• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
Kur`an`ın Bir Emri Af Etmektir
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Değerli kardeşlerim! Bazı mazeret ve meşguliyetlerimden dolayı yazılarıma uzun bir ara vermek zorunda kaldım. Mazeret ve meşguliyetlerim devam ettiği, ancak layık olmadığım ısrarlı tekliflerinize binaen kendimi zorlayarak imkân dâhilinde sizin talebinizi yerine getirmeye ve size layık bir yazar olmaya çalışacağım. Bu işimin, Allah (cc)’ın bana kolaylaştırmasını ve doğruluktan sapmamam için de inşaAllah siz de bana dua edersiniz. Allahu Teâlâ hepimizin yar ve yardımcısı olsun.

Kur`an yolu başlığı altında her sayıda Kur`an’ın bir emrini yani Resulullah salallahu aleyhi ve sellemin bir ahlakını size aktarmaya çalışacağım. Zira ahlakı Kur`an’dır. Kendimi size affettirmek için de bu sayıyı “Affetmek” konusuyla başlamayı uygun gördüm.

“… Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(Nur Suresi: 22. Ayet)

Bu konuyu meşhur, tavizsiz ve mücahid İbn-i Teymiyye’nin “Mecmu’ul Fetava” adlı eserinde güzel işlediğini gördüm ve sizinle paylaşmayı istedim. İnşaAllah faydalı olacaktır.

Şeyhü’l İslam İbn-i Teymiyye’den soruldu: Zulme uğrayan (mazlum) bir insan ahirette Allahu Teâlâ’nın vereceği sevabın daha iyi ve kalıcı olduğuna inanarak zulmeden (zalim) kişiden intikam almayıp af ederse Allahu Teâlâ’nın katında da hakkı düşer mi? Yoksa düşmez mi? Mazlumun bu af ediciliği kendisi için bir eksiklik teşkil ediyor mu? Yoksa etmiyor mu? Kıyamette davacı olmamak üzere dünyada hakkını helal etmek mi iyidir, yoksa helal etmeyip hakkını talep etmekle Allahu Teâlâ’nın zulmedeni azaplandırmasını istemesi mi kendisi için iyidir?

Şeyhü’l İslam şöyle cevap verdi:

Mazlumun, zalimi bu dünyada affedip cezalandırmaması onun Allah (cc) katındaki sevabını iptal etmez, silmez. Aynı şekilde sevabında bir azalmaya da sebep olmaz. Zulme uğrayan kişi bu dünyadaki hakkından feragat edip vazgeçer ve karşı tarafı affederse bu durumda onun hakkını ve karşılığını öteki dünyada vermek üzere Allah (cc), üzerine alır. Yani mazlum kişi affetmek suretiyle uğradığı zararın karşılığını, tazminatını ve ecrini kat kat fazlasıyla Allah (cc)’tan almaya hak kazanmış olur.

Fakat affetmez ise bu durumda hakkını kendisine zulmedenden alabilir, uğradığı zulmün ölçüsünde kısas yapabilir veya tazminat alabilir. Eğer affeder ve barışırsa hakkını ve karşılığını Allah (cc)’tan alır. Allah (cc)’ın katındaki ecir ve karşılık ise hem daha hayırlı hem de kalıcıdır.

Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır; “Bir kötülüğün karşılığı onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır.) ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez.” (Şura: 40)

Görüldüğü üzere kötülüğün cezası ona denk bir karşılıktır. Kan davalarında, mali zararlarda, namus meseleleri ve benzeri durumlarda yapılan kısas da işte budur.

Ceza kısmını zikrettikten sonra Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor; “Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir.”

İmam Ahmed bin Hanbel’in meşhur çilesi döneminde kendisine zulmedenlere hakkını helal etmeden zindandan çıkmadığı anlatılmıştır. Ve demiş ki; “Mübarek bin Fudale’den onun da Hasan’dan rivayet ettiği hadisi size söyleyeyim: kıyamet günü bir münadi şöyle çağırır; ‘Allah’tan ecir ve mükâfat almaya hak kazanmış olanlar ayağa kalksınlar!’ Affedip arayı düzeltenler dışında kimse kalkmaz.”

Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor; “Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl: 126. Ayet)

Görüldüğü gibi Allahu Teâlâ ve Sübhanehu, zulme uğrayan kişinin uğradığı zulüm kadar intikam almasını serbest kılmıştır. Fakat bu serbestiyetin hemen akabinde şöyle buyurmuştur: “… Eğer sabrederseniz ki bu sabredenler için daha hayırlıdır.” Anlaşılıyor ki sabredip karşılık vermemek, karşılık vermekten ve misilleme yapmaktan daha hayırlıdır. Demek oluyor ki affeden kişinin Allah (cc) katındaki ecri ve mükâfatı ortadan kalkmıyor ve bir azalma da meydana gelmiyor.

Allahu Teâlâ buyurmaktadır ki: “… Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için kefaret olur.”

Üzerine kısas vacip olmuş zalimi (suçluyu) affetmek suretiyle kişinin yapmış olduğu bu sadaka kendi günahlarına kefaret kılınmıştır. Oysa affetmeyip kısas hakkını kullansa böyle bir kefaret söz konusu olmayacak. Öyleyse affetmek kısas uygulamaktan daha iyi ve daha hayırlıdır.

Allahu Teâlâ başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış olan cennete koşun.

… Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.”(Al-i İmran: 133–134. Ayetler)

Allahu Teâlâ bu ayetlerde iyilikte bulunanları ve insanlara karşı bağışlayıcı davrananları sevdiğini bildirmektir.

Affettiği zaman Allah (cc) katındaki sevabının azalacağını veya ortadan kalkacağını sanan kişi nasıl yanılgı ve cehalet içindedir. (çünkü affetmekle ecir ve sevap daha da artar) öyle de affetmenin kişiyi alçalttığını ve zalimi yüceltip palazlandıracağını vehmeden kişi de bu konuda yanılmaktadır.

Es-Sahih’te ve diğer hadis kitaplarında geçtiği üzere: “Doğru sözlü Peygamber beyan etmiştir ki: ‘Kul affetmekle izzet ve şerefini artırır, sadaka malı eksiltmez ve Allah için tevazu göstereni Allah yükseltir.”

Bu hadis, aynı zamanda affetmekle zillete düşeceğini, sadaka vermekle malının azalacağını, tevazu göstermekle aşağılanacağını zanneden kişinin bu kötü zannına ve nefsinin vesvesesine bir reddiyedir.

Buhari ve Müslim’de Hz. Aişe (r.anha)’nın şöyle dediği nakledilmiştir: “Resulullah (sallahu aleyhi vesselem) ne bir hizmetçisini bir kadını ne bir hayvanı ne de başkasını Allah yolunda cihad etmek maksadı dışında asla dövmemiştir. Allah’ın hududunun çiğnenmesi dışında kendisine verilen zarar ve kötülüklerden kendisi için asla intikam almamıştır. Allah’ın hududu ve haramları çiğnendiğinde ise Allah için intikam alıncaya kadar onun gazabının önünde hiçbir şey duramazdı.”

Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam’ın ahlakı en mükemmel ahlak olan Kur`an’dı. Kendisi için intikam almamak Onun ahlakındandı. Allah (cc)’ın meharimi çiğnendiğinde ise Allah (cc) için intikam alana kadar öfkesinin önünde kimse duramazdı. Kendi hakkını affederdi, ama Rabbinin hakkını tam olarak yerine getirirdi.

Bu konuda insanlar dört kısımdır:

a) Bir kısım insan kendi hakkı için de Rabbinin hakkı için de hassas davranır. Bunlarda hem dini duygu hem de benlik duygusu gelişmiştir.

b) Bir kısmı da ne kendi hakkı için ne Allah (cc)’ın hakkı için harekete geçer. Bunlar cahil olmakla beraber dini zayıflık içindedirler.

c) Bazısı da kendi hakkını gözetir ama Rabbinin hakkı hususunda umursamazdır. Bunlar en kötü kısımdır.

d) En mükemmel olan kısım ise Allah (cc)’ın hakkını gözetip kendi hakkını affedenlerdir.

Hz. Enes bin Malik (radiyalluh anh)’in dediği gibi: “On yıl boyunca Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam’a hizmet ettim. Asla bana ‘of’ demedi. Yaptığım bir şey için ‘niçin yaptın?’ veya yapmadığım bir şey için ‘niçin yapmadın?’ diye asla çıkışmamıştır. Ev halkından bazıları bir şey için beni azarladıklarında ‘onu rahat bırakın, bir şey takdir edilmişse olur!’ derdi.”

Peygamber Efendimiz (salallahu aleyhi ve sellem)’in bu durumu kendi kişisel hakları konusundaki affediciliği idi. Ama Allah (cc)’ın hududu söz konusu olunca en çok sevdiği sahabelerden olan Usame bin Zeyd’i (ki Hz. Enes’ten daha sevgili idi ve daha büyük bir makama sahipti) elit tabakadan hırsızlık yapan bir kadının bağışlanıp elinin kesilmemesi için Peygamber Efendimiz (salallahu aleyhi ve sellem)’e ricada bulunması üzerine sert bir şekilde öfkelenerek; “Allah’ın hadleri konusunda aracılık mı yapıyorsun?! Sizden öncekiler böyle yaptıkları için helak oldular. Onlar yüksek tabakadan biri hırsızlık yaptığında onu bırakır, alt tabakadan biri hırsızlık yapınca da cezalandırırlardı. Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a and olsun ki Fatıma binti Muhammed hırsızlık yaparsa elini keserim” diye azarlamıştır.

İşte bu şekilde Hz. Usame (radiyalluh anh)’ye ilahi haddin uygulanmaması için aracılık yaptığından dolayı öfkelenmiş ama kendi hakları konusunda Hz. Enes (radiyalluh anh)’e son derece toleranslı ve bağışlayıcı davranmıştır.

Aynı şekilde ‘lailaheillallah’ diyen birin öldürdüğünü bildiren Usame (radiyalluh anh)’ye tekrar tekrar “Sen lailaheillallah diyen birini mi öldürdün!” diyerek çıkışmış, öyle ki Hz. Usame: “Keşke Resulullah sussaydı. Diyordum.” Diye bildirmiştir.

Zulmedeni affetmek konusunda ve böylelikle insanın Allah (cc) katındaki sevabının da artacağı konusundaki hadisler ve rivayetler gerçekten çoktur.

Bağışlayıcılık insanoğlunun fıtratında var edilmiş bir özelliktir. Nitekim Allahu Teâlâ: “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (Araf–199) diye buyurmuştur.

Görüldüğü üzere Allahu Teâlâ, peygamberine insani özelliklerden ‘bağışlayıcılık’ ahlakını benimsemesini emretmiş ki o da bu ahlak üzere olmuştur.

Ey Mümin ve Mümine kardeşlerim! Affetme mademki bu kadar önemli, sevabı yüksek ve fahr-i âlem gibi büyük zatların ahlakı ve vasfıdır. Ve Kur`an’ın emridir. Biz de kendimizde büyüklerimize uymayı ahlak edinelim. Onların o önemli vasfına ve yüksek sevabına ortak olmaya talip olalım. Birbirimizi affetmekle muamele edelim ki Allahu Teâlâ da bizi affetsin. Birbirimizi affetmekle muamele edelim ki bunca gaddar düşmanlarımıza karşı birliğimizi sağlayıp muhafaza edebilelim.

Allah (cc)’a emanet olunuz.

Mehmet Beşir Varol / Nisan 2011

Bu haberler de ilginizi çekebilir