültürü onları ne doğulu ne de batılı yapamadı. Öğrendikleri batı kültürü hakkındaki her bilgide şüphe sezinlemeye başlayan bir gençlik doğdu. Halbuki yüzde sekseni, hatta doksanı iki kültürü birbiri ile çatıştırmadan yaşatma becerisi kazansa bile, kaldı ki bu kazanlar bile adeta görmezlikten gelindi ve diğer küçük azınlık için modellenemedi. Dahası medyada son otuz yılda İslam aleyhine verilen tüm bilgiler bir anlamda itilmiş bu sınıfın içindeki öfke ateşini körükledi. Bir gün bile muhatap alınarak dertleri dinlenip zihinlerindeki çelişkilere cevap aranmadı. Adeta onların elinden dökülen kana medyanın haber bulma endişesiyle çok ihtiyacı vardı. Teröre ayrılan haber sayfaları ve ekranlar, teröre karşı zihniyetin oluşması için neredeyse hiç kullanılmadı. Dahası bu acınacak durumdaki gençlerin attıkları her yanlış adım haberleştirildi. Bir anlamda kendilerinden korkulan sınıf haline getirildiler, bu da onların içindeki zapt edilemez duyguları daha da kötü sahneler için körükler hale geldi.

EĞİTİMDE MÜSLÜMANLARA AYRIMCILIK

Batı'da, laiklik şemsiyesi adı altında sadece Fransa'da 60 bin okulun 10 binden fazlasının kapısına verdiği formasyon hangisi ile uyumlu ise ona göre normal, meslek, ziraat, sanat Katolik okulu diye yazıyor. Bu ülkedeki 13 milyon toplam öğrenci içinde iki milyon çocuk bu okullara devam ediyor ve bunların 250 bin kadarını, yani sekizde birini de Müslüman çocuklar ve gençler oluşturuyor. 500 bin Yahudi için ise en az 100 özel okul mevcut. Resmi ağızların ifadesiyle yedi milyonu çoktan aşan, yani Fransa'da yaşayan her on kişiden birisinin Müslüman olduğu bir ülkede çoğu son birkaç yılda açılan Müslümanlara has toplam 10'dan fazla okul yok. Öyle ki bu nedenle Müslüman gençler arasında bile inanılmaz uçurumlar oluştu ve birinin diğerini dinlemeye tahammülünün olmadığı bir ortam meydana geldi. Artık işçiler değil, onların az veya çok eğitimli gençleri, kuşaktan kuşağa itilmişliğin içinde öfke duyguları ile beslenmeye terk edildiler. Çoğu Arap yarımadasından gelen ve daha önce Batı'da yetişmiş hiçbir gence hitap etmemiş vaizler bu taşkın nesildeki ateşi söndürmek yerine daha da körüklediler. Onları Afganistan'daki, Cezayir'deki, Irak'taki, Çeçenistan'daki savaşlara adım adım sürüklediler.

DİN EĞİTİMİ HAYATA GEÇİRİLMELİ

Velhasıl Batı Avrupa'daki bugünkü vahşet içeren terörü tetikleyenlerin sayısı sınırlı olsa da bunları Müslüman gençler kendi başlarına icat etmediler. Aslında bu coğrafyanın damarlarına kazınan bu kültürün Amerikalı askeri tarih yazarı Victor David Hanson'un “Batı Neden Kazandı? Katliam ve Kültür” kitabında da ayrıntılı şekilde anlatıldığı üzere onun oluşturduğu zeminin esiri oldular. Onları sarmalayan ihmaller zinciri, açtığı zararla sadece kendilerini değil, ailelerini, çevrelerini, dinlerini, asli vatanlarını, yaşadıkları ülkeleri, hatta tüm insanlığı kötülük üreten mekanizmalara çevirdi. Çaresi bir an evvel sıkıntının temel sebeplerinin üzerine giderek, sosyal hayatın temel ihtiyaçları arasındaki din eğitiminin düzgünce karşılanmasıyla olacaktır. Ayrımcı davranmadan en tabii haklar içinde yeni nesillerin daha fazla radikalleşmesine fırsat vermeden İslamiyete karşı nefret dili yerine sevgi dili ve kendi ciddiyeti içerisinde yaklaşılmalıdır. Yoksa “neden sadece Müslüman gençler terörist oluyor da diğerleri olmuyor” gibi sözler “boş laf” kadar bile değer taşımıyor. 1990'lı yılların başında Bosna'da onbinlerce Müslümanı vahşice katleden Sırp ve Hırvatlar da Hristiyandı. 2014 yılında Orta Afrika'da binlerce Müslümanı kadın çocuk, yaşlı genç demeden diri diri yakanlar, kurşuna dizenler, diri diri satırlarla parçalayanlar, başlarını kesip duvarlara dizenler Hıristiyandı. Her gün artık saymaktan usandığımız zavallı Filistinli kadın ve çocukları kolunu bacağını kıran ve bununla da yetinmeyen Yahudileri fark ettirmek için ne yapılması gerekiyor. Katliam her yerde katliamdır, bunun dini, milleti olmaz. Ama bunun bir kültür olduğu coğrafya son yıllarda fazlasıyla yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen İslam diyarları değil bizzat bundan en çok şikayet edenlerin coğrafyasıdır.

Prof. Dr. Ahmet Kavas / İstanbul Medeniyet Üniversitesi

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir