• DOLAR 32.386
  • EURO 35.051
  • ALTIN 2326.566
  • ...
Tanrıkulu: Çözüm Sürecinde Devlet de PKK de savaşa hazırlandı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Doğruhaber / haber merkezi

BBC Türkçe`de yayınlanan röportajın tamamı

Gazeteci Çağıl Kasapoğlu`nun “iki buçuk yıl önce hükümet bu işe hiç şehit olmayacak diye başladı. Ama gelinen aşama bunun böyle olmadığını gösterdi. Sizce hükümet nerede yanıldı?” sorusunu yanıtlayan Tanrıkulu şu ifadelere yer verdi:

Çözüm süreci başladığında silahların susması adına bunun iyi bir adım olduğunu söyledik. PKK`nin 30 yıl önce savunmuş olduğu Bağımsız Birleşik Kürdistan veya Bağımsız Kürdistan fikirlerinden vazgeçmesi ve en son Demokratik Modernite, Demokratik Özerklik veya Demokratik Cumhuriyet dediği bir noktaya gelmiş olmasından dolayı silahların susması ve bu süreç onun için iyi bir yoldu. 2003`te Ak Parti`nin iktidara gelmesiyle Avrupa kriterlerine uyum yasalarından dolayı insan hakları ve Kürtlerin temel meşru hakları konusunda bu güne kadar yapılmayan ve konuşulmayan ciddi adımlar atıldı, bu bir gerçek. Yine Suriye ve çevremizdeki durum göz önüne alındığında hem PKK hem de devlet için bu süreç olumlu bir adımdı.”

PKK ile görüşülen çatışmasızlık sürecinin hep Kürt hakları veriliyormuş gibi bir algıyla yürütüldüğünün altını çizen Tanrıkulu, “Çatışmasızlık üzere kurulu olan bu süreç Kürtlere hakları veriliyor propagandasıyla lanse edildi. Ama hakikatte bu süreç devlet ile örgüt arasındaki bir çatışmasızlık süreci idi.” Dedi.

Kürtlerin haklarının gasp edilmesi sorununun PKK ile başlamadığını belirten Tanrıkulu, “Bu sorun PKK ile başlamadı, bir asırdan fazladır bu sorun var. Gasp edilmiş bu hakların verilmesi konusunun PKK`nin silah bırakması veya yurt dışına çıkması şartına bağlanmasının yanlış olduğunu söyledik. PKK silahlı bir örgüt olduğu için silahların susması için PKK ile pazarlık yapmak veya konuşmak doğaldır. Ancak bunun adı konulmalı. Kürtlerin farklı örgütleri, partileri, camiaları, STK`ları ve kanaat önderleri var. Bunların hepsiyle görüşülüp ortak noktalarda adım atılması lazım. Ama hükumet bunların hiç birini yapmadı.” İfadelerini kullandı.

Devletin de PKK`nin de çözüm konusunda samimi davranmadıklarının altını çizen Tanrıkulu sözlerine şöyle devam etti:

“PKK`nin ve devletin samimi olmadığı kamuoyunun malumudur. Devlet bu süreçte PKK`nin ülke dışına çıkmamakla suçladı. PKK de devleti kalekol ve karakol yapmakla suçladı. Bu iki buçuk yıllık süreçte hem devlet hem de PKK savaş için bir hazırlık ve sığınaklar yaptı. PKK`nin dağ kadrolarını şehir merkezlerine getirtip yeni örgütlenmeler oluşturması ve silahlandırması 6-8 Ekim Olaylarına ve şu an ki sürece bir hazırlıktı. Çatışmasızlık polis ve askerin PKK ile çatışmaması olarak kabul edildi. Ama sivil halk ve muhalifleri PKK tarafından hedef alınıp öldürüldü. Bunlara sessiz kalındı. Araç yakmalar, yol kesmeler, şantiye basmalar v.s. eylemler yapıldı ama bunların hepsi görmezden gelindi. Böyle süreç olmaz, burada hem hükumeti hem PKK`yi eleştirdik.”

Kasapoğlu`nun masada HÜDA PAR da olsaydı ne tür çözüm önerileri verirdi sorusu üzerine Tanrıkulu şu ifadelere yer verdi:

“Kürtlerin meşru haklarının verilmesi noktasında farklı siyasi görüşe sahip olanlarla görüşülüp ortak noktalarda adım atılmalı dedik. Hükumete dedik ki anadilde eğitimin önünü açın ve kamuoyunu rahatlatın. Yapmadılar. Anayasal vatandaşlık tanımını değiştireceğini vadettiler. Bunu da yapmadılar. En azından Kürt kamuoyunu bu tür adımlarla rahatlatın dedik, ama adım atmadılar. Madem bir süreç vardı, hükumet bu tür adımları atmalıydı. Atmadı, PKK`nin eline koz verdi. PKK de örneğin Lice`de karakolun yüz metre ilerisinde çadır kurup muhaliflerini sözde yargıladı, ceza kesti. Yine PKK`nin muhaliflerine yönelik silahlı saldırıları ve cinayetleri oldu, devlet buna yönelik bir operasyon yapmadı. Görmezden geldi. Yani her iki taraf da yanlışlar yaptı.

Hükumetin bölge STK`larıyla gerçekleştirmiş olduğu süreç konulu toplantıya HÜDA PAR`a yakın isimlerin neden davet edilmediğini soran Kasapoğlu`na Tanrıkulu şu cevabı verdi:

“Çözüm sürecinin baş yürütenleri Y.Akdoğan ve B.Atalay`dır. Bu ikisi daha öncede yaptıkları toplantılarda İslami camiaları özellikle çağırmadılar. Burada bir art niyet var. Bunların Erdoğan`ı yanlış yönlendirdiklerini düşünüyoruz. Mesela PKK gibi ciddi bir örgütlü güce sahip olan Hizbullah camiasının veya yüz binleri, milyonları bir araya getiren ve yüzlerce üye derneği olan Peygamber Sevdalıları Platformunun özellikle çağrılmamış olmaları ve hep PKK`ye yakın sivil toplum kuruluşlarının çağırılmış olması aslında çözüm konusunda ne kadar samimi olduklarını gösteriyor. Dünkü toplantıda Diyarbakır`dan çağırdıkları STK`lara baktık. Yine PKK`den farklı olmayan STK`lardı birçoğu. Hatta PKK`den daha uç düşünceye sahip olanları çağırmışlar. Hiçbir kitlesi olmayan, üç beş adamı olmayan dernekleri çağırmışlar. Bu durum hükumetin sık sık dile getirdiği adalet kavramının pratize edilmediğini gösteriyor.

Suruç olayına da değinen Tanrıkulu, IŞİD`in bundan daha vahşiyane görüntüleri yayınlayıp üstlenen bir örgüt olmasına ve Suruç olayının kendisine isnad edilmesine rağmen bu saldırıyı üstlenmemesinin düşündürücü olduğunu söyleyerek, “Gerek 5 Haziran bombası gerekse de Suruç bombasının IŞİD tarafından yapıldığına inanmıyorum. Bana göre uluslararası güçlerin yönlendirmesiyle yerel işbirlikçi güçler tarafından yapıldığına inanıyorum. Daha düne kadar ABD ile Türkiye arasında büyük bir anlaşmazlık vardı ve bu bir anda çözüldü. Bombadan sonra PKK/HDP yetkilileri halkı serhıldana çağırdı. Yine DHKP-C`nin halkı sokağa çağırması v.s. sanki işaret fişeği gibi herkes bekliyor gibiydi Suruç bombasını. Devlet de IŞİD`e ve PKK`ye operasyon başlattı. Her şey değişti. İki bombacının da Adıyamanlı alevi ve Kürt olması da dikkat çekicidir. Kaldı ki bu şahıslar sözde birkaç aydır tevbe etmiş ve IŞİD`e katılmış. Bu kadar kısa sürede bu eğitimi almak mümkün değil.” Açıklamasında bulundu.

Terörist devlet kavramı”

Kasapoğlu: “IŞİD`i tehlikeli bir örgüt olarak görüyor musunuz? ‘Terörist bir örgüt` olarak tanımlar mısınız?”

Biz prensip olarak hiç kimseye terörist demiyoruz. Terörizm kavramının net bir tanımı konulamamıştır. Herkes kendi muhalifine terörist diyor. Ama aslında halkı sindirme, sivil halkı katletme kastediliyorsa ABD, İsrail ve Türkiye de terör devletleridir. Çünkü Türkiye Roboski`de sivilleri katletti. PKK de IŞİD de, PYD de teröristtirler.” Dedi.

Kobani`ye saldıran Kürtlerin bir kısmının PYD zulmünden IŞİD`e katılan Kürtler olduğunu vurgulayan Tanrıkulu, “PYD sadece Kürtlerden oluşmuş bir örgüt değil. Avrupa`nın birçok ülkesinden birçok kişi o saftadır. ABD`den hatta Uzakdoğu`dan, Çin`den gelenler var. IŞİD de böyle. Ama IŞİD`de durum biraz daha farklı. Rojava`da PYD`den baskı gören Kürtlerin bir kısmı IŞİD`e katıldı. Hatta Kobani`ye saldıran IŞİD komutanının bile Kobanili bir Kürt olduğu medyaya yansıdı. Hatta Kobani`ye saldıran IŞİDlilerin büyük bir kısmının PYD zulmünden dolayı Kobani`den kaçıp IŞİD`e katılan Kürtler olduğu konuşuldu. Bir kısmı Güney Kürdistan`a gitti. Bir kısmı Ahraruşşam`a katıldı, bir kısmı Esed muhalifi örgütlere katıldı, bir kısmı da Türkiye`ye geldi. Orada bir Kürt ve Arap savaşı yok. Böyle olsaydı YPG, muhalifi olan binlerce kişiyi niye sürdü? Yine 5 bin silahlı, eğitimli Peşmerge güçleri, bir yıldan fazladır niye Rojava`ya alınmıyor? Bunların sorgulanması lazım. Orada ideolojik savaş var. IŞİD ile PYD arasında alan kapma savaşı var.” İfadelerini kullandı.

Çağıl Kasapoğlu`nun “Türkiye IŞİD`le yeteri kadar mücadele ediyor mu” sorusunu da yanıtlayan Tanrıkulu sözlerine şöyle devam etti:

“IŞİD`in Türkiye`ye yönelik ciddi bir saldırısı yok. Tehlike oluşturabilecek bir iç çatışma potansiyeli de yok. Şu an itibariyle IŞİD Türkiye için bir tehdit değil. Şu anda Kobani kantonu ile Efrin kantonu arasındaki Cerablus IŞİD`in elinde. ABD ile Türkiye anlaştıktan sonra orayı da güvenlikli bölge ilan edip IŞİD`i oradan çıkaracaklar. IŞİD`in sınır komşusu olmasına rağmen topyekun bir eylemi yok. IŞİD`e veya diğer muhaliflere Türkiye`den binlerce insan gitti, katıldı. Türkiye buna göz yumdu. Ama sadece İslami ve cihadist olanlara tek göz yummadı. PKK`ye de göz yumdu, DHKP-C`ye de göz yumdu. Aynı şekilde buradan PKK/PYD saflarına da o kadar insan Türkiye üzerinden gitti, katıldı. Bunları da görmek lazım. Mesela Kobani`ye gidip IŞİD`le savaşıyoruz deyip orada silahlı eğitim alıp Türkiye`ye gelen binlerce PKKli ve sol örgüt mensubu kişi var. Bunlar niçin kontrol edilmedi. Bunlar Türkiye için tehlike değil mi? Bunlar o silahlı eğitimi ya muhalifleriyle ya da devletle savaşmak için alıyorlar. Objektif olmamız lazım, yanlış IŞİD`dense IŞİD`den diyelim. Yanlış PKK`dense PKK`den diyebilelim. IŞİD yapınca yanlış, PKK yapınca doğru oluyorsa bu adil bakış açısı değil.”

Suriye`de bu güne kadar PYD`nin zalim Esed`e tek bir kurşun sıkmadığının altını çizen Tanrıkulu, “Suriyede savaş beşinci yılına girdi. PYD burada samimi davranmadı. Çünkü bu güne kadar Esed`e bir tek kurşun dahi sıkmamış. Hala Haseki ve Qamışlo bölgesinde memurların maaşını Esed veriyor. Rojava`da da.  Askeri olarak da Esed orada var.  Anlaşmışlar. Orada herkes kendi örgütsel çıkarını önceledi. Kürtler için savaşan olmadı. PYD ideolojik yaklaşıyor. Kendi dışındaki Kürtleri kabul etmedi, oradan sürdü. Sıkışınca hakaret ettiği Barzani`den ve Türkiye`den yardım istemeye başladı.” Şeklinde konuştu.

Kasapoğlu`nun “Türkiye sınırında IŞİD mi olsun yoksa PYD mi” sorusunu da yanıtlayan Tanrıkulu şu açıklamalarda bulundu:

“Bizim için önemli olan isimler üzerinden değerlendirme yapmak değildir. Önemli olan komşuluk ilişkilerini adalet ve temel insan hakları ve hürriyetleri içerisinde gerçekleştirecek bir yönetim istemektir. Bu ister YPG, ister IŞİD, isterse de Esed olsun, fark etmez. Biz IŞİD ile YPG arasında bir fark görmüyoruz. Mesela IŞİD`in de YPG`nin de yaptığı vahşetlerle ilgili bazı görüntüler ortaya çıktı. Hafızayı biraz geriye götürürsek PKK`nin bölgedeki Müslümanlarla çatışması söz konusu. İslami kesimden olan muhaliflerine öyle işkenceler yapti ki hiç gündeme getirilmiyor. Mesela Orhan Korkmaz adında bir şahıs sırf dindar olduğu için PKK tarafından kaçırıldı. Gözleri oyuldu. Vücuduna naylon damlatıldı ve işkenceyle katledildi. Yine PKK propagandası yapmadığı için Bingöl-Diyarbakır-Lice yol ayrımında kaçırılan Mele Ali adında bir imam kaçırılıp işkenceyle katledildi. İŞİD eylemlerini tasvip etmiyoruz ama PKK`nin yaptıklarını da tasvip etmiyoruz. Mesela 6-8 Ekim olaylarında PKK`nin Yasin Börü ve arkadaşlarına yaptığını IŞİD yapmış mı?  Demirtaş şunu demişti, “HÜDA PAR`a yakın kişilerin ölümleri konuşuluyor ama bize yakın olup öldürülen 30 kişiden kimse bahsetmiyor.” Biz de defalarca dedik, çıkın açıklayın, bu kişiler nerede öldürülmüş? Açıklasınlar, ama açıklamıyorlar. Demek ki kendi aleyhlerindedir. 6-8 Ekim olaylarında çatışma değil tek taraflı bir saldırı söz konusuydu. BDP veya HDP`nin il veya ilçe binalarına bir saldırı duydunuz mu? Veya HDP/PKK`ye yakın STK`lara bir saldırı oldu mu, yok. Ama bizim 40`a yakın il ve ilçe teşkilatlarımız ve bize yakın STK`lar saldırıya uğradı. Mesela bizim İl Başkanlığımız 6-8 Ekimde birkaç kez saldırıya uğradı, halk ve üyelerimiz burayı korudu.”

6-8 Ekim olaylarında sonra halkta ciddi bir korkunun meydana geldiğini dile getiren Tanrıkulu sözlerine şöyle devam etti:

“Evet, halk üzerindeki korku 6-8 Ekim olaylarından bu yana hala var. Halkın işyerleri, evleri, kurumları vahşi bir şekilde hedef alındı ayrım yapılmadan. Halk bir travma geçirdi. Eğer terör tanımı yapılacaksa terör işte tam da budur. Lice`de özellikle PKK/KCK tarafından halk zorla eylemlere götürülüyor. Gitmeyenlere iki üç bin lira ceza kesiliyor. Halk gelip bunu bize söylüyor. Burada PKK`nin haraç almadığı işadamı, müteahhit kalmadı. Bu anlamda çözümü gerçekten halka soracaksanız, halk barış istiyor, halk huzur ve güven istiyor. Halk kendi temel meşru haklarının verilmesini istiyor. Halkın bu isteklerine rağmen PKK ve devletin çıkıp farklı isteklerde bulunmaları, halk adına değil kendi örgütsel veya devletsel veya partisel menfaatleri içindir. İdeolojik dayatmada bulananlar bu halka hiçbir fayda veremez.”

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir