• DOLAR 32.562
  • EURO 35.034
  • ALTIN 2430.275
  • ...
Anneme mektup
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Elhamdulillahi Rabbil âlemin. Ves salatu ves salamu ala Resulina Muhammed`in ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu.

Kıymetli anam! Evvela selam eder kıymetli ellerinden şöyle oğul tadında hasret, muhabbet ve saygıyla öperim. Şu an sana yazma saadetindeyim. Mektubuma nereden başlayacağımı da bilmiyorum doğrusu… “Seni” mi anlatsam diye düşündüm. Ama ana, seni anlatmak ne benim gibi bir aceminin, ne de aciz kalemlerin işidir. Rabbim siz anaları övmüşken, bana sevdirmişken ve kıymetini bilmem gerektiğini haber vermişken, söylenecek söz de pek kalmıyor aslında.

Bugün hayal kuşumu, bir müddet mazi kıtasına uçurdum. Ayrıldığımız günü düşündüm ana. Bir annenin kuzusundan ayrılışını düşündüm. Hani ashap bir kuş yavrusu almışlardı da anne kuş feryatlarla peygamber merhametini celp etmişti ya kendi üzerine… Dedim ya biraz gerilere gittim ana… İçinde bulunduğumuz sürecin ta başlangıcına. Hani bir gece beni senden aldılar ya ana soğuk diyarlara götürdüler. İklim bilimcilerin bile tarifini yapamadığı garip iklimlere sürdüler ya beni. İşte o günü ve o gün senin yaşadıklarını düşündüm. Yüreğin parçalanmıştı biliyorum. Arkamdan bir imparatorluk gibi çöktüğünü duydum tanıdıkların. Ama içini ben yakmadım senin. Böyle olsun ister miydim? Seni üzmek ister miydim? Benim de ciğerim yandı inan. “Erkekler ağlamaz” gibi yanlış bir düşünce hâkimdi örfümüze. Senin gibi gözlerimi kanatmayışım bundandı. Annesinin kendisine olan şefkatini düşünüp… Ashabı içinde bile gözyaşı dökmekten utanıp – sıkılmayan ve bunun doğal bir şey olduğunu gösteren bir Peygamberin (s.a.v) ümmetiydim oysa.

Hani derler ya: “Ağlarsa anam ağlar…” Biliyorum, bu sözün doğruluğunu tasdike ihtiyaç yok ama ille de bir argüman aranacaksa, senin halini sunuyorum delil diye. Halime yandın, yüreğin elemle doldu. Çaresizlikle kollarının iki yana düşmesi, kahrolmuşluğunu resmediyordu… Okudum. Sahi ana aklıma gelmişken sorayım: “Senin bu dermansız derdine kimler derman oldu? Senin derdini kimler paylaştı da, böyle dimdik ayakta kalabildin? Yoksa sen bir dağ mısın ana? Oysa dağlar bile dayanmazdı bu acıya, parçalanıp giderdi. Sana dayanma gücü veren neydi böyle yoksa duaların sendeki tecellisi midir bu?”

Ey bir ömür hasretle sızlayan ana! Analık gibi “Kutsi bir vazife” yüklenmiş omuzlarına. Şefkat, fıtratına derçedilmiş senin. Seni bana ana yapana şükrediyorum. Çocuğunu doğurmaktan başka bir şey yapmayan, analığın ne olduğunu bilmeyen, analığın olmazsa olmazlarından olan şefkatten yoksun sözde anaların varlığını duydum geçenlerde. Üzüldüm önce, hayıflandım. Sonra da bir sevinç kapladı yüreğimi. Seni bana ana yapana tekrar tekrar şükrettim.

Biliyorum ana, ben hep aynı çocuğum senin gözünde. Şefkatle koyduğun kalp beşiğinden hiç çıkarmadın beni. Göğüs kafesinde, ninnilerle değil, Rahman`ın ayetlerini terennümle teskin ettin beni. Hasret kundaklarına sarıp sarmaladın. Ben yine aynı afacanlıkla sana takılıyorum şimdi, “Kaç kiloysa içirdiğin süt söyle de alayım helalleşelim.” diyorum aynı muzırlıkla. Ana-oğul gülüşüyoruz her gün evimizin her odasında sesimiz yankılanıyor. Sesime bile hasretsin belli. Hemen kapı pencereleri kapatıyorsun. Kaçmasın istiyorsun. Ana aynasından bakıyorsun bana. Sesimle huzur duyarken “Kanaryam, bülbülüm” diyorsun. Ben ise ne kanarya ne de bülbül olmadığımı bildiğim halde “ANA RIZASI” almış olmanın mutluluğunu yaşarım o an.

Biliyorum ana, biliyorum, yılar önce uyuduğum kanepeyi “bir oğul yadigârı” sayarsın da kırıp dökülse de atmaya kıyamazsın. Yenisini alasınız diye nümune gönderdiğim eskimiş elbiselerimin, bir hazine gibi çeyiz sandıklarında saklandığını da biliyorum. Yine ayağına batacak bir dikeni, ta gözünde, hatta gönlünde hissedeceğini de bilirim de, en mahrem bir sır gibi saklarım senden sıkıntılarımı. Telefon konuşmalarımda sesimin dipdiri ve gür çıkışı da bu korku sebebiyledir. Yanlış anlamandan, hüzün algılamandan korkarım da, bildiğim tüm şakaları on dakikaya sığdırırım bir çırpıda.

Zaman ilerledi ana! Yıllar geçti. Bayramlar birbirini kovaladı. Uzun zaman oldu, görüşemedik birbirimizi şöyle ağız tadıyla. Ramazan bayramında geleceksin diye ne kadar da heyecanlanmıştım. O pamuk ellerinden öpeceğim diye, ana kokusunu, hatta babamın ve kardeşlerimin kokusunu sende duyacağım diye içim içime sığmıyordu. Ama ana, sağlam bir kale sandığım seni, erimiş ve tükenmiş olarak görünce karşımda benim de hisarlarım bir bir yıkılıverdi. Ama üzülmeyesin diye, senin için olan hüznümü de gizledim senden. “İnsanı yaşatan emel, öldüren ise yeistir.” denilir ya!  Nedense seni ayakta tutan gücün de, kavuşacağımız güne olan inancın olduğu düşüncesi düştü aklıma. Feri sönmüş gözlerinin, Yakup misali Yusuf`unla açılacağını umarsın. Hani o ümitle dersin ya: “Toprağın altında değilsin ya oğul, bu bana yeter! Bilsen ona senin oğul toprak altındakilere ne kadar da imreniyor… Ha yanlış anlama! Çektiğim sıkıntılar değil, beni bu özleme sürükleyen onların ak bir yüzle imtihanı bitirmiş olduklarına dair düşüncedir beni söyleten.

Ey sel sularının bentlerini yıkıp, gözlerini boğduğu anam! Beni bir kurban say, kendi elinle kınaladığın. Ben zekâtı olayım evlatlarının. Bil ki zekât, geride kalanları temizlemek içindir. Ayrılık olsun istemedim! Hasreti ben salmadım gönlüne. Senin özlemini ister miydim hiç? “Olanda hayır var.” de ve sabret, tıpkı benim gibi ve içinde umut diye bir fidan dik. Gözyaşlarıyla suladığın kalp toprağının bereketli ellerine teslim et onu… Büyüsün, dal budak salıp göğe ersin. Bir gün, bir gömlek müjdeye gelir, kapılar açılır inşallah. O gün tüm çektiklerin biter diye umuyorum. Firak-ı elemdeki lezzeti düşün, haz duysun kalbin. Vuslat sabahını düşün ana, firakın bitebileceğini. Güzeli düşün ana! Güzellikleri iste O`ndan. Ama vesveseler veren şeytan yine de atiyi karanlık gösterirse sana ve sen de karamsar bakacaksan geleceğe, yeni umut gülleri solup kurumuşsa gönlünde, hiç olmazsa “Sen niye oradasın oğul?” de bana. Ben de sana haber vereyim. Kur`an susturulmaya çalışırken oturmadığımızı, tüm ceht ve gayretimizin ne derce ulvi gayeler için olduğunu dilim döndükçe anlatmaya çalışayım. O zaman sürur duyarsın evladınla, biliyorum. Bir iftihar nişanesi buseni kondurursun solan resmime.

Senin kıymetini takdir edebilmem için ille de hasret mi olmalıydı? İlle de ayrılık mı girmeliydi araya uzun uzadıya? Siz anaların kıymetini bilmeyen evlatları görünce kendime dönüyorum. Seni üzmüşsem, affına sığınıyorum. Hasret ateşiyle yanan kalbime, sizin rızanızı almak suretiyle “serinlik ve selamet” arıyorum. Sizi razı etmektir gayem. Sizin rızanız, O`nun rızasının bir muştusudur çünkü…

Hem yetim, hem de öksüz olan Nebi-yi Zişan`ın (s.a.v); “Ana ve babasına sağlığında yetişip de cenneti kazanmayanın burnu yere sürtülsün.” bedduasıdır beni endişeye salan. Yüz kez söylemiş olsan da, yine duymak isterim. “Hakkımı sana helal ettim oğul!” deyişini… Analar niyazıdır bilirim. “Helal ettim” derken, gönlüm hoş olsun diye demediğin, içten gelen bir coşkuyla ve geleceğe ait bir kaygıyla söylediğini bilirim.

Anam, cennet bir hedef ve ulaşılmak istenen bir zirvedeyken, senin çatlamış topuklarına merhem, hatta bastığın toprak misal, yere seriliyor. Fazla uzakta aramamak lazım cennetleri… Uzat da ayağını, cennetin o eşsiz koku ve tadını duyayım dünya gözüyle… Ateşim, İbrahim Peygamberi ateşi gibi Gülşen`e inkılap etsin.

Mektubumu sonlandırırken tekrar ellerinden değil, evladın için yollar katettiğin cennet kokulu ayaklarından öpüyorum. Babama ve kardeşlerime de senin aracılığınla selam ediyorum. Rabbim sizlere huzur, selamet, afiyet ve vuslat dolu… Hayırlı, uzun ömürler nasip etsin. Hakkınızı helal edin. Dualarınızı bekliyorum. Allah yar ve yardımcınız olsun.

Yasin Demir

Bu haberler de ilginizi çekebilir