• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...
Okmayı değil konuşmayı daha çok seviyoruz
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi
 
Ocak ayında olmamız hasebiyle, iklimin ruhuna uygun bir yazı bekliyor olabilirsiniz benden, ama hayır, o konuda değil başka bir konuda yazmayı düşünüyorum. Düşündüğüm yazı ağırlıklı olarak okuma etrafında olacaktır. Buyurunuz:

1

Kabul edelim veya etmeyelim, bana göre üzerinde durup düşüneceğimiz kadar kayda değer bir okuma zafiyetimiz vardır. Tabii yeni bir şey değildir bu… Ve birçoğumuz da bunun farkındayız. Ama sadece farkındayız… İşin üzücü tarafı, bunun aslında en çok okuması gerekenler üzerinde müşahede ediliyor olmasıdır. Okuması gerekenlerden kastım, davetçiler ve onların öncüleri konumunda olanlardır. Tamam, toplumun geneline kıyasladığımız zaman durumumuzun o kadar da kötü olmadığını kabul edebiliriz belki, fakat biz bu açıdan değil “olması gereken” açıdan meseleye bakıp değerlendirmek durumundayız. “Olması gereken” açıdan baktığımızda ise, vahametin birçok boyutuyla ortaya çıkıp kendini gösterdiğini görmüş olacağız.

Okuma ilgi ve alışkanlığımız daha çok ibtidai ve rastgele – düzensiz bir okumadır; bilinçli, programlı, seçici ve sistematik değildir. Meleke halini alma derecesinden bir hayli uzaktır. Okumaya su ve ekmek gibi bakmıyoruz, temel ihtiyaçlar arasında değerlendirmiyoruz. Bu da bizi – farkında olalım ya da olmayalım- okumaya karşı müstağni bazı duygu ve yaklaşımlar içine sürüklemektedir. Dolayısıyla zaaflı bir okuma anlayış ve bakışıyla karşı karşıyayız. Bu cümleden, mesela okurken, okumayı düşünce ve tefekkürle derinleştirip kalıcı hale getiremiyoruz, belki de bunu hiç düşünmüyoruz. Aynı şekilde okumayı hayata, yaşamaya ve mücadeleye dair çözümsel prensip ve ameli programlara da dönüştüremiyoruz. Okuyorsak şayet okumayı satırlarda ve kitabın kapakları arasında bırakıyoruz, oradan çıkarıp anlamlı eylemlere, salih işlere çeviremiyoruz. Bu da planlı ve şuurlu değil, rastgele bir okuma anlayışımızın olduğunu göstermektedir.

Öte yandan okumayı değil konuşmayı seviyoruz, ya okumuyoruz ya da az okuyor ama Allah var çok hem de pek çok konuşuyoruz. Okuma ve dolayısıyla bilgiye dayanmayan bir konuşma ise genellikle boş bir konuşma olarak değerlendirilir. Bu açıdan ekseriyetle boş konuşuyoruz. Boş konuşmanın potansiyel bir günah ve vebal deposu olduğunu söylememe gerek bile yok. Ama işin o tarafına girmeyeceğim onu Allah korkusu ile atan kalplere havale ediyorum.

Hep söyleyip yazıyoruz Kuran`ın ilk emri “oku”dur diye. Böyle diyoruz ama meseleyi bir ibadet anlayış ve şuuruyla ele almıyoruz, belki de alamıyoruz. Yani “namazı kılın… Orucu tutun… Zekâtı verin… Hacca gidin…” emirlerinde olduğu gibi bir hassasiyet ve duyarlılıkla meseleye yaklaşmıyor yaklaşamıyoruz. “Oku”manın da namaz ve dua gibi yapılması emredilen ibadetlerden bir ibadet olduğunu, aynı onlar gibi mendup, sünnet, vacip ve farz olarak taabbudi derecelere ayrıldıklarını, an ve zamanların bulunduğunu nedense hiç hesaba katmıyoruz. Kitle psikolojisinin yanında toplumumuzun birkaç asırdan beridir yaşadığı ilim, irfân mahrumiyetinin bu mesele üzerinde mutlaka etkisi vardır. Ne olursa olsun mevcut imkânları değerlendirmek suretiyle bu hastalıklı anlayışı bir an önce atlayıp aşmak durumundayız.

2

“Yarım doktor candan yarım hoca imandan eder” diye meşhur bir söz var. Çoğumuz bunu biliyoruz gelin bildiğimiz bu sözü başka bir sıkıntımızın çözümü için anahtar yapalım. Yine okumayla ilgili bir sıkıntı…

Gerçekten biraz bir şeyler okuyup yarım âlim olanlar eş zamanlı olarak başkasını beğenmeme havasına girerler. Nereden çıkarıyorsun demeyiniz! Kendimizden biliyoruz. Az veya çok her birimiz bunu çokça tecrübe etmişizdir. Bu yüzden...
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir