• DOLAR 32.603
  • EURO 34.841
  • ALTIN 2494.651
  • ...
Çarşafın Yasaklanması İçin Meclise Teklifte Bulundular
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

doğruhaber / tarihte bugün / 12 MART

GÜNÜN AYETİ
“İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?” (Rahman suresi 60. ayetin meali)

GÜNÜN HADİSİ
“Allah Teâlâ müminlere tecelli ederek şöyle buyurur: 'Benden isteyiniz'! Onlar da 'Senin rızanı istiyoruz!' derler.”  (Ahmed, İbni Hibban, Hakim)

GÜNÜN SÖZÜ
“Eğer sen Allah'ın takdirine sabretmezsen nefsinin takdirine de sabredemezsin.” (Fudayl bin İyaz)

TARİHTE BUGÜN

1935: Yusuf Akçura öldü. Yusuf Akçura, Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden, Tatar asıllı yazar ve siyaset adamıdır.
Türk Tarih Kurumu`nun kurucu üyelerinden olup iki dönem milletvekilliği yapmıştır. 1904 yılında yayımladığı Üç Tarzı Siyaset adlı makalesi Türkçülük akımının manifestosu kabul edilir. Akçura`nın Türkçü düşünce tarihindeki yeri, çağdaşı olan Gökalp'ın gölgesinde kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürk`ün çalışma arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuştur. Türkçülüğün manifestosu olarak kabul edilen Üç Tarzı Siyaset adlı 32 bölümden oluşan dizi makalesinde "Osmanlının geleceği için üç ihtimal vardır. Bunlar Osmancılık, İslamcılık ve Türkçülüktür" deyip Türkçülük yapılmasını Osmancılığın ve İslamcılığın terkini savunur. Atatürk'ün kültür ve politika danışmanı olan Yusuf Akçura, Kars milletvekiliyken kalp krizi geçirerek ölür.

1947: ABD Başkanı Harry Truman Amerikan Kongresi'nden Sovyetler Birliği'nin baskısı altında bulunan Türkiye ve Yunanistan'a toplam 400 milyon dolarlık bir yardımda bulunulması ve bu devletlerin sivil ve askeri personeline ABD'de eğitim verilmesi için yetki istedi. Kongre, Truman'ın bu talebini kabul etti. "Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Kanunu'nu" yürürlüğe girdi. Öngörülen 400 milyon dolar yardımın100 milyon doları Türkiye'ye 300 milyon doları ise Yunanistan'a ayrıldı. Yardımın yerinde ve amacına uygun kullanılıp kullanılmadığı ABD tarafından gönderilen yetkililerce denetlenecekti. Türkiye Amerikan hükümetinin onayını almadan kendisine askeri yardım çerçevesinde verilen hiçbir madde veya malumatı kullanamayacaktı.

1956: Üç kadın milletvekili çarşafın yasaklanması için Meclis'e bir kanun teklifi sundu. İnsan yasakçı bir zihniyete sahip olmayadursun. "Şu yasak, bu yasak" diye kendinden olmayan, kendisinin beğenmediği her şeyi yasaklamaya başlar. Bu yasakçı zihniyet karar mekanizmasına geldi mi, insanlara hayatı zehir etmeyi görev bilip, yasakçılığını baskıya, dayatmaya ve zorbalığa vardırmasını "Görevimi yapıyorum" mazeretine sığdırır. Türkiye'de Laik elit kesimin sosyal psikolojisi budur işte. Yasakçı zihniyeti, dayatmacılığa ve zorbalığa varmıştır. Bir asırdır elinde tuttuğu karar mekanizması ile de insanların ne giyeceğine, ne içeceğine, ne diyeceğine, ne okuyacağına... onlar karar vermektedir.

1967: Suharto, Endonezya devlet başkanlığı görevini Sukarno'dan devraldı. 28 Aralık 1949'da da BM kararıyla bugünkü sınırlarıyla Endonezya Cumhuriyeti kuruldu. Bağımsızlıktan sonra ilk devlet başkanlığına Ahmed Sukarno getirildi. Sukarno, komünistlerle işbirliği yaparak İslâmi oluşumlara karşı cephe aldı. İslâmi siyasi faaliyetlerde bulunanlara ağır baskı yaptı ve birçoklarını şehid ettirdi. Sukarno'nun yerine Orgeneral Suharto geçti. Suharto'nun uygulamaları ve politikası selefi Sukarno'nunkinden farklı olmadı. O da komünistlerle ve Hıristiyan misyonerlerle işbirliği yaparak Müslümanlara zulüm ve baskıyı sürdürdü. Bugün Endonezya halkının % 87'si Müslüman olarak değerlendirilse de bu oran İslâm'ı gereği gibi anlayıp yaşayabilenlerin oranı değildir. Bu, gerek sömürge döneminde, gerekse bağımsızlık sonrasında izlenen cahilleştirme, yozlaştırma ve halkı İslâm'dan uzaklaştırma politikasının bir sonucudur. 

1970: CHP Genel Başkanı İsmet, Mecliste yaptığı konuşmada "Demirel'den daha fazla irticayı temsil eden ve koruyan bir kimse yoktur. Kendisinden daha ileri bir din istismarcısı olamaz" dedi. "Tencere dibin kara!" diyene diğer tencere ne demiş bilirsiniz; "Seninki benden kara!"

1971: Türk Silahlı Kuvvetleri '12 Mart Muhtırasını verdi. Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyicioğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzalı bu muhtıra, Cumhurbaşkanı'na, Cumhuriyet Senatosuna ve TBMM Başkanlığına verildi. Silahlı Kuvvetlerin hükümeti ve parlamentoyu suçlayıcı bu muhtırasından sonra Başbakan Demirel istifa etti.

1989: Başörtüsü yasasının iptali nedeniyle Türkiye'nin çeşitli yerlerinde yapılan gösteriler bugünde devam etti. Ancak yasakçı zihniyet hiç bir zaman başörtülerine serbestlik isteyen müslüman halkın taleplerini görmedi.

1995: İstanbul Gazi Mahallesi'nde akşam saatlerinde Alevilere ait üç kahvehane, bazı kişilerce tarandı. Olayda 1 kişi öldü 20 kişi yaralandı. İstanbul'da gece çok gergin geçti, Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları semtlerde protesto gösterileri yapıldı. 14 Mart'ta Gaziosmanpaşa'da meydana gelen olaylarda ise 96 işyeri tahrip edildi, 13 araç yakıldı. Karanlık ellerin halk arasındaki farklı aidiyetleri bir birbirine kışkırtarak çatışma ve kan ortamı oluşturmak için çıkardıkları bu olay Gazi Olayları olarak anılmaktadır. 2. Ergenekon İddianamesinde Gazi Olayları da davaya girmiş, Ergenekoncuların Alevileri tahrik etmek için bu olayı gerçekleştirdikleri gündeme gelmişti. Dev Sol'un lideri ve ajanlıkla suçlanan Dursun Karataş'ın anlaşmalı olduğu derin yapıların talimatıyla Gazi Olaylarında tetiği çektirdiği iddialar arsındaydı.

2000: Papa II. John Paul, Kilise'nin geçmişte Yahudilere, muhaliflere, kadınlara ve yerlilere karşı işlediği günahlardan ötürü af diledi. Hıristiyan Dünyasının liderliği Papalıktan gelen bu özür, geçmişte Kilisenin gadrine uğrayan kesimleri kapsıyordu. Lakin özellikle Endülüs'de ve Haçlı seferlerinde Müslümanlara karşı işlenilen günahlardan ötürü Papalığın özür dilemesi için Papa II. John Paul'u değil, 72. Papa John Paul beklemek gerek.

2006: Irak'ın başkenti Bağdat'ın güneyindeki Mahmudiye'de 101. Hava Tümeni'nde görevli 5 asker, Iraklı bir ailenin evine girdiler. Askerlerden Steven Green, (Sitivın Girin) evdeki babayı, anneyi ve küçük bir kız çocuğunu öldürdü. Ardından iki Amerika askeriyle beraber evdeki 14 yaşındaki kızı kirletip öldürdüler. Amerika askerleri 14 yaşındaki kızın kirletildiğini gizleyip delilleri yok etmek ve 4 kişilik ailenin Iraklı direnişçilerce öldürüldü süsünü vermek için kirlettikleri kızın cesedini yakmaya çalıştılar. Olayın ortaya çıkmasından sonra 5 askerden üçü Amerika'da yargılanarak ceza aldılar.
Sözün bittiği, kelimelerin zulmün boyunu anlatmaktan aciz kaldığı olaylardan biri olan Amerika vahşeti 5 askerin fevri bir zulmü değildi. Amerikan stratejisi aynen bu iğrençlik üzerine kurulmuştu. Tarihe geçen tüm zalimler gibi Amerika denen zulm makinesi vahşeti, bir araç olarak kullanmaktadır. 12 Martta katledilen Iraklı Ailenin ve vahşi asker tarafından kirletilen 14 yaşındaki kızın mazlumiyetini Amerikaperestlere bir armağan (!) olarak tarih kaydetmiştir.

2009: ABD`nin eski Başkanı George Bush`a ayakkabı fırlatan Iraklı gazeteci Muntazar El Zeydi'ye 3 yıl hapis verildi.

2010: Üst düzey bir Birleşmiş Milletler yetkilisi, Burma`nın askeri yöneticilerinin ülkedeki sivillere karşı işlediği savaş ve insanlık suçları hakkında bir inceleme başlatılmasını istedi. Cenevre`deki BM İnsan Hakları Konseyi`ne bir rapor sunan Burma özel raportörü, ülkede yıllardır “insan haklarının kapsamlı ve sistematik bir şekilde ihlal edildiğini” ve bu durumun halen sürdüğünü belirtti. Burma'da şimdiye kadar yüz binlerce müslüman şehid edilirken, Bangladeş'e kaçan bir milyondan fazla mülteci var. Burma'da yaşayan müslümanlara vatandaşlık hakkı bile tanınmazken BM, Burmalı müslümanları Dünyada en fazla zulme uğrayan halk olarak tanımlıyor. Buna rağmen petrolü olan ülkelerde kedilere, kuşlara kötü davranıldığını bahane ederek müdahale eden Batılı devletler, dudak arasında Burma zulmünü dile getirmelerine rağmen ciddi hiç bir müdahale yapmadılar. Ancak son yıllarda Asya'da Çin ile rekabeti artıran Amerika, Burma'yı dillendirmeye başladı. Burma'daki askeri rejimin gidip güdümlerinde yeni bir rejim oluşturma fikri Amerika tarafından yapılacaklar listesine alındı. Zira bu tarihten bir buçuk yıl sonra ABD dışişleri bakanı Clinton, 50 yıl aradan sonra Burma'yı ziyaret eden ilk Amerikalı yetkili oldu. Amerikalılar bu ziyareti "Burmadaki reform çabalarına destek vermek" olarak açıkladı. Burma'nın bu meyanda timsah gözyaşları içinde son yıllarda dillendirilmesi manidardır.

2010: Kurulduğu günden beridir Hanefi mezhebini dayatan, diğer mezheplerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde dahi onları yok sayan Diyanet'ten açılım geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı Şafii ve Caferi ilmihallerin bastırılması için Şafii ve Caferi ilmihalleri matbaaya yolladı. Bu ilmihallerin Şafii ve Caferilerin yoğun oldukları bölgelerdeki imamlara yollanacağı ve satışının da yapılacağı açıklandı. Bilindiği üzere Osmanlıdan beridir Hanefilik devletin resmi mezhebi olmuş ve camilere kadar mezhep dayatması yapılmaktaydı.

2010: ABD Dışişleri Bakanlığı`nın yıllık insan hakları raporu Avrupa`da Müslümanlara yönelik ayrımcılığın endişe verici boyutlara yükseldiğini ortaya koydu. El Cezire`nin haberine göre raporda İsviçre`de 2009 yılında kabul edilen minare yasağıyla Fransa, Almanya ve Hollanda`daki burka ve başörtüsü yasakları ayrımcılığa örnek gösterildi. Özellikle 850 bin Müslüman`ın yaşadığı Hollanda`ya odaklanan rapor, Müslümanların “İslam`ın Batı değerleriyle uyumlu olmadığı” gerekçesiyle toplumsal baskıya uğradıklarına işaret etti. Raporda bu baskıda sağ görüşlü politikacıların önemli bir rolü olduğunun altı çizildi.

2011: Gazze'deki Nuseyrat mülteci kampının yakınında bulunan elektrik santralinde yaklaşık 10 yıldır müdür olarak çalışan Dirar Ebu Sisi, Ukraynalı eşiyle beraber vatandaşlık almak için gittiği Ukrayna'da ortadan kayboldu. Ebu Sisi'nin eşi, kocasının Mossad tarafından kaçırıldığını söylerken ablası da İsrail'de bir cezaevinde tutulduğunu ve Ukrayna İstihbaratının Mossad'a yardım ettiğini açıkladı. İsrail ise Kaçırılan Filistinli mühendis için mahkeme kararıyla yayım yasağı çıkarttı.

MERCEK

12 Mart 1971: Türk Silahlı Kuvvetleri '12 Mart Muhtırasını verdi. Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyicioğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzalı bu muhtıra, Cumhurbaşkanı'na, Cumhuriyet Senatosuna ve TBMM Başkanlığına verildi. Silahlı Kuvvetlerin hükümeti ve parlamentoyu suçlayıcı bu muhtırasından sonra Başbakan Demirel istifa etti.
12 Mart Muhtırası, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde meydana gelen dördüncü; başarılı olmuş ikinci; ve emir-komuta zinciri içerisinde yapılmış ilk askeri darbe eylemidir.

1960'lı yılların sonlarında Türkiye'nin içine düştüğü çıkmazları açıklamalarıyla nazara veren asker,  yeni bir askeri müdahalenin ayak seslerini duyuruyordu. Bu çıkmazlar, askerin 1960'da yaptığı darbenin eseri olmakla beraber, asker bu eksikliğini ve ülkeyi çıkmaza soktuğunu görmüyordu. Kendi eseri olan gidişattan meclisi sorumlu tutması, ayrı bir çelişkiydi.
1969 seçimlerinden Adalet Partisi (AP) tek başına iktidar olarak çıktı. Ancak, Demokrat Partililerin siyasal haklarının iadesi konusunda çıkan görüş ayrılığı partiden büyük bir grubun kopmasına neden oldu ve Demokratik Parti adıyla yeni bir parti kuruldu.

Bu bölünme hükümetin meclisteki oy oranını düşürürken, zayıf hükümetlerden yakınan kesimlerin eline de büyük bir koz geçmiş oldu. Bu arada 1960'lı yılların ortalarında başlayan öğrenci hareketleri 1970'lerin başında nitelik değiştirmiş, çeşitli gruplar silahlı eylemlere başlamıştı. Sendikalar için hazırlanan yasa tasarısına karşı 15 -16 Haziran 1970'de gerçekleştirilen işçi eylemleri de toplumsal huzursuzluğun bir başka göstergesiydi.

Huzursuzluk, AP'yi başından beri DP'nin devamı olarak görmüş olan Silahlı Kuvvetlere de iyi bir bahane sunuyordu. 70'lerin başında, kuvvet komutanlarının başbakana ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili uyarı mektupları göndermesi askeri müdahale söylentilerinin yaygınlaşmasına yol açtı.

Bu arada Silahlı Kuvvetler içinde bir kesim, Milli Devrimci gelişme stratejisini benimsedi ve Baas Subaylarına özentiyle askeri müdahale arayışlarına girdi. Bütün bu gelişmeler karşısında, Başbakan Süleyman Demirel istifa önerilerini sürekli geri çevirdi ve güvensizlik oyu almadan hükümetten çekilmesinin söz konusu olmayacağını bildirdi. Bu arada TSK içinde kurulmuş olan ve başında Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun bulunduğu gizli askeri cunta fiilen 9 Mart 1971 tarihinde darbe yapma hazırlığına başladı. Darbeyi planlayanların arasına sızmayı başaran Mahir Kayank adındaki Mitçinin TSK'nın zirvesini haberdar edince TSK, bu darbeyi engelledi ve 3 gün sonra da 12 Martta muhtıra verdi.

İşte böyle bir ortamda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üst yönetimi hükümete bir muhtıra verdi ve 12 Mart Muhtırası diye anılan bu müdahaleyle yeni bir döneme girildi.

Dört imzalı muhtıra;

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzasını taşıyan muhtıra şu maddelerden oluştu.

1- Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2- Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkilab kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3- Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize.

Muhtırayı, anayasa ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaştırmanın mümkün olamayacağını belirten Başbakan Demirel hemen istifa ederken, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ordunun görevini yaptığını, ana muhalefet partisi CHP lideri İsmet İnönü ise başbakanın istifasının demokratik bir istifa olduğunu söyledi.

Asker, muhtıranın ikinci maddesinde zorbalığını ilan etmiş oluyordu. İkinci maddedeki; "Silahlı kuvvetlerin üzüntü ve ümitsizliğini giderecek bir hükümet" isteyen asker, açıkça ülkeye şekil veriyordu. Hükümetler ne zaman ki, askerin değil, halkın istediğini yapamaya başladı hemen cuntacılar harekete geçti. 12 Martın felsefesi işte burada yatıyordu: "Silahlı kuvvetlerin üzüntü ve ümitsizliğini giderecek bir hükümet"

Muhtıranın üçüncü maddesi ise zaten kati ve açıktı. Dediklerimi yapmazsanız darbe geliyor. 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül askeri darbesinin de önünü açmıştır.

Askerin ikinci maddede istediği "anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkilab kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümet" sorunu da Nihat Erim ile aşıldı. CHP'den istifa eden Erim, böylelikle tarafsız (!) olarak diğer partilerden katılan vekillerle beraber partiler üstü bir hükümet kurdu.

12 Mart Muhtırasına ilk başta sol kesimler büyük destek verirken, solda büyük bir memnuniyetle karşılandı. Ancak Demirel Hükümetini düşürerek sağ gösteren asker, sol vurdu. Nihat Erim'in "Balyoz Darbesi" dediği operasyonlarda sol gruplara karşı harekete geçilerek binlerce solcu tutuklandı.
Atatürk, solu rejiminin motoru yapmıştı. Ama 60'larda siyasal, 70'lerde ise silahlı hareket ile sol, Atatürk Solundan uzaklaşmaya başlamıştı. Yeni sol, Atatürk cumhuriyetine motor olmaktan çıkıp tehlike olmaya başlamıştı. Solun bu yönelişi asker içinde de yuvalanmıştı. Atatürk Solcusu olmaktan vazgeçip sosyalist sola sapan bu grup, Milli Devrimci Gelişme Stratejisi ile direksiyonu sistemin vaz ettiği soldan kırmaya başlamıştı. Bu grup, az önce bahsettiğimiz ve 9 Mart 1971'de engellenen darbeye teşebbüs etmişti. 12 Mart Muhtırasından sonra asıl darbe işte bu sola yapıldı ve solun meşhur militanları bir bir yakalanıp idam edildi. 9 Mart darbesine teşebbüs edenler ordudan tasfiye edildi. 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül askeri darbesi bu yönüyle solu iyiden iyiye terbiye edip 60'lardan önce olduğu gibi tekrar rayına sokmuştu. Deyim yerindeyse rejim motor indirmişti.
 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir