• DOLAR 32.593
  • EURO 34.828
  • ALTIN 2415.25
  • ...
SON DAKİKA
Kalbimizde Rabbimizi Görebilmek İçin!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Rumeysa Durmaz / Nisanur Dergisi
 
Bildiğimiz üzere biz insanlar; ruh, nefis ve akıldan müteşekkil olup topraktan yaratılmış varlıklarız. Bu sebeple akıl yoluyla nefsimiz ve ruhumuzu dengede tutmak zorundayız.

Peki, ama nasıl?

Öncelikle müteşekkil olduğumuz kavramlardan ruhun mahiyetine değinecek olursak; “ruh kesif ve maddi değil latif ve nuranidir” diyebiliriz. Bazı insanlar Peygamber Efendimiz (SAV)`e ruhu sordular. Cevap vermeyip, vahyi bekledi. Gelen ayet gayet netti;

“O, Rabbimin emrindendir, de!” (İsra / 85)

Ruhun varlığı tasdik ediliyor, fakat mahiyeti açıklanmıyor. Çünkü muhatapların söyleneni anlamasına imkân yoktur. Ruh emir âlemindendir ve madde âlemindeki akıl, “emir âleminden” olan bir varlığı kavrayacak kapasitede değildir.

Biraz da nefisten bahsedecek olursak, aklımıza öncelikle “…Nefis, daima kötülüğü emredicidir. Meğer Rabbimin esirgediği bir nefis ola…” (Yusuf / 53) ayeti gelir muhtemelen. Azgındır nefis, doyumsuzdur. Nefsi en çok azdıran ise yeme ve içmedir. Midenin doyumsuz arzuları şeytanın bir vasıtasıdır ve insanoğlu için en büyük tehlikedir. Değil mi ki; ilk insan olan Hz. Âdem (AS) ve Hz. Havva yasak meyveden yedikleri için çırılçıplak kalıverdiler ve cennetten uzaklaştırıldılar.

Ruh ve nefsi kıyasladığımızda her insanda mevcut olan ve birbirine tamamen zıt kavramlar olduğunu görürüz. Nefis varlığını ruh olmadan sürdüremezken, ruhun varlığı nefis olmadan da devam eder. Nefis, Züleyha misali insanı azgın istek ve arzular peşinden koşturup zelil ederken; ruh, sabır zırhını kuşanan Yusuf (AS) misali Mısır`a melik yapar. Nefis kırk gün aç kalsa da varlığını sürdürebilirken ruh, bir vakit dahi aç bırakılırsa ebedi ıstıraba duçar olabilir. Nefsin her istediğini vermemek ulvi bir makama ulaştırmanın yansıra bedenin sıhhat bulmasına da vesileyken ruhun istediğini vermemek ise, ruhunu öldürüp gömmüş, her şeyi maddeden ibaret sanan, “(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.” (Bakara / 18) ayetinde tasvir edilen nasipsizlerin konumuna düşürür.

Aklını kullanmayıp sürekli nefsin istekleriyle meşgul olurken ruhun ihtiyaçlarını görmezden gelen kimsenin, (nasıl ki aç bırakılan beden önce hasta olup sonra ölürse, tıpkı onun gibi) ruhunu önce hasta edip ve sonra da manen öldürmesi söz konusudur. Kendisine kalacak olan ise; sağır, dilsiz, kör, doyumsuz, canavarlaşmış bir cesetten başkası değildir.

Ruh mu, nefis mi? Hangisini daha çok beslememiz icap eder? Biz hangisini daha çok besliyoruz?

Nefsi besleyen ve en çok azdıranın yeme içme olduğundan bahsetmiştik. Peki, ruhu besleyen nedir? Karnına iki taş bağlayacak kadar açlık günlerini gören, namaz kılmaktan ise ayakları şişen rehberimiz Resulullah (SAV)`ın bedenen aç olduğu vakitlerde ruhunu doyurmakla meşgul oluşunu düşünecek olursak, ruhun gıdasının Allah (CC)`ı zikretmede, namazda, oruçta (yani nefsi aç bırakmada) olduğunu anlayacağız.

Nefsimizi tamamen aç mı bırakacağız yani? Yemeyeceksek Allah-u Teâlâ bunca nimeti neden yarattı? Elbette ki yiyeceğiz fakat miktarına dikkat ederek, itidalli olarak. Yemedeki itidali de Resulullah (SAV)`ın; “İnsanoğlu kendi karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa insanın bedenini güçlendirip olgunlaştırması için sadece üç beş lokma yemesi yeterlidir” hadis-i şerifinden öğrenebiliriz.

Bugün internette açtığımız hemen her sayfanın bir tarafında açlıktan ölenler için başlatılan yardım kampanyası reklamları, diğer tarafında ise vücuttaki yağlardan, kilolardan (az yiyerek de değil) “mucizevi yöntemlerle” kurtulabilmenin yöntemlerinin reklamları dikkatimi çekiyor. Vallahi bu hazin ve elim tablo, evvela dengesiz ve aşırı yemek suretiyle azgınlaştırılmış nefislerin eseridir.

Peki, bu tabloyu düzeltmek mümkün müdür ve bu minvalde üzerimize düşen nedir?
...
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir