• DOLAR 32.382
  • EURO 35.117
  • ALTIN 2326.289
  • ...
Almanya`nın ‘SUSURLUK` Kazası
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
BERLİN -Türkiye`de 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk`ta meydana gelen bir trafik kazası ve kaza sonrası bulunan belge ve silahlar, ülke gündeminde adeta bir bomba gibi düşmüş ve ardından bugünkü Ergenekon davalarının önünü açmıştı. 4 Kasım 2011 tarihinde Almanya’nın Saksonya Eyaletinin Zwieckau kentinde bir evde çıkan yangın sonrası bulunan cesetler, silah ve belgeler Susurluk’ta olduğu gibi Almanya’nın gündemine bomba gibi düştü.
 
Almanya polisi ve istihbarat birimleri 9 Eylül 2000 tarihinde kamuoyuna `dönerci seri cinayetleri` olarak geçecek 8’i Türk vatandaşı olan toplam 9 cinayetin faillerini arıyordu. Yıllardır hiçbir ilerleme kaydedilemeyen cinayetler neredeyse faili meçhul dosyasına kaldırılacakken polisin de “tevafuk ” olarak nitelediği yangın olayıyla aydınlandı.
 
Almanya’da özellikle Türkiye vatandaşlarına büyük tedirginlik yaşatan kabus, 2000 yılında başladı. Nürnberg’de Ispartalı bir çiçekçi olan Enver Şimşek öldürülmüş olarak bulundu. Yetkililer o zaman cinayeti çözemedi. 2001’de Hamburg, Nürnberg ve Münih’te de bakkal Süleyman Taşköprü, terzi Abdürrahim Özüdoğru ve manav Habil Kılıç iş yerlerinde öldürüldü.
 
2002’de Rostock’ta arkadaşının döner büfesinde çalışan Yunus Turgut hedef oldu. Üç yıllık bir aradan sonra ise yine Nürnberg’de Kürt asıllı dönerci İsmail Yaşar ölü bulundu. Bir hafta sonra Türkler`le arasından su sızmayan Yunan Çilingir Münih’te öldürüldü. 2006’nın Nisan ayında ise iki cinayet daha işlendi. 4 Nisan’da büfeci Mehmet Kubaşık Münih’te, 10 Nisan’da ise internet kafe sahibi Halit Yozgat, Kassel’de ölü bulundu. Alman polisi Türk yetkililerle de iletişime geçti ama tamamında Ceska 83 silahı kullanılan cinayetleri çözemedi. `Boğaziçi` adlı bir ekip oluşturan polis yıllarca bu cinayetleri kimin işlediğini ortaya çıkaramadı. Bunda Alman polisi ve yetkililerinin Türk kamuoyundaki yaygın kanıya rağmen cinayetlerin "ırkçı bir bağlantı" ile işlendiği iddialarını kabul etmemesi ve daha çok Türk mafyasıyla bağlantılı uyuşturucu çetesinin cinayetleri işlediği ihtimali üzerinde durması etken olmuştu. Almanya medyası da cinayetlerin arkasında “Türk Derin Devleti“nin olabileceğini yazmıştı.

Fakat, 2006’da cinayetler bir anda bitmişti. Son olarak 25 Nisan 2007’de Heilbronn’da bayan polis Michéle Kaiserwetter kafasına sıkılan bir kurşunla öldürüldüğünde henüz 22 yaşındaydı. Ama bu polis meslek dayanışması ile devamlı araştırdığı Michéle’nin katillerinin aynı ekip olduğunu tevafuk sonucu öğrenecekti. Tevafuku gerçekleştirecek kesin bulgulara polis bir banka soygunu sonrası ulaştı.
 
Uwe Mundlos ile Uwe Böhnhardt ve Beate Zschaepe, Thüringen eyaletinde bir arada ikamet ediyordu ve kasım ayı başında bir bankayı soygunu sonrasında kimlikleri tespit edilmişti. Soyguncuları arayan polis, bir karavanın içinde Uwe B. ve Uwe M.`nin yanmış cesetlerini buldu. Cesetlerin kimliğini tespit etmeye çalışan polis, ilginç bir delile rastladı. Yanmış karavandan 2007 yılında Heilbronn şehrinde öldürülen kadın polis Michéle’nin beylik silahı çıktı. Polis kimlikleri tespit üzerinde yoğunlaşırken 4 Kasım günü üç sanığın birlikte kaldığı evi belgeleri yok etmek amacıyla havaya uçurarak yakan Beate Z, 8 Kasım günü polise avukatıyla birlikte gelerek teslim oldu ve susma hakkını kullandı.
 
Üçlünün evinde arama yapan polis, daha da ilginç delillere ulaştı. Öldürülen polise ateş edilen silahla, dönerci cinayetlerinde kullanılan Ceska 83, 7.65 kalibrelik silah ırkçı gruplara mensup oldukları tespit edilen üçlünün evinden çıktı.
Evde bulunan DVD`ler incelendiğinde Köln`de 9 Haziran 2004 tarihinde Türk Mahallesi olarak tanımlanan Keup Caddesi`nde aralarında ağır durumda olan 22 yaralıya neden olan patlama ve 27 Temmuz 2000 tarihinde Düsseldorf`ta bir tramvay durağına bomba koyarak 10 kişinin yaralanmasına sebep olan eylemin de bu `terör hücresinin` işi olduğu ortaya çıktı. Sanıklar DVD’de bunları kendileri anlatıyorlardı. Aynı DVD’lerde maktul Türklerin öldürülme anları da kameraya çekilmiş olarak yer alıyordu.
 
Diğer bir ilginç belge ise intihar ettiği iddia edilen iki katilin sahip oldukları kimliklerdi. Alman iç istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (BND), iddiaları yalanlasa da Almanya’nın 4 milyona yakın satan Bild gazetesinin haberine göre, intihar eden katillerin oturduğu karavanda, sadece gizli servis çalışanlarına verilen pasaportlardan bulundu. İktidardaki Hristiyan Birlik partilerinin meclis sözcüsü Hans-Peter Uhl, “Bu tür belgeleri kural olarak sadece istihbarat teşkilatı adına gizli çalışan görevliler alır” dedi. Bild ayrıca Beate Z’nin 1998’den sonra BND’nin muhbirleriyle sıkça görüşmüş olduğunu yazdı.

Bu kadar ses getiren saldırılar düzenleyen bir hücrenin 13 yıl saklanabilmesi Almanya’da istihbarat servisine yönelik eleştirilere neden oldu. Ancak Alman basınının zanlıların üye olduğu örgütün liderinin Alman iç istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (BND) ajanı olduğunu iddia etmesi, “hücre Alman makamları tarafından kollanıyor muydu” tartışmalarına da yol açtı. Birçok politikacı Anayasayı Koruma teşkilatının takip edilen ve 1998 yılında bombacı olarak teşhis edilen aşırı sağcıların nasıl olup da gözden kaçırıldıklarını ve uzun süre yer altında yaşamayı, bu arada da cinayetlere, banka soygunlarına ve diğer suçlara karışabildiklerini sordu.
 
Siyasilerin olayın aydınlatılması adına “daha fazla aydınlık” talebinde bulunması, istihbarat birimlerini yönelik ağır eleştiriler ve örgüt mensuplarının Thüringen eyaletindeki yasadışı aşırı sağcı “Thüringer Heimatschutz” (Vatan Koruma) adlı bir teşkilatın üyesi olmaları da Susurluk vakası benzerliğinin bir başka boyutunu ortaya koyuyordu.
 
Vatan Koruma örgütünün başkanının ise aşırı sağcı gruplar içine sızmış olan Almanya’nın iç istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın ajanı olduğu iddia edilmesine karşılık Anayasayı Koruma Teşkilatı, zanlıların iç güvenlik birimleri ile temas halinde olduğu spekülasyonlarını yalanladı.

Federal Savcılık da raporlarında üçlünün 1990`lı yılların sonundan beri ırkçı çevrelerle bağlantılarının olduğu kaydederken, ölen Uwe B. ile Uwe M.`nin istihbarat servisinin `köstebekleri` olduğu iddiasını yalanladı.


İLK DEFA AŞIRI SAĞ TERÖR İTİRAFI
Dönerci cinayetlerindeki son gelişmelerden kaygılanan Almanya Başbakanı Angela Merkel, ‘‘Bunlar ürkütücü gelişmeler.‘‘ dedi. Soruşturmanın büyük bir ciddiyet ve dikkatli yürütülmesini isteyen Merkel, ortaya çıkan bilgilerin hiç tahmin edemedikleri yeni yapılanmaları gün yüzüne çıkardığını ve aşırıcılığın her türlüsüne karşı uyanık olmaları gerektiğini ifade etti. Konu hakkında konuşan Federal İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich ise, ilk defa ‘Aşırı Sağcı Terörizm’den bahsetti. ‘’Öyle görünüyor ki, aşırı sağcı terörizmin yeni bir boyutu ile karşı karşıyayız.’’ şeklinde konuşan Friedrich, Thüringen eyaletinde 1998’den beri faili meçhul cinayetlerin bu aşırı sağcı gruba ait olup olmadığının araştırılacağını kaydetti.
Göç ve Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Maria Böhmer ise aşırı sağcıların bugüne kadar fark edilmeden cinayet işleyebilmiş olmasından dolayı büyük üzüntü duyduğunu belirterek, cinayetlerin bir an önce açıklığa kavuşturulması gerektiğini söyledi.

Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Claudia Roth, gelişmeler karşısında büyük şaşkınlık yaşadıklarını belirterek, Merkel liderliğindeki hükümeti bugüne kadar aşırı sağcı tehlikeyi küçümsemekle eleştirdi. “Bu, organize, sistematik bir aşırı sağcı terördür” diyen Roth, Almanya`nın iç istihbaratı konumundaki Anayasayı Koruma Teşkilatı`nın rolü konusunda da hükümetten açıklama talep etti.


ALMAN İSTİHBARATI MERCEK ALTINDA
Almanya`da istihbarat birimlerinin kontrol edilmesi anayasal bir hüküm. 1978 yılından beri faaliyette bulunan Parlamento Kontrol Komisyonu, Federal Haber Alma Servisi (BND), Askerî İstihbarat Servisi (MAD) ve Anayasayı Koruma Teşkilatı`nın (BfV) kontrolünden sorumlu. Federal hükümet ise Parlamento Kontrol Komisyonu`na istihbarat birimlerinin genel faaliyetleri ve önemli olaylar konusunda bilgi vermekle yükümlü.

Gerek federal gerekse eyaletler düzeyindeki istihbarat teşkilatlarının öncelikli görevi, Almanya`nın özgür ve demokratik anayasal temel düzenini tehdit eden ya da yıkmaya çalışan kişi ve örgütleri tespit edip, izlemek. Aşırı sağcılar da bu "izlenmesi gereken" gruba dâhil. Anayasayı Koruma Teşkilatı, polisin yürüttüğü soruşturmaya bağımlı kalmamak için kendisi de bizzat bilgi ve belge toplama yetkisine sahip. Polisin görevi ise suç işleyen failleri yakalayıp adalete teslim etmek ve suça dair kanıtlar toplamak. Anayasayı Koruma Teşkilatı ve polisin yetkileri yasalarla kesin bir şekilde düzenlenmiş ve birbirinden ayrılmış durumda.

Yasalar, Anayasayı Koruma Teşkilatı`nın gerekli durumlarda şüpheli kişilere ait bilgi ve belgeleri polise sunmasına imkân tanıyor ancak bu yönde kesin bir direktif mevcut değil. Yani, polisle bilgi paylaşımı tümüyle istihbarat teşkilatının tasarrufuna bırakılmış durumda. Hâl böyle olunca da hangi durumlarda bilgi paylaşımının zorunlu olduğu noktasında istihbarat ve güvenlik makamları arasında tam bir belirsizlik yaşanıyor. İşte tam da bu noktada Anayasayı Koruma Teşkilatı`nın topladığı bilgi ve belgeler büyük önem taşıyor. Ancak istihbarat birimi elemanlarının, ellerindeki verileri doğru bir şekilde değerlendiremedikleri de görülüyor.


ŞİMDİ NE OLACAK?
Olayın şimdilerde merak edilen boyutu sonuna kadar cinayetin sorgulanıp sorgulanmayacağı. Genel kanaat olayın istihbaratı sıkıntıya sokmayacak şekilde kapatılacağı yönünde. Olumlu kanaat ise aşırı sağ terörün bu vaka ile artık kesin incelemeye alınacağı ve daha ciddi biçimde üzerine gidileceği şeklinde. Alman istihbaratının Türkiye’de olduğu gibi bir süreç izleyip izlemeyeceğini ise zaman gösterecek.

Bu konuda dikkat çeken bir tevafuk ise olayın kamuoyuna yansıması ile Norveç katliamının faile Anders Breivik`in mahkemeye çıkıp “ben suçsuzum” demesinin aynı günlere denk gelmesi. Bu tesadüfe dikkat çekenler Breiwik’in görüştüğü hücre mensuplarının hala ortaya çıkarılamadığını, “suçsuz vatan korucu”larının bundan sonra daha da aşırılığa yönelebileceklerini vurgulayarak siyasilerin konuyu çok ciddi olarak ele almaları gerektiğini ifade ediyorlar. Oslo saldırıları üzerine harekete geçen Alman iç istihbarat örgütü Federal Anayasayı Koruma Teşkilâtı’nın, saldırgan Anders Breivik`in Almanya`daki muhtemel bağlantılarını belirlemek üzere bir araştırma yapmış ve Breivik`in bu bakış açısıyla alışılageldik Neonazi tipine uymadığına dikkat çekilerek, "İslam karşıtı, yabancı düşmanı bireysel bir faildir" tespitine yer verilmişti. Breivik`in kendisini, 2002`de Londra`da kurulan `Tapınak Şövalyeleri` grubunun bir üyesi olarak tanımladığına dikkat çeken Alman istihbaratçıları, sözkonusu örgütün varlığından da kuşku duyulduğu belirtmişlerdi.
 
SERİ CİNAYETLERİN KRONOLOJİSİ
Nasyonal Sosyalist Yeraltı Terör Örgütü (NSU) yedi yılda 8 Türk, bir Yunan ve bir Alman Polisi katletti
9 Eylül 2000 tarihinde kamuoyuna `dönerci seri cinayetleri` olarak geçecek cinayetlerin ilki, Nürnberg - Langwasser`de 38 yaşındaki Enver Şimşek adlı çiçekçi vatandaşımızın öldürülmesiyle başladı.
13 Haziran 2001, Nürnberg: 49 yaşındaki terzi Abdurrahim Özüdoğru kafasından vurularak öldürüldü.
27 Haziran 2001, Hamburg: 31 yaşındaki manav dükkanı işletmecisi Süleyman Taşköprü öldürüldü.
29 Ağustos 2001, Münih: 38 yaşındaki manav dükkanı işletmecisi Habil Kılıç öldürüldü.
25 Şubat 2004, Rostock: Almanya`ya geleli henüz 10 gün olan ve döner dükkanında yardımcı olarak çalışan 25 yaşındaki Yunus Turgut öldürüldü.
9 Haziran 2005, yine Nürnberg: Bir müşteri döner dükkanı tezgahının arkasında 50 yaşındaki İsmail Yaşgar`ı ölü buldu.
15 Haziran 2005, yine Münih: Bir anahtarcı dükkanının iki sahibinden biri olan Türklerle yakın arkadaş Theodorus Boulgarides (41) öldürüldü.
4 Nisan 2006, Dortmund: Büfe sahibi Mehmet Kubaşık ırkçı teröristler tarafından öldürüldü. Kubaşık henüz 39 yaşındaydı.
6 Nisan 2006, Kassel: Intrenetcafe işletmecisi Halit Yozgat ırkçı terör kurşunlarının hedefi olduğunda henüz 21 yaşındaydı.
 
CİHAN

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir