• DOLAR 32.548
  • EURO 34.916
  • ALTIN 2429.827
  • ...
Halkının Diliyle Konuşan Rehberlik
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Konuya geçiş yapmadan evvel Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçenlerde yapmış olduğu bir konuşmasına değinmekte, pratik-analiz noktasında fayda görüyorum.
 
Başbakan Erdoğan, Almanya`ya göçün 50. yılı nedeniyle 1 Kasım 2011 tarihinde Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı`nın Almanya’da gerçekleştirdiği ``Göç Sempozyumu``nda şunları söyledi: "Türkçe`nin öğrenilmesi ve bunu dil bilimi açısından da söylüyorum, kendi dilini iyi bilmeyenin bir ikinci dili öğrenmesi de adeta mümkün değil. Önce kendi dilini iyi bilecek ki bir ikinci dili de gayet iyi öğrenebilsin. Kültürün ve inançların muhafaza edilmesi için de elbirliği içinde mücadelenizi sürdürün…
Bizim söylediğimiz çok açıktır: Almanya’daki Türkler anadillerini iyi bilmeli, Almancayı da mutlaka iyi konuşur duruma gelmelidir. Herhalde hiç kimse kimseden anadilini unutmasını, anadilini öğrenmemesini isteme hakkına sahip değildir. … Biz şuna inanıyoruz: Entegrasyona evet… Ama asimilasyona hayır. Çünkü insanlar kendi kültürleriyle, değerleriyle güçlüdürler… Onları asimile etmeye çalışmak zaten bir insanlık suçudur da.”
 
***
 
Başbakan’ın bu açıklamalarını not düştükten sonra bugün yaşadığımız Kürdistan özelinde konuşmak gerekirse; halkımızın kahir ekseriyetinin konuştuğu dil Kürdçe’dir. Her ne kadar Kürdler’in arasına sınırlar çekilmiş ve dilleriyle beraber topyekûn bir dönüşüm geçirmeleri için insafsızca asimilasyon politikaları gerek TC gerekse de Suriye gibi devletlerce uygulamaya konulmuş ise de bu halk Kürd’tür ve asimilasyona direnerek milliyetini muhafaza edegelmiştir.
 
Elbette uygulanan acımasız zulüm politikaları bir noktada “zakkum meyvesi”ni vermiş ve Kürdler dillerini gereği gibi konuşmaktan ve kullanmaktan yoksun bırakılmışlardır. Velâkin bu durum halkın dilini, özellikle de duygu dilini, kaybettiği anlamına gelmemektedir. Aksine Kürdler milliyet ve dilleri noktasında bilenmiş hatta içlerinden bunu dava edinen hareketler çıkmıştır.
Bu durum birilerinin ifratına sebebiyet verirken ne yazık ki birilerinin de tefritine neden olmuştur.
 
***
 
Velâkin Kur’an’ın nassıyla sabit olan bir husus vardır:
“Biz gönderdiğimiz her bir peygamberi kendilerine apaçık anlatsın diye ancak kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah, kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola İletir. O Aziz’dir, Hakîm`dir.” (İbrahim 4)
 
Gönderildiği kavmin diliyle konuşan/konuşması gereken hak davetçileri…
Yol budur. Vasat olan, ifrat ve tefritten beri olan yol budur.
Bizler bu itidal ve istikamet üzere olup, kendilerine apaçık anlattıktan sonra artık Allah, kimi dilerse saptırır, kimi de dilerse doğru yola iletir.
 
Kavmin Diliyle Tebliğ mi? Yoksa Dönüştürme ya da Milliyetsizleştirme mi?
 
Tarih bizlere göstermiştir ki İslam davetçileri gittikleri topraklardaki muhatablarının diliyle kendilerine hitab ederek muazzez İslam’ı gönüllere nakşetmiştir. Milliyetlerini aziz İslam davasına hiçbir şekilde engel yapmamış aksine İslam’ın hizmetine koymuşlardır.
 
Kürdistan’a gelen “Seyyidler, Ashab-ı Kiram Ve Takipçileri” halkımızın diliyle kendilerine hitab etmesini bilmiş ve halkın gönlünde yer edinmişlerdir. Bu yüzdendir ki halkı “milliyetsizleştirmek” ya da “milliyetlerini dönüştürmek”ten ziyade, kendileri halklaşmış, Kürdleşmişlerdir. Diğer yandan Mewlana Şêx Xalid’in nice Kürd halifeleri de mübarek Hicaz’da olsun dünyanın diğer bölgelerinde olsun, muhataplarıyla yeksan olmasını bilmiş, seyyidler ve ashab-ı Kiram’ın yolunu sürdürmüşlerdir.
Bu onlar için bir eksiklik değil bilakis erdem ve fazilettir. Zira onların gayesi Allah’ın kelimesinin yücelmesi olup, bunun için şu ayet muktezasınca hareket etmekten geri durmamışlardır:
 
“Biz gönderdiğimiz her bir peygamberi kendilerine apaçık anlatsın diye ancak kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah, kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola İletir. O Aziz’dir, Hakîm`dir.” (İbrahim 4)
 
Bu ayet-i kerimeyle ilgili Prof. Dr. Hayreddin Karaman Hoca’nın da içinde yer aldığı bir heyet tarafından hazırlanan “Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali”nde şu ifadeler yer almaktadır: “Her peygamberin ancak kendi kavminin diliyle gönderilmiş olması, bütün insanlardan tek bir dil ile, mesela Arapça ile anlaşmalarının, yalvarıp niyazda bulunmalarının istenmediğini gösterir. Zaten bir ayet-i kerimede de konuşulan dillerin muhtelif olması dahi Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerinden sayılmıştır. Bunun yanında bu ayet-i kerimenin işaret ettiği önemli noktalardan birisi de, hakka davet ile uğraşanların içinde bulundukları toplumun dilini çok iyi bilmeleri gerektiği hususudur.”
 
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resul-i Ekrem Efendimiz son peygamber olarak tüm insanlığa ve hatta cinlere dahi peygamber olarak gönderildiği halde sünnetullah ve hikmetullah onu içinden çıktığı kavmin diliyle techiz etmiş ve Arabça lisanıyla göndermiştir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Her bir peygamber kendi ümmetine, ümmetinin diliyle gönderilmiştir. Yüce Allah beni de yarattıkları arasından kırmızı tenliye de, siyah tenliye de göndermiştir.”
Hal bu iken Resul-i Ekrem Efendimiz’in içinden çıktığı kavmin diliyle gönderilmiş olmasının da hikmetleri üzerinde durmak lazımdır. Bilindiği gibi Resul-i Ekrem Efendimiz Arab değil Musta’reb’dir. Cenab-ı Hak onu önceki diliyle gönderebileceği ya da o zamanın “büyük/medeni/egemen” devletlerinin diliyle veya tüm dillerin birleşmesinden müteşekkil bir dil ile gönderebileceği halde hikmeti iktizasınca içinden çıktığı Arab kavminin lisanıyla göndermiştir.
 
Ayet-i Kerime ile ilgili müracaat ettiğimiz birçok tefsirden Elmalılı merhum’un şu ifadeleri dikkat çekicidir:
“Biz hiçbir peygamberi gerek özel, gerek genel bir şeriat veya kitap getiren hiç bir peygamberi başka türlü göndermedik. Ancak kavminin dili ile gönderdik. Yani Allah`ın âdeti böyledir. Öteden beri her Peygamber, gönderildiği ümmetin ve özellikle içlerinde oturduğu topluluğun dili ile gönderilmiştir.
Her şeyden önce "Önce en yakın akrabalarını korkut.." (Şuârâ, 26/214) gereğince en yakından başlayarak peygamber, kavmine bu açıklamayı yapar, Allah`ın emirlerini açıklar ve ilan eder.
Kur`ân, başka bir dil ile indirilseydi, Peygamberin içlerinde bulunduğu ve ilk önce hitap edeceği kavmi anlamayacak, "Fussilet Sûresi"nde geleceği şekilde "Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya, Araba yabancı dil mi?" (Fussilet, 24/44) demeye hakları olacak ve diğer kavimlere tebliğ etmek ve umumîleştirmek için ilk neşredenler yetişmeyecek ve bundan dolayı hiçbir topluluk hakkında Allah`ın kesin delili gerçekleşmeyecekti. Ve eğer bütün dillerle indirilseydi de Arapçası gibi birçok Kur`ân bulunsaydı böyle bir mucize büsbütün zararlı ve tevhid hikmetine aykırı olurdu, kavimler arasında kavga ve anlaşmazlığı azaltacak yerde çoğaltır, birleştirecek yerde dağıtırdı. (Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
 
Peygamber Yeni Bir Dille Gelmez
Tefsirlerde yer aldığı kadarıyla bir kısım ilim ehli İbrahim Sûresi’nin 4. ayet-i kerimesi ile, dillerin tevkifi değil de ıstılahî oldukları hususunda delil getirmiş ve şöyle demişlerdir: “Çünkü tevkîfîlik ancak,  peygamberler göndermek ile meydana gelir. Bu ayet-i kerime ise, bütün peygamberler ancak, kendi kavimlerinin lisânı ile gönderilmiş olduğuna delâlet eder. Bu da, dillerin peygamberlerin gönderilmesinden önce bulunmasını iktizâ eder. Durum böyle olunca, bu dillerin tevkif (vahy) ile meydana gelmesi imkânsız olur. Böylece de, dillerin, ıstılahî olarak meydana gelmesi vacib olur.”
 
Bir Dilin Merkezi Dil Oluşu Evrenselliğe Aykırı Mıdır?
Bu noktada zihinlerde beliren bir şüpheye de değinmekte fayda vardır.
Acaba Kürdler’den bir kısım İslam davetçileri’nin Kürdçe’yi dil ve Kürdistan’ı yurt olarak kabulleri evrenselliğe engel midir?
 
Doğrusu bunun böyle olmadığı, bu düşüncenin yersiz bir şüphe ve evham olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Zira İslam dini âlemşümul bir din olup bir coğrafyaya ya da millete hasrı mümkün değildir. Ve dahi İslam bütün halklar arasında hüsn-ü kabul görmüş olup bizim elimizle ilk kez yayılmakta da değildir.
Her İslam davetçisi bulunduğu toplumu ve muhataplarını dikkate alarak dilini şekillendirmek ve hikmetle hareket etmek durumundadır. Bir dilin merkeziliği hikmetin muktezasıdır. Elmalılı Hamdi Yazır merhumun hemen yukarıda verdiğimiz cümlelerinden bir kısmına tekrar bakalım:
 
“Kur`ân, başka bir dil ile indirilseydi, Peygamberin içlerinde bulunduğu ve ilk önce hitap edeceği kavmi anlamayacak, "Fussilet Sûresi"nde geleceği şekilde "Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya, Araba yabancı dil mi?" (Fussilet, 24/44) demeye hakları olacak ve diğer kavimlere tebliğ etmek ve umumîleştirmek için ilk neşredenler yetişmeyecek ve bundan dolayı hiçbir topluluk hakkında Allah`ın kesin delili gerçekleşmeyecekti. Ve eğer bütün dillerle indirilseydi de Arapçası gibi birçok Kur`ân bulunsaydı böyle bir mucize büsbütün zararlı ve tevhid hikmetine aykırı olurdu, kavimler arasında kavga ve anlaşmazlığı azaltacak yerde çoğaltır, birleştirecek yerde dağıtırdı.” (Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
 
Hikmet bunu gerektirirken itiraz edenler de imtihan sırrınca her zaman olacaktır şüphesiz. Bizim gibi aciz, zayıf ve pürkusur İslam hizmetkârları bir yana gözlerimizin nuru Hazret-i Resul-i Ekrem Efendimize dahi itirazlar olmuştur. Dilerseniz Fahreddin Razi merhumun tefsirinden kısaca okuyalım: “Yahudilerden, kendilerine İseviyye denilen bir grup, Hz.. Muhammed (s.a.s.)`in Allah`ın Resulü olduğunu, ama diğer   bütün   toplumlara   değil   de,   sadece   Araplara gönderilmiş olduğunu iddia etmişler ve iki bakımdan şu ayete tutunmuşlardır:
 
1) Kur`ân, Arapça ile nazil olduğuna göre, içinde bulunan fesahat sebebiyle onu-bir mucize olduğunu ancak Araplar bilebilir. Bu durumda da Kur`ân, ancak Araplara bir hüccet olmuş olur. Arap olmayanlar için bir hüccet olmaz.
 
2)  Onlar şöyle demişlerdir: Cenâb-ı Hakk`ın "Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik" buyruğundaki "lisân"dan murad Arapça`dır. Bu da şöyle denilmiş olmasını gerektirir: Hz. Muhammed (s.as) için -Araplardan başka kavim yoktur. Bu da, O`nun sadece Araplara gönderilmiş olduğuna delâlet eder.” (Fahreddin Razi Tefsiri)
 
Evet, muterizler böyle demiş.
Şüphesiz bu itiraz onların hakşinaslıklarından değil kibir, haset ve ırkçılıklarından kaynaklanmıştır.
Hakikat-i âlem itirazlarının yersiz olduğunu ortaya koymuş ve elinde Arapça bir kitap (Kur’an-ı Kerim) bulunan Hazreti Muhammed-i Arabî (aleyhisselat û vesselam) bütün âlemlere, kavimlere ve halklara kurtuluş rehberi olmuş ve kıyamete kadar da kurtuluş olmaya devam edecektir.
 
Yazımızda ele alınan uygulama, tarihi/sosyolojik veriler ve esas aldığımız İbrahim Süresi’nin 4. Ayeti bir hakikati nazarlarımıza veriyor: Halkının/Kavminin diliyle konuşan rehberlik…

Av. Necat ÖZDEMİR / Bangaheq

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir