• DOLAR 32.538
  • EURO 34.93
  • ALTIN 2434.245
  • ...
Aliya İzzetbegoviç - 3
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Ahmet Yılmaz / Yazı Dizisi
 
Avrupa’da, Müslüman bir tecrübe olarak ALİYA İZZETBEGOVİÇ - 3
 
Dizi yazımızın bu bölümünde İzzetbegoviç’in lider kişiliği üzerinde duracağız.
1983 yılındaki mahkemede 14 yıl hapis cezası aldı. Cezaevindeyken kızının sınıf arkadaşı aracılığıyla bazı tavizleri kabul etmesi koşuluyla serbest bırakılacağı bildirilir, bunu reddeder. Allah’ın takdiriyle, cezasının 5 yılını çekmişken sosyalizm çöker; Yugoslavya düzeni bozulur, İzzetbegoviç serbest bırakılır.

Bir zamanlar hapisten hapise sevk edilen, omzuna ağaç kütüğü yüklenen, hatta eziyet göreceği istihbarat binasının inşaatında çalıştırılan o adam 18 Kasım 1990 seçimlerinden sonra Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı oldu. Bir süre sonra Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan’ın (Eski Yugoslavya’nın) saldırısına uğradı. Bosna-Hersek’teki Hırvatlar, Hırvatistan’ın; Sırplar, Sırbistan’ın yanında yer aldı. Bu büyük bir felaketti. Özellikle Sırplar, katliamda sınır tanımıyor; Bosna’yı ikinci bir Endülüs (Müslümanların topluca katledildiği eski İspanya) yapmayı tasarlıyorlardı. Hunghington gibi medeniyet canavarları, Bosna-Hersek’in medeniyetler çatışmasının bir uygulama alanı olduğunu söylüyor; Batı’nın psikolojik desteğini Sırplara yönlendiriyordu.

Bosna Müslümanları, Osmanlı ve Türkiye’nin yanlış göç politikasıyla Türkiye topraklarına göç ederek ve II. Dünya Savaşı’ndaki katliamlarda nüfuslarının yüzde sekizini kaybederek azalmışlardı. Batı bu nüfusa da tahammül etmiyor, onları “Hırvatistan’a Müslümanları Avrupalılaştırma görevi verildi” diyen Hırvat Cumhurbaşkanı Tucman’ın eliyle özünden koparmayı, insan kasabı Sırbistan Cumhurbaşkanı Miloseviç’in eliyle de yok etmeyi düşünüyordu. Aliya, buna direnme kararı aldı. Ancak işi zordu. Hırvatlar, ağır bir tahribat yaparak erken pes ettiyse de Sırplar, Müslümanları katletmekte kararlıydı. Aliya’nın deyimiyle onlarda iki kötülük bir araya gelmişti ve her ikisi de Batı kaynaklıydı: Faşizm (ırkçılık) ve Bolşevizm (sosyalizm).

İslam, düşmanı olan bu iki kötülüğün bir araya geldiği diktatörlerden ve onlara özenen örgüt liderlerinden çok çekmişti. Onların Hitler’i aratmayan propaganda dili, Stalin’den kalma katliamcılıklarından az tahripkâr değildi.

BÜYÜK BİR LİDERDİ
İzzetbegoviç, “Ben, biraz risk almayı severim”, “Mümkünse müzakere et, zorunluysa savaş” diyordu.
Basit gibi görünen bu iki söz, onun liderlik kabiliyetini ortaya koyuyordu.
 
Bosna, hassas bir noktaydı. Aliya, Batı’nın hepsini karşısına almamalıydı; oysa söz konusu olan Müslümanların Yahudiler ve Hıristiyanlar karşısındaki hakları olunca birleşiyordu.
 
Aliya, bütün İslam dünyasının desteğini almalı, Bosna’yı aynı zamanda İslam dünyası için bir uyanış vesilesi yapmalıydı. Ama İslam dünyası bir bütün değil parçalıydı. Kaddafi gibi Sırp yanlıları bir yana kendisine destek veren İran ve Suudi gibi devletler arasında sorunlar vardı. Ayrıca bütün İslam dünyasının desteğini almak, Batı’nın da bloklaşma riskini doğururdu.
Aliya, Bosna’nın Müslüman halkını bir arada tutmalıydı. Oysa Müslümanların çoğu Boşnak olsa da bir kısmı Sırp veya Hırvat’tı. Dahası, Fikret Abdiç gibi sosyal demokratlar, onun İslamî yanından şikayetçiydi. Abdiç, Meclis seçimlerinde Batı, Sırplar ve Hırvatların gizli desteğiyle ondan daha çok oy almıştı. Bir de Saraybosna civarındaki kahraman, samimi ama düzene girmeyen savaşçı gruplar vardı. Onların kahramanlığı ve samimiyeti gerekli, düzene girmeyişleri ise musibetti. Dünyanın her yerinde halk, bu tür kişilerin düzene uydurulmaları için yapılan operasyonları yanlış anlıyordu. Hem onların düşman tarafından propaganda edilecek yönlerinden kurtulmak için onları ölümlerine de mâl olsa bastırmak hem de halkın arasında fitneye yol açmamak gerekiyordu.
 
Aliya’nın İslam dünyasından gelen mücahitlere ihtiyacı vardı. Onlar, hem savaşacak hem de savaşan Bosnalılara destek olacaklardı. Ama hem onları denetlemek zordu hem onların düşüncelerini Bosna’ya dayatma problemi vardı ve en kötüsü Sırplar, Batılılara “Kendilerine karşı savaşanların Boşnak Müslümanlar değil; yabancı İslamcı teröristler olduğunu" söylüyordu.
 
Aliya’nın işi Mısır’a vezir olup da sultan olma yolunda ilerleyen Selahaddin-i Eyyûbî’nin işi kadar zor, belki daha da zordu. Bir şeyin hepsini istememek, acil olanlardan mahrum kalmamak ve bununla birlikte dengeleri iyi tutturmak durumundaydı. Onun denge mahareti başlı başına bir tez konusudur.
 
SIRP PROPAGANDASINI BOŞA ÇIKARDI
Sırpların “Şeriat ilan edecek” iddialarına karşılık “önceliğinin herkesin hakkını alabileceği ve birbirine saygı içinde yaşayabileceği bir Bosna-Hersek” olduğunu ilan etti. İslam’ın azınlık haklarına verdiği önemi vurguladı. “Müslüman, kendisine ait olmayanı sevmez ama (yaşam hakkına) saygı gösterir.”, “Müslümanlar, başkalarının Noel gibi sömürgelerinin varlığına katlanır ama onları kendi simgesi gibi görmez” dedi. Batı’daki Sırp karşıtı insan hakları çevrelerini kısmen ikna etti. Öte yandan Saraybosna’da yılbaşında “Pamuk Dede” gösterilerini sertçe kınadı; o gösteriye katılan Müslümanlara “özünüze dönün; o size ait değil” dedi. Pamuk dede, komunistlerin Noel Baba’ya karşı geliştirdikleri bir simgeydi. Batı, onun şeriatçı yanını sıkıca takip ediyordu, basında konuyla ilgili haberler çıktı. Aliya, hemen açıklama yaptı; komünistlerle Hıristiyanlar arasındaki tartışmaya değindi, ben sadece Pamuk Dede’yi yasakladım, dedi. Batı’dan ikna olanlar oldu, öte yandan Bosna Müslümanlarının ezici çoğunluğu Noeli de Pamuk Dede’yi de terk etti.

Bosna Müslümanları da sosyalizmi görmüş, bütün Müslümanlar gibi tesettür konusunda yeterli şuurdan yoksundu. Bu yöndeki keskin bir karar, hem karşılık bulmaz hem Sırp propagandasına zemin hazırlardı. Aliya, bunu zamana bıraktı ama İslam’ın bütününe yönelik bir şuur dalgası da başlattı; tesettür, bugün Bosna’da gün geçtikçe yayılıyor.
 
Bunlar “Kültürel” kararlardı. Olayın siyasi yanı da ayrı bir sorundu ama her sorun, aynı zamanda bir fırsattı, yeter ki halk onları anlayabilsin, cahil adamlar samimiyet adına bela olmasın.
 
Almanya geleneksel olarak Hırvatların arkasındaydı, açılım sonrası başkan Yeltsin’in Rusya’sı da Sırpların tarihi müttefiki sayılırdı.
 
Fransa arada görünüyordu. Ama sözde insan hakları savunucu başkan Mitterand’ın Sırpları kayırdığına dair güçlü işaretler vardı. Dağılan Yugoslavya postasında açıkta kalan tek ülke Amerika idi. Amerika’yı denklemin içine çekmek, Bosna’nın yararına görünüyordu. Baba Bush, hiç oralı olmadı. Ardından gelen Clinton, ilgiliydi. Ama İzzetbegoviç’in deyimiyle “Ona da Dışişleri Bakanı Christopher, siyasete fazla duygu ve ahlâk katmamasını tavsiye etmiş olmalı”ydı. İngiltere’den de iyilik yoktu. Amerikan yedeğindeki bu ülke, Bosna Müslümanlarını siyasi güçten yoksun, zayıflatılmış bir azınlık cemaati durumuna düşürmeye çalışıyordu.
 
Aliya, Amerika’da yerleşik Bosnalılardan ve lobilerle güçlü bir bağı olan Fas Kralı II. Hasan’la da görüşüp onu onure ederek Clinton yönetimini en azından müzakere sürecinde girmeye ikna etti. Bu yeni aktör, eski hesapların hepsini alt üst etti. Eski hesap yüzde yüz Müslümanların aleyhineydi. Ondan ne kadar dönülse Müslümanlar o kadar kârlı çıkacaktı.

İslam dünyasında Aliya’yı ve Bosna’yı desteklemek, her liderin kendi ülkesinde güç kazanması için bir fırsattı. Kaddafi ve belki Saddam, Esed gibi klasik ulusal solcuların dışında herkes, İzzetbegoviç’e olan hayranlığını ifade ediyor; “Bilge Kral”, İslam Konferansı Teşkilatı’nda ayakta alkışlanıyordu.
 
Ama burada da ince noktalar vardı; Aliya’nın Türkiye’nin resmi desteğine ihtiyacı vardı. Necmettin Erbakan’ın organize ettiği sivil İslami destek de Aliya için his ve fikir bakımından, Bosna halkının ümmet şuurunu algılaması açısından hayati bir öneme sahipti. Oysa Türkiye devleti, Erbakan’la temastan rahatsızdı; İstanbul basını, bu noktada, Sırp basınını aratmıyordu. Aliya, idare etti; Erbakan, anlayış gösterdi. Onun desteği hiçbir zaman resmi ortamlarda sıklıkla beyan edilmedi. Ama Aliya, buna bedel olarak, Türkiye’nin resmi desteğini de pek anmadı; Türkiye halkıyla tarihi dostluğu anımsatmakla yetindi. Sonuçta hesap, Allah`a verilecek; O’nun huzurunda bütün amel defterleri açılacaktı.
 
DARÜTTAKRİB GELENEĞİNDEN GELİYORDU
İslam dünyasındaki diğer sorun İran-Suudi karşıtlığıydı. Aliya, kendi kuşağındaki diğer öncüler gibi Daruttakrib (mezhepleri değiştirmeden mezhep mensupları arasında kardeşlik bağı oluşturma) geleneğinden geliyordu. Onun Sünni-Şii takıntısı yoktu. Bu ihtilafı kızıştıranlar kafirler, onların oyununa gelen ya da çıkar karşılığı onların hesabına çalışanlardı. Aliya, böyle kısır tartışmalara girmeyecek kadar büyüktü. Hem Suudi’ye hem İran’a gitti. Oralar da konferanslara katıldı, istek ve uyarılarda bulundu.
 
İran’ın desteği, Batı açısından da sorundu. Ama aynı zamanda fırsattı:
 
1-Bu ülke, diğer İslam ülkelerinden farklı olarak güdümsüzdü. BM’nin eski Yugoslavya’ya yönelik silah ambargosu Bosna Müslümanlarının aleyhine devam ettiriliyordu.
 
2.İran’la ilişki, sürece katılmaya çağrılan ABD’ye de güçlü bir mesajdı: “Bu çağrımız, senin boyunduruğun altına girmemiz anlamına gelmez.”
 
İzzetbegoviç, bu kelimelere dökülmeyen mesajı duyurmak için olacak, her fırsatta İran’a teşekkür etti; Bosna halkının bu desteği unutmayacağını makale ve anılarında da güçlü bir dille işledi.
 
İran, Bosna askerlerini eğitme sürecininin de içindeydi. Ama bu katkı, dünyadan gizleniyordu. Eğitim kampı, birgün BM birliklerince basıldı, teşhir edildi. Aliya, haberim yoktu, dedi ve konuyla ilgili komutanlar hakkında soruşturma açtı: Siyaset böyle yürüyordu, daha doğrusu savaş hiledir.
 
İslam dünyasından gelen mücahitleri Bosna, kabul etti, bununla birlikte Aliya’nın disiplini onların ameli açıdan zayıf Bosna toplumuyla bir çatışma yaşamasına izin vermedi. (Çeçenistan’da büyük önderlerin şehadetinden sonra bunun gerek Çeçenistan içi gerek Rusya propagandası açısından yol açtığı sorunlar, İzzetbegoviç’in disiplinin faydasını yeterince göstermektedir.)
 
Bosna içi sorunlara gelince Fikret Abdiç sorunu Eylül 1993’te savaşın en zor anında ayaklanmaya dönüştü; onun arkasında hem Batı hem Sırplar hem Yugoslavya dönemi yöneticileri vardı. İzzetbegoviç, Batı tarafından istenmiyordu, onun yerine sosyal demokrat bir adam tercihleriydi, eski yöneticiler ise Aliya’nın eninde sonunda kendilerinden intikam alacağını düşünüyordu. Abdiç, Bosna dışına çıkarıldı ve onun olayı zamanın soğumasına bırakıldı, aksi hâlde onun imkânları Bosna Müslümanlarını ikiye ayırıp çatıştırabilirdi.
 
Eski yöneticilere gelince İzzetbegoviç, “suçluları cezalandırmanın bir insan hakkı olduğuna inanması”na rağmen “Onları bir politikacı olarak affettim” dedi. “Ama bir insan olarak onları asla affetmeyeceğim” diye ekledi. Bu kadarı kendileri için yeterliydi, çünkü bu ikinci sözün dünyada bir yaptırımı yoktu. Aliya, Bosna halkı bölünmesin diye kendisine eziyet veren savcı ve hâkimleri bile görevinde bıraktı.
 
Gerçek bir fiili müdahale sadece Bosna içindeki düzene girmeyen silahlı gruplara yapıldı. Aliya, bizzat onlarla görüştü, onların bağımsız hareket etmesinin kabul edilemeyeceğini onlara söyledi, onlardan kimileri teslim oldu, geriye kalanlara bir gece baskın yapıldı, grup liderleri infaz edildi. Sıradan halka bunu izah etmek zordu, ama dünyanın her yerinde bunun içinden çıkmanın yolu buydu. Bunu yapabilen halkının lideri olur, halkını selamete çıkarır, yapamayanlar toplumunu daha ağır çatışmalara sürüklerdi. Nitekim Bosna, ancak bu operasyondan sonra rahatladı.
 
BİR HALK ADAMIYDI
İzzetbegoviç’in kararlılığı imanından geliyordu. O, gerçek bir mü’mindi. Halkına bu özelliğiyle hizmet etti ve halkın gönlünü kendisine bağladı. İki odalı bir evde oturuyor. Cuma namazlarında halkın arasına karışıyor, bayram namazlarında Bosna’nın cami önünde sıra olup cemaatla bayramlaşma geleneğini eksiksiz yaşatıyordu.

Halkının da kendisinin de dava delisi olduğuna inanıyordu. “Tam olarak mantıklı olmamamız iyi bir şey. Çünkü mantıklı olsaydık 1992 Nisan sonunda ya da Mayıs başında teslim olurduk. Dünyanın bütün mantığı bize karşıydı o zaman. Şimdi o mantıksız halk var elimizde, yiyeceğimiz yok, kurşunumuz yok ama savaşacağız ve kazanacağız, diyor. Bu halka layık olmak için ne yapmalı?” diyordu.

İzzetbegoviç’e göre insan hastayken sadece iyileşmeyi ister, oysa iyileşince isteklerinin sonu gelmez. Resulullah’ın (sav) savaştan dönerken büyük cihada gidiyoruz demesinin bir nedeni de buydu.

Ayrıca çıkarcı taraflar, savaşa en son katılır ama savaştan sonraki nimetleri önce onlar ister, bu da adaletsizliğe ve fitneye yol açar. Aliya, savaş sonrasında bununla mücadele etti. “Bir belediye başkanımız bir aydı evinden atılan bir gaziyle görüşmüyor. Onun bir gazinin sorununu çözmekten daha önemli işi ne olabilir?” diyerek savaş sonrası hakim sınıfı savaş mağdurlarının hizmetinde çalıştırmaya çalıştı. Halk, onu takdir etti, ama o daima yaptığını az gördü.
 
Devam Edecek
 
 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir